Oğuz Çetinoğlu: İdeal Türk kadınının
hususiyetlerini belirtebilir misiniz?
Hicran Göze: Doğumundan ölümüne kadar içinde yaşadığı toplumun ona
verdiği şekille şekillenen, o cemiyete ‘Türk cemiyeti’ damgasını vuran türlü
âdetlerin, örflerin zenginliği içinde yaşaya yaşaya hiç kimseye benzemeyen,
yalnız milletine has bir görünüş ve ruh kazanan insandır.
Çetinoğlu:
Toplumumuzda bu ölçülerde kadın var mı?
Av. Göze: Ne yazık ki yok denecek kadar az… İdeal Türk kadınını
bâzen içine hapsolduğu târihin tozlu sayfalarından çıkarıp bir tablo seyreder
gibi seyrediyoruz. O kadınla aramızdaki bağları, ondan bize intikal etmesi
lâzım gelen kıymetleri düşünmek pek çok kişinin aklına bile gelmiyor!
Düğünü. Düğününde giydiği
elbisesi, hayat anlayışı, sâhip olduğu imânı ve şahsiyeti, târihe geçmiş
kahramanlıkları, elinden bin bir mahâretle çıkmış şimdi müzeleri süsleyen
nadide işlemeleri, kendisine hoş vakit geçirten meşgaleleri ve türlü
eğlenceleri ile bu kadın ne kadar Türk ve ne kadar Müslüman’dı.
Çetinoğlu: Günümüzdeki kadınlar?
Göze: Günümüzdeki kadın ise batılılaşmanın, millîyi her zerresi ile
silen bir batılılaşmanın tâlihsiz mahsûlü…
Batı’daki hemcinslerinin hayatını
en hurda teferruatına kadar yaşayan, bir ecnebî nazarında dahi millî hususiyetlerini
ve orjinalitesini kaybeden bu kadın, öz kültüründen hiçbir örfün ve âdetin
zenginleştiremediği bu yeni ‘taklit’ yaşayışında gün geçtikçe bunalıyor,
sıkılıyor, ziyan oluyor. Yazık oluyor Türk kadınına.
Çetinoğlu: Batıda ve bizde kadın
meselesi hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Göze: Bu gün Batı’da olduğu gibi bizde de çözümlenmeyi, açıklığa kavuşturulmayı
bekleyen bir ‘Kadın Meselesi’ var!
Batı’yı körü körüne taklit etme
hastalığına tutulduğumuzdan beri onunla müşterek dertlere uğramamız, aynı
felâketlerden korkar olmamız artık tabiîleşmiştir. Kadın unsurunda görülen
moral çöküntünün derinlerine inerek bazı tespitler yapmak zarurîdir. Çünkü bu
basit bir mesele değildir. Kadının huzurlu olmaktan çok uzak olan bu günkü
hayatında, insanlığı tehdit eden pek çok mesele gizlidir.
Asrın kadını, kendisini hürriyet
ve eşitlik diye yola çıkaran parlak ve cilâlı boş lâfların neticesi bir seks
çılgınlığının içine düşmüştür.
Manevî bağlarını koparmış bir
insanlığın dramından hissesine en çok rezâlet düşen ne yazık ki kadınlık olmuştur.
Kadın bugün sâdece bir mal
hükmündedir. Öyle bir mal ki, bütün olarak da, parça parça öne sürülerek de vücudundan
milyonlar kazanmak mümkündür.
Kadın hürriyet ve eşitlik uğruna
evinin mahremiyetinden koparılarak kaldırımlara düşürülmüştür. Kadının
böylesine istismar edilip kullanıldığı bir devir yoktur diyebiliriz.
Bu günün kadını, önce kendinin
düşmanıdır. Bütün diğer vasıflarını, devleştirdiği dişiliğinin uğruna zedelemiş
ve feda etmiştir. Kendisini yalnızca bu açıdan değerlendiren bir erkek kütlesi
yaratarak gafletin eşsiz örneklerinden birini vermiştir.
Aile kadınları tek hedefi seks
olan bir modanın tâkipçisi olarak sâdece bir dişi hâline gelmiştir. Ana kadın,
eş ve hemşire kadın bu insafsız moda kasırgasının silip süpürdüğü varlıktır.
Bir dişi için büyük paralar
harcayan ama anaya, kardeşe, evlâda sırt çeviren erkekler çoğalmıştır.
Kısaca ifade edersek, dişi olarak
kazanmak sevdasına düşen kadın, ana, eş, bacı ve evlât olarak çok şeyler kaybetmiştir.
Çetinoğlu: ‘8 Mart Kadınlar Günü’ hakkında neler söylemek istersiniz?
Göze: Bir 8 Mart kadınlar günü dolayısı ile bâzı gazetelerin
köşelerini tutmuş özgürlük taraftarı ve feminist hanım yazarlarımız neler neler
döktürmüşlerdi… Büyük bir coşku ile kutladıkları bir kadın da vardı.
Kumkapı’nın bir meyhânesinde gece yarısı annesi ile kafa çekerken kendisini
rahatsız eden meyhâne sâhibini, bıçağını çekip öldürüvermişti.
Bu çok mâsum (!) genç kızımız
mâsumiyeti neticesi katil olduktan sonra ise medyamız sâyesinde her gün bir
kanalda herkesi irşat (?!) ederek meşhur da olmuştu… Daha sonra da kocasını
öldürdüğü hanımla sarmaş dolaş gazinolarda sanat (!) icra etmeye başlamıştı.
Çetinoğlu: Ne kadar rezil
olurlarsa o ölçüde meşhur olmak… Şöhrete giden en garantili yol…
Göze: Bizim kadın kahramanlarımız medyamız sâyesinde artık
bunlar… Her mukaddes mefhumu senede bir günün içerisine hapsetmeye meraklı
oluşumuzdan beri dünyanın en ulvî varlığı kadına da tek bir günü lâyık görerek
ne kahraman (!) kadınlar üretiyoruz.
Çetinoğlu: Feminist yazarlarımız
var. Onlar Türk kadınına nasıl bir gelecek hazırlıyorlar?
Göze: Feminist yazarlar, kadın hürriyeti adına kadınlarımızı, kızlarımızı
meyhâneye dâvet ediyorlar. Onların hazırladığı geleceği düşünmek bile ıstırap
verici.
İsveç televizyonunda kadın
bacağının dörtte birini gösterip çorap reklâmı yaptırılırsa bütün feministler
ayağa kalkar. Bizde ise yalnız televizyonun değil hemen hemen bütün gazetelerin
istismar ettiği tek şey hâline gelmiş kadın bedeninin teşhirini bir haysiyet ve
şeref meselesi yaparak hesap soran tek gerçek feminist bayan var mı acaba?
Sözde feminist yaygaralar ve
iğrenç konuşmalarla dolu, ipek kâğıtlı mecmualarda, bir portakal veya elma gibi
soyulup soyulup, sırtından tiraj ve para kazandığınız kadını, bütün şerefli
adlardan da mahrum bıraktıktan sonra ‘Kadının
Adı Yok’ diye kitap yazıp gene keseyi doldurmanın ise pek çok adı vardır…
Ama o adlar ancak magazin basınının üretmeye çalıştığı kadın tiplerine yakışır.
Olağanüstü gayretlerinize rağmen,
hâlâ nesli tükenmemiş namuslu, fedakâr, âilenin temel direği ‘Türk ve Müslüman’
kadının ise cemiyette adı da vardır sanı da, soyu da bellidir, sopu da.
Çetinoğlu: Genç kızlarımız
hakkında neler söylemek istersiniz?
Göze: Genç kız deyince gözümde canlanan bir hayâl var. Ben o hayâli
çok sevdim ve seveceğim de.
‘Hayâl’ diyorum, çünkü günümüzdeki genç kız gerçekleri o hayâlden o
kadar uzaklarda ki… Yarım asrı çoktan devirmiş olanlar, belki nostalji ama
bambaşka bir genç kızı hatırlarlar. Berber eli değmemiş, permasız, boyasız
saçları, makyajsız yüzleriyle fistolara, dantellere, kurdelelere dost olan
bambaşka genç kızları…
Onlar, oturuşları, kalkışları,
konuşuşları, küçüklerine ve büyüklerine davranışlarıyla ne kadar ölçülü ve
zariftiler. Yün örmesini, dikiş dikmesini, nakış yapmasını da bilirler ve kitap
da okurlardı.
O genç kızlar haksızlığa
uğrasalar dahi hocalarına çok saygılıydılar. Sesleri kuş cıvıltısı gibiydi.
Sigara ve içki onların hiç tanımadığı şeylerdi
Mevcut olmayan diskoteklerin,
barların ve kafelerin değil kırların temiz havasını teneffüs ederlerdi. Doğu ve
Batı çatışmasının tam ortasında olmalarına rağmen henüz bozulmamış olan Türk
âilesinin koruyucu kanatları altındaydılar.
O âileler ki kadınları henüz
erkeklerin kurtarılması lâzım gelen içki ve kumar ve fuhuş batağına düşmemişti.
Yolunu şaşırmış erkeği bile
kurtaran bir huzur yuvası olan evin çatısı altında ana kadınlar vardı. İşte o
genç kızlar o ana kadınların çokça bulunduğu toplumun eseriydi.
Zamanımızın genç kızlarının
ideali ‘önce vatan ve âilem’ diyen o
ana kadınlar olmalıdır. Bu günün genç kızı ise her türlü vasıta ile gözüne
gözüne sokulan bu karakterin tam tersi bedbaht kadın tiplerine
imrendirilmektedir.
Açıkça söyleyelim, bu günün genç
kızı, âileyi Türk yapan, onu analık ve eşlik vasıflarına sâhip kılan pek çok
değerin yabancısı hatta düşmanı olarak yetişmektedir.
Çetinoğlu: Bahaneleri hazır:
Dünya küçüldü, sınırlar kalktı, kültür
alışverişi yaygınlaştı deniliyor…
Göze: Kültür alışverişini kimse inkâr edemez. Ama seçimi iyi
yapmak, kendi kültürünü fedâ etmemek şartı ile…
Çetinoğlu: Günümüzün revaçta olan
fikrî moda akımı sosyalizm, kadınları nasıl şekillendiriyor?
Göze: Yüzlerce çeşit sosyalizm sayılmıştır. Hepsinin temeli de
materyalizme yâni maddeciliğe dayanır. Buna rağmen sosyalizm iki ana grupta
toplanabilir: Marksist sosyalizm, Marksist olmayan sosyalizm.
Marksist sosyalizm için insan
tipi işçidir. Nasıl işçi? Ferdiyeti ve milliyeti olmayan işçi, makinenin bir
parçası olan işçi…
Nitekim Komünist Rusya’da bütün
kadınlar da en süflisi de dâhil olmak üzere hangi işte çalışırsa çalışsın işçi
sınıfının menfaatine göre muamele görmüşlerdir. İşçi sınıfının menfaati neyi
icap ettiriyorsa kadın onu yapmak mecbûriyetindedir. Çocuklarını devlete
bırakmak, evliliğini devletin isteğine göre ayarlamak dâhil.
İnsanları bir köle durumuna
getiren proleterya diktatörlüğü kadını da aynı ölçüde ezmiştir. Bunun bir tek
istisnası vardır. Reklâm ve propaganda için kullanılan artistler, sirk
cambazları gibi önde gelen sanatkâr taifesi…
Ama onlar da sırasına göre
komünist partisinin ileri gelenlerine yem olmaktan kurtulamamışlardır.
Batı tipi sosyalizmdeki kadın ise
biraz daha talihlidir. Çünkü bâzı şeyleri seçme hürriyetini elde etmiştir.
Hattâ karakterini bulmak imkânına da sâhiptir. Ne var ki onun da hareket
noktası madde olduğu için ve cemiyet tarafından öyle şartlandırıldığından
dolayı tâkip edeceği yolu tam çizemez. Hayatını kazanmak için çalışır. Kazandığı
para ile yapmak istediği şey ise o hayatı istediği gibi yaşamaktır. Seks
özgürlüğünün yalancı câzibesine çabuk kapılır. Daha çocukluktan çıkmadan kadınlığa
ayak basar. Bu ayak basış bir âile çevresinde değil, kendisine pek çok oyuncağı
gerçekmiş gibi sunan toplumunda olur. Ticâretin can damarı olan reklâmın sâyesinde
bu piyasada bedeni ile yerini alır. O da artık bir çeşit köledir. Komünizmin
kadınından daha farklı olarak refah içindedir ve biraz da enteldir.
Burjuvazinin sunduğu nimetlerle, kendine has bir entelliği biraz
karıştırmıştır. Bu tip kadın evliliği yük olarak görür, anne olmak istemez,
birliktelikten yanadır. Yaşlılık kapısını çalana kadar cinselliğini yaşamak
ister. Yaşlılığı karşılayacak mânevî gücü, toplumu kendisine vermediği için son
yıllarında bunalır ve alkolden, uyuşturucudan yardım ister. Entelliği ona
bunalımını önleyecek şeyleri vermekte hasis davranmıştır. Bu noktada komünizmin
kadını daha mâsum ve mahkûm görülebilir.
Her ikisinin de müşterek tarafı
birisinin sefâlet diğerinin sefâhat tarafından âile dışına çıkarılmış
olmasıdır. Bu da bir nevi işçiliktir sanki. Nitekim batı sosyalizmi bu
kadınları meslek sâhibi kabul etmiş ve sendika hakkı da vermiştir.
Komünizmin kadınına canlı bir
misal verilirse bu herhangi bir ‘Katerina’
veya ‘Nataşa’dır. Ama sosyalizmin
kadını meselâ bir ‘Simon de Beauvoir’ da olabilir. Bunlar sosyalizm kadın
tayfının iki kutbudur.
Çetinoğlu: Açıklamalarınız için
çok teşekkür ederim Efendim. İnşallah eskilerin ifâdesiyle tenebbühe, gafletten
kurtulmaya ve doğrunun bulunmasına vesile olur.
Av. HİCRAN GÖZE:
Yazar ve
hukukçu. Yarım asırdır devam eden yazarlık hayatında pek çok önemli esere imza
attı.
1931’de
Kadıköyü’nde İbrahimağa Mahallesi’nde, Ruhsar-İhsan Gürsan çiftinin kızı olarak
dünyaya geldi. Çocukluğu, babasından
ayrı olarak anneannesi Nigâr Hanım ve dayısı Basri Kayaman’ın himâyesinde, eski
Kadıköyü’nün güzel ve nezih atmosferinde geçti. Kadıköyü’ndeki 35. Gâzi
ilkokulunu bitirdikten sonra bir zamanlar Kızıltoprak’ta Zühtü Paşa’nın köşkü
olan Kadıköy Kız Ortaokulu’nda birinci ve ikinci sınıfları okudu. Ortaokulu
Zühtü Paşa’nın kızlar için yaptırdığı Kızıltoprak’taki taş mektep’te
bitirdikten sonra gene aynı Paşa’nın hayır eseri olan, bir zamanlar ‘Kenan
Evren Lisesi’ olarak anılan lisenin birinci sınıfını bitirdiği sırada okulun
kapatılması üzerine lise tahsilini Müşir Ahmet Ratip Paşa’nın köşkü olan Çamlıca
Kız Lisesi’nde tamamlayarak 1950 senesinde mezun oldu. Hayatına üvey baba
olarak giren Avukat Burhanettin Güleryüz’ün fikrî yapısının şekillenmesinde
payı büyüktür.
1950 yılında
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Sınıf arkadaşı olan Ergun Göze
ile 1954’te evlendi. Fakülteden evliliğin araya girmesiyle ve anne olmanın
yüklediği sorumluluk sebebiyle biraz gecikmeyle 1956 senesinde mezun oldu. Üç
çocuğu, beş torunu ve bir de torun
çocuğu bulunmaktadır.
Bir dönem ‘Bâbıâli’de Sabah Gazetesi ’nde imzasız
olarak ‘Kadın ve Ev ’ köşesini
hazırladı. Hicran Göze’nin, ‘Yeşilay ’,
‘Töre’, ‘Büyük Türkiye’, ‘Şadırvan
’ ve ‘Kubbealtı Akademi’ mecmualarında yazıları yayınlanmıştır.
ençlik
yıllarında Yeşilay Cemiyeti Kadınlar kolu gibi birçok dernek bünyesinde aktif
faaliyet gösteren Hicran Göze çalışmalarına
hâlen devam etmektedir.
Yayınlanmış
eserleri: *O Bir Yetim İdi, *Sulh Peygamberi, *Kılıcın Hakkı (üç safhada Hz. Peygamberin hayatı), *Türk Kadını (Muhtelif
mecmualarda çıkan yazıların toplamı), *İçkinin
Kokusu, Sigaranın Dumanı ve Kadın (Uzun seneler Yeşilay mecmuasında çıkan
yazılar), *Âyetler ve Kadınlar (Kadın
konusundaki âyetleri inceleyen bir araştırma), *Zor Yılların Zor Kadını Halide Edip Adıvar (biyografi), *Mâverâdan Gelen Ses (Sâmiha Ayverdi biyografisi), *Kadıköylü
Yıllarım (hâtıra ), *Hüzünlü Bir Yolculuk – Mehmed Âkif
(biyografi), *Bir Zamanların Kadıköyü’nde
Edebiyatçılar ve Aşkları, *Ergun Göze ile Elli beş Yıl, *Yahyâ Kemal ve Atatürk.