Müzeler Ve Parklar Şehri: Londra

91

Bir zamanların güneş batmayan ülkesi olarak adlandırılan İngiltere’nin baş şehri Londra’yı hep merak etmişimdir. Bu sene fırsat bulup gezip görme imkânını bulabildim.

Sabiha Gökçen havaalanından kalkan A Jet havayollarına ait uçağımız bizi 4 buçuk saatte Stand Steed havaalanına getirdi. Bu havaalanı İstanbul Atatürk Havaalanı büyüklüğünde bir yerdir. İniş yerinden ana binaya raylı sistemle çalışan bir araçla geçtik. Pasaport geçiş noktası dünyanın her yerinden gelmiş olan, çoğunluğu gençlerin oluşturduğu büyük bir kalabalıkla doluydu. 20 adet pasaport kontrol noktası olmasına rağmen 2 saatte parmak izi, yüz tanıma sistemi işlemlerimizi tamamlayıp pasaportlarımızı mühürleterek çıkış yapabildik.

Bavullarımızı alıp bekleme salonuna geçiyoruz. İhtiyaç yerlerini ararken kapısında 5 ayrı dinin sembolleri olan kapıyı görüp orada namazlarımızı kılıyoruz. Daha sonra havaalanının otobüsü ile araç kiralama noktasına geçip arabamızı teslim alıp Cambridge’e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Burası, daha kuzeyde ve Londra’ya 1,5 saatlik uzaklıkta bir yer. İngiltere’nin önemli bir eğitim merkezi. Üç milyon nüfusunun bir milyonu öğrenci ve ailelerinden oluşuyor.

Cambridge’de  kızım Şule’nin ortaokulda ingilizce öğretmenliği yaptığı ve şimdi burada yazılım eğitimi gören Sabri isimli öğrencisi karşılıyor bizi. Sabri 1989 da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmek mecburiyetinde kalan bir ailenin çocuğu. Daha sonra Bulgar vatandaşlığının sağladığı imkan ve Sabri’nin ısrarı ile buraya gelip yerleşmişler.

Şehirde iki üniversite var. 1800-1900’lü yıllardan kalma tarihi, restore edilmiş binalar ve eğitim amaçlı yapılmış binalar şehrin diğer yapıları ile iç içe. Şehirde yeme içme dâhil her türlü ihtiyaca cevap verecek mekânlar mevcut. Öğrenci yurtları, evleri, kitap-kitapevi, sanat evi gibi yerlerin çokluğu dikkat çekici.

Öğrendiğimize göre burada güvenliği bozacak olaylar pek olmuyor. Bunun sebebi dışarıdan gelenlere verilen uyum eğitimi. Ülkeye yeni gelenlere her hafta sonu demokrasi, eşitlik, insan hakları, adalet, empati gibi konularda yoğun eğitimler veriliyor. Buna rağmen kanunsuzluk yapanlar ya cezaevine giriyor ya da

ülkelerine deport ediliyorlar. Görünürde pek İngiliz görülmediği soruma ise onların şehirlerin sayfiye bölgelerindeki mahallelerinde veya İspanya, Türkiye gibi ülkelerin tatil beldelerinde oldukları bilgisini alıyoruz.

Daha sonra Londra’ya geliyoruz. Kaldığımız ev şehir merkezindeki tuğlalı 2-3 katlı evlerin bulunduğu tipik bir İngiliz mahallesindeydi. Burası arkasındaki ve yakınındaki ağaçları ve üzerindeki sincapları ile doğal zenginliği de olan bir mahalle olup sokaklarında başıboş köpekleri ve kedileri de olmayan özellikteydi.

Londra müzeleri ve Hydepark gibi çok büyük ve ünlü parkları yanında birçok parkı ile yeşil dokusu da bol olan bir şehir. Ortasından geçen Tymes nehri ve üzerindeki köprüler şehre ayrı bir zenginlik katmakta. Müze girişleri ücretsiz ama biletle oluyor. Önce bilim müzesine gidiyoruz. Büyük bir tarihi binadaki bu müzeye önceden biletimizi aldığımız için kuyrukta sıra beklemeden giriyoruz. Giriş katı enerji konusuna ayrılmıştı. Bir hidroelektrik santralinin devasa boru ve çarkları insanoğlunun akıl-bilgi ve çalışmaları ile ne zorlukları aşarak bu günlere gelindiğinin bir göstergesi…Sonra ulaşımdaki gelişmeler…Uçan adamları, bez gerili çift kanatlı ve bisiklet tekerlekli ilk  uçakları görüyoruz. Tabiiki bu günün dev jet motorlarını ve İHA’larını da. Bunların nasıl yapılıp kullanıldığını ve bu günlere nerelerden gelindiğini hayretler içinde gözlemliyoruz. Mesleğim gereği medikal kat benim için çok daha ilgi çekici idi. Orada bugünün tıbbi teknik imkanlarının ilk şekillerini görüyoruz. İlk mikroskop, dinleme aletlerinin ilk şekilleri, röntgen ve EKG nin ilk halleri bu alanda ne büyük gelişmelerin olduğunun göstergeleri. Bunları görüp insanoğluna sağladığı imkânları düşününce bu günlere gelinmesinde katkısı olanları minnetle, şükranla anıyorsunuz. Daha sonra yakınındaki Tabiat müzesi ve

V.A. müzelerini geziyoruz. Farklı bir adresteki British museum’u da görüyoruz. Her biri büyük binaları ve çok iyi salonları ile gezilip görülecek yerler. British Museum’da her ülke ve medeniyetten eserler farklı kat ve salonlarda sergileniyor. Tamamı 2-3 günde ancak gezilebilecek kadar zenginlikte. Mısır bölümündeki firavunlarla ilgili eserlerin Kahire’deki müzeden daha fazla olduğu kanatim olayı daha net anlatır.

Akşam meşhur Westminster köprüsüne gidiyoruz. Köprü ve çevresi dünyanın her yerinden gelmiş insanlarla dolu. Değişik müziklerle eğlenen küçük guruplar, kuran okuyarak kendini dinletenler gibi değişik, her din ve dilden insanları görüyoruz. Bu kalabalık ve çeşitliliğe rağmen bizdeki gibi kucağında bebekle dilenen genç

kadınlar, elindeki kağıt mendili satmak bahanesi ile arabaların camlarına gelen çocuklar gibi olumsuzlukları görmüyoruz. Köprünün bir tarafında 1859 da yapılmış, Londra için marka özelliğindeki Big Ban saat kulesi ve yanındaki saray; karşı tarafta Londra’nın gözü (London eye) denilen 135 m. yüksekliği ile dünyanın en yüksek dönme dolabını görüyoruz. Kişi başı 40 sterlinle girilen ve yılda 3 milyon kişinin bindiği bu dolaba akşamları kapalı olduğu için binemiyoruz.

Sonra Oxford’a gidiyoruz. Burası dünyanın önemli bir eğitim merkezi. Dünyanın dört bir tarafından gelmiş öğrencilerle dolu. Ülkemizden de çok öğrenci var. Birçok iş, bilim ve siyaset insanımızın burada eğitim gördüğünü de biliyoruz. Eğitim kurumlarının şehir ile iç içe olduğu bu şehri arabamızla gezip görerek yakınındaki orta çağdan kalma taş evleri ile bilinen Burford kasabasını görmeye gidiyoruz. Bizim Safranbolu, Beypazarı kasabalarımız gibi tarihi dokusu bozmadan yapılan restorasyonlarla turizme kazandırılmış ilginç bir kasaba. Dönüşte Bicester Village adlı outlet alışveriş merkezine uğruyoruz. Dünyanın belli markalarının mağazalarının olduğu bu mekânda özellikle Ortadoğu’dan gelmiş insanların alışveriş çılgınlığı(!)nı görünce turizmin önemini bir daha anlıyoruz. Şehrimizde-ülkemizde bu alandaki bilinçlenmenin artması ve iş insanlarımızın ilgisinin artması gerektiğini görüyoruz.

Sağlık ve iyilikte olmanız dileklerimle.