Oğuz Çetinoğlu: Müziğin insan hayatındaki yerini belirleyerek söyleşimize başlayabilir miyiz?
Bünyamin Aksungur: Müzik, doğumdan ölüme kadar insan hayatını dolduran, renklendiren, kederli ve sevinçli zamanlarımızda nağmelerine sığınarak teselli bulduğumuz, vazgeçilmez hayat yoldaşımızdır.
Ezan’dan Salâ’ya, yani doğumdan ölüme kadar hayatımızın her döneminde; yaşadığımız herşeyi musikimize yansıtmışız. Dünyaya geldiğimizde ismimiz ilk defa kulağımıza ezan okunarak söylenir. Ebedî âleme olan yolculuğumuz da, cenâze namazından önce okunan salâ ile gerçekleşir. Ezan ve salâ, müziğin nağmeleriyle örülüdür.
Çetinoğlu: Mensubu bulunduğumuz Türk dünyasında müziğin yerinden de söz eder misiniz?
Aksungur: Altaylardan Balkanlara, Sibirya’dan Kerkük’e kadar çok geniş bir coğrafyada çalınıp söylenen Türk müziği, bizim ortak dilimiz, ortak paydamızdır.
Çetinoğlu: Doğumda ve ölümde müzik var. Hayatımızda?
Aksungur: Müzik; hayatımızın ilk aylarında kulağımıza ninni olarak akar. Yalnız kulağımıza mı, oradan gönlümüze indiğini ve ilk duyduğumuz bu şarkıların yani ninnilerin bizim kültür kromozomlarımızı oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Uyusun da büyüsün ninni Benim yavrum yürüsün ninni… “
diyen annenin yüreğinden diline, dilinden yavrusunun kulağına ve şuur altına akan ninniler, en saf nağmeleriyle, bebek üzerinde olağanüstü rahatlık ve güven duygusu sağlar.
Ninnilerin nağme ve söz dokusu Kırım’da da, Anadolu’da da, Azerbaycan ve Türkmeneli’nde de;
Balkanlar, Türkistan, Sibirya ve Altaylarda da hep birbirine benzer. İdil-Ural boylarında yaşayan bir anne bişik cırı’nda yavrusunun kulağına,
“Elli belli iter bu,
Medresege kiter bu
Tırışıp sabah ukıgaç
Galim bulıp citer bu “
diye seslenirken,
Kırımlı annenin aynenni’sinin ilk sözleri şöyledir:
“Elli belli iter bu
Buhara ga kiter bu
Buhara ‘dan kaytkan son
Alim bolup yiter bu… “
Bizim gibi, Balkanlardaki soydaşlarımız da ninni, Tatar ve Başkurt Türkleri bişik cırı (beşik şarkısı), Kazaklar bisik jırı veya eldiy, Kırgızlar da bişik ırı veya aldey, Özbekler elle, Irak Türkleri elle, Gagavuz Türkleri nani türküsü, Kırım Tatar Türkleri aynenni, Azerbaycan Türkleri laylay, Türkmenler ise hüydü adını veriyorlar ninniye. İsimler farklı, fakat aslı aynı. Türk dünyasının her yerde ninni var.
Çetinoğlu: Müzik, gençlik yıllarının vazgeçilmez tutkusu…
Aksungur: Hayatın en hareketli ve en güzel dönemi olan gençlik çağlarında yaşanan her şey müziğimiz içinde kendini bulur. Bu döneme ait şarkılar ritim açısından, gençlerin yapısına paralel olarak daha tempoludur. Gençlik yıllarında söylenen dinlenen şarkıların konulan arasında aşk, güzellik, bahar, özlem, gurbet, yiğitlik, kahramanlık, askerlik ve düğün (söz, mendil, kına..vs) başta gelir.
Özellikle askerlik ve düğün ile ilgili folklorik zenginliğimizin bütün renkleri Türk dünyasının her bölgesindeki müziklerde bol bol görülür. Bir tarafta geline kına yakılırken söylenen gelin ağlatma / kız cılatuv / yar yar havalarının söz ve nağmelerine yansıyan hüzün, diğer yanda da halay, zeybek,karşılama ve horonların coşkusu, hem katılan hem de izleyenleri adeta büyüler.
Ağırlama, güzelleme, gurbet havası, deyiş / aytıs / aydım, atışma / aytışuv, mahnı, yır / cır / çıır / ırı / yuri nakşa ve koşuklar ve daha birçok terimle ifade edilen müzik örnekleri Türk dünyasının her köşesindeki düğün ezgilerinin müziğimiz içindeki formlarından bazılarıdır.
Çetinoğlu: En çok işlenen temalardan biri de gurbet olmalı…
Aksungur: Müziğimiz yalnızca az önce saydıklarımızdan ibaret değil. Bazen sevdiği kızla evlenebilmek için gerekli maddî kazancı elde etmek, bazen de yeni evlendiği eşi ve ailesi için daha iyi geçim şartları hazırlamak uğruna erkeğin gurbete çıkması (ki bu gurbet genelde; ‘taşı toprağı altın‘ olan İstanbul’dur). Pek çok acıyı beraberinde getirmiş, bu da müzik kültürümüz içinde pek çok türkünün doğmasına yol açmıştır. Kendinin ve geride bıraktıklarının yaşadığı acının en hafifi gurbet acısıdır. Sıladaki ana babanın evlat, yavuklunun yar hasreti vardır ama yolunu gözleyen, yeni evlendiği eşi ise, onun hasreti daha yakıcı olur. Çünkü onun, alışmaya çabaladığı bu yeni evdeki zorlukların yanı sıra bir de yeni ayrıldığı ana-baba ve kardeşlerinin hasreti vardır. Üstelik bu tazecik yaşında, ona destek olacak kocası da yanında yoktur.
Gerçi, kavuşmanın ve güzel günlerin ümidi olduğu sürece ve de ortada bir aşk varsa her acıya katlanılır. Ama ya kocası yoldan sapar da başka birine gönlünü kaptırırsa…
“Ağam İstanbul’u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri, beni unuttun.
Sılaya dönmeye yemin mi ettin?
Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı…”
Kayserili gelin böyle diyerek derdini türkülere dökerken, Anadolu’daki binlercesi gibi, Kütahya’da aynı derdi çeken bir gelin daha vardır. Onun da kavgası İstanbul’ladır:
‘A İstanbul, sen bir han mısın?
Varan yiğitleri yutan mısın?
Gelinleri yarsız koyan mısın?
Gidip de gelmeyen yari ben neyleyim,
Vakitsiz açılan gülü ben neyleyim… “
Çetinoğlu: Kayseri, Kırşehir böyle… Balkanlar, Rumeli?
Aksungur: Birkaç yıl önce Kosova’ya giderek Şar dağları üzerinde, Gora’lı kardeşlerimizin yaşadığı köylerde, onların müzikleri hakkında araştırmalar yapmıştım. Dinleyip kaydettiğim birçok halk türküsünde gurbet kelimesi geçiyordu. ‘Gurbet nedir?’ diye sordum. Dediler ki “Gurbet eşittir İstanbul’dur.” Zaten türkülerin sözlerini tercüme ettirdiğimde, Anadolu’daki hikâyelerle çok benzeyen yaşanmışlıklar karşıma çıkıyordu.
Çetinoğlu: Başka hangi temalar dikkat çekiyor?
Aksungur: Gurbet ile sıla arasında, sevenlerin kavuşmasını engelleyen dağlar da müziğimizde önemli bir yer tutuyor. Türk dünyasında dağlar üzerine yakılmış binlerce şarkıya rastlamak mümkündür.
Hayatımızda yaptığımız güzel işler yanında zaman zaman kusur ve kabahatlerimiz de oluyor ve bunlar da müzik kültürümüz içindeki yerini alıyor. Tabii, kabahatlar karşısında nasihatlar da var. Özellikle âşık ‘deyiş‘lerinde (aytış / aydım) nasihat içeren pek çok şarkı Türk dünyasının her köşesinde mevcut. Tarihimizin her döneminde, toplumu ve yöneticileri doğru yola çağırıp nasihatlar eden aksakallar hep var olagelmiştir. Çoğu zaman elinde kopuzu veya bağlamasıyla karşımıza çıkan bu ozan’lar (baskı /bahşı / kam) bazen Dede Korkut, bazen Mahdumkulu veya Yunus Emre olarak karşımıza çıkmış; bazen de Pir Sultan, Tok-togul veya Âşık Veysel isimleriyle anılmışlardır.
Çetinoğlu: Dinî unsurlar olan ezan ve salâda müzik olduğunu, söyleşimizin başında belirtmiştiniz. Hepsi bu kadar mı?
Aksungur: Hz. Muhammed (sav) bir hadisinde “Kur ‘an ‘ı güzel sesinizle bezeyiniz” buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’in tamamı Allah’ın sözlerinden ibaret olduğuna göre, âyetlerin müziğe ihtiyacı var mıdır? Peygamberimiz böyle söylediğine göre, demek ki varmış.
Allah, güzel ses ve müzik yeteneğini çok az kuluna bahsetmiştir. Müzik nağmeleri aklın değil, gönlün sesleridir. Dolayısıyla gönüle hitap eder ve hiç şüphesiz, gönüle giren şeyler daha kalıcıdır. Kur’an ayetlerinin teganni (nağme) yoluyla gönüllere nakşolması ve benimsenmesi istenmiştir. İnsanları namaza çağıran ezan’ın sözleri müziksiz olarak okunsaydı herhalde tesiri daha az olurdu.
Yanlızca ezan değil, namaz içinde imam ve müezzinin okuduğu âyet ve duaların çoğu, güzel nağmelerle ve makamlı olarak okunur. Burada, elbette aşırıya kaçılıp, nağme yaparak Kur’an âyetlerinin gölgelenmesi asla arzu edilmez.
Türklerde dinî terbiye camilerden başka, tekke ve dergâhlarda da, yüzyıllar boyunca müziğimizin nağmeleri eşliğinde verilmiştir.
Çetinoğlu: Türkiye dışındaki Türk dünyasında din ve müzik ilişkisi hakkında da bilgi lütfeder misiniz?
Aksungur: Din ve müziğin iç-içeliği yalnızca Türkiye’mize mahsus değildir.
Doğu Türkistan’ın Kâşgar şehrindeki Iydgâh Camii önünde, her bayram namazından sonra, binlerce Uygur Türkü, cami duvarı üstündeki sanatçıların çaldığı müzik eşliğinde kendilerinden geçerek ve de dönerek dans etmektedirler. Keza, Anadolu’muzdaki Bektaşi semahlarına çok benzeyen oyun / âyinler yine müzik eşliğinde Türkmenistan’da yaygın olarak yaşamaktadır. Tatar ve Başkurt Türkleri dini sohbet meclislerinde ‘heyet’ adını verdikleri ilahiler söylerler. Kırım ve Balkanlarda da ilahiler yaygın olup, bizdekilerle daha büyük benzerlik gösterirler. Dinî müzik eserleri Irak / Türkmeneli’nde ise tenzile havası adıyla yöre kültüründe yerini almıştır.
Çetinoğlu: Köy kesimlerinde halk musikisi daha yaygın…
Aksungur: Müziğimiz, folklorik ve klasik usul olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Her iki üslubun da doğup geliştiği yerler hep dinî mekânlar olmuştur. Halk müziğimiz nefes, ilahi, türkü ve semah formlarında Bektaşi tekkelerinde gelişirken işlediği konular arasında Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi, güzel ahlak ve yardımlaşma en başta gelir. Bektaşi dergâhlarındaki zikir ayinlerinde Allah için dönerek yapılan hareketlerin ve bu sırada söylenen türkülerin adı semah’dır.
Klasik musikimizin geliştiği en önemli mekânlar ise tarih boyunca mevlevîhaneler olmuştur. Burada da müzik eşliğinde Allah için dönerek yapılan âyinler vardır ki bunların da adı sema’dır.
Mevlevîhanelerde ilahi, kaside, durak, kâr ve kârçe’lerle âyin formunda eserler icra edilir. Klasik musikîmizin en büyük bestekârları hep mevlevîhanelerde yetişmişlerdir.
Çetinoğlu: Bu söyleşimizi, müzik ve tarih ilişkisiyle bitirebilir miyiz?
Aksungur: Müziğimiz aynı zamanda ‘tarihî belge‘ niteliğindedir. Toplum hayatını etkileyen olaylar, savaşlar, zaferler… müziğimize yansımıştır.
Bağdat’ın kapısını açan Genç Osman, Estergon Kal’ası, Kastamonu, Gora, Prizren, Kırım ve Kerkük’te söylenen Çanakkale Türküsü, Hey Onbeşli Onbeşli, Cezayir’in Harmanları, Yemen Türküsü, Kızılırmak Nettin Allı Gelini, Başkurdistan, Tataristan ve Kırım’da bilinen Port Artur, Belgırat Kalesi, Selanik’te söylenen Çalın Davulları, Sivas’ta Mehrali Bey Ağıtı, Göç Göç Oldu, Azerbaycan’da Laleler, Kerkük’te Sultan Aziz Türküsü, Bodrum Hakimi, Biz Kırım’dan Çıkanda, Doğu Türkistan ve Kazakistan’da söylenen Suluvbay’dın Eni, Çökertme’den Çıktım, Başkurdistan’da söylenen Kaharman Kanton, İdil-Uralların türküsü Çingiz Han, Osman’ımın Mendili, Tataristan’da Süyün Bike, Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum…ve diğer müzik eserleri, hep belge özelliği taşıyan türküler olup, bu konuda hemen aklıma geliveren örneklerdir.
Kısacası, müziğimiz bizim gönül dilimiz olduğu kadar, millî kimliğimizdir de…
Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Aksungur: Ben de teşekkür ediyorum.
BÜNYAMİN AKSUNGUR:
1957’de Manisa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Manisa’da, liseyi Edirne Öğretmen Okulu’nda tamamladı.1975’de ilkokul öğretmeni olarak Iğdır’da göreve başladı. 1976’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümüne giren Bünyamin Aksungur burada gece öğrenimine devam ederken gündüzleri de ilkokul öğretmenliği yaptı. Fakülteyi bitirdikten sonra da ilkokul öğretmenliğine devam eden Aksungur, 1986 yılında İstanbul Radyosu’na tayin edildi. Bir süre prodüktör (yapımcı) kadrosunda çalıştıktan sonra yapımcı-yönetmen olarak TRT İstanbul Televizyonu’na geçti. Asli görevinin yanı sıra TÜRKSES adlı müzik topluluğu kurarak Türk dünyası müzikleri hakkında konserler düzenleyen Bünyamin Aksungur, bir yandan da Türk dünyası müzikleri üzerine araştırmalar yaparak konferanslar vermektedir.
Yakın zamanlara kadar TRT Avaz kanalında, ‘Gönül Avazı’ isimli programı hazırlayıp sunmakta idi. Bu başarılı program, bilinmeyen sebeplerle 2014 yılı başında yayından kaldırılmıştır.
Bünyamin Aksungur evli ve 3 evlat babasıdır.