Müslüman Toplumların Temel Açmazı Kur’anı Anlayamamak

114

 

Şeriat ve Tarikatı Yeniden Hakikate Götüren Yollar Haline Getirme İhtiyacı

Müslüman toplumların, İslam inanç ve düşünce yapısının temel doğrularından yavaş yavaş uzaklaşmalarının ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi de hiç şüphesiz bin yılı aşkındır süregelen Şeriat-Tarikat -Sufilik ilişkileri ekseninde sürdürülen tartışmalardır.

İslam Tarihi, Sufilik ve Tarikatlar merkezli birazcık araştırma yapan herkesin ilk tespit edeceği husus şudur. Sufi akımların ve Tarikatların ortaya çıkışı çoğunluk olarak Tebe-i Tabiin dönemiyle birlikte görülmektedir. Gerçi Tabiin döneminde de kendilerine Zahidler denilen insanlar vardı. Böyle bir yöneliş başlamıştı ama genel yönelişin Tebe-i Tabiin dönemiyle ortaya çıkmaya başladığı hususunda ihtilaf bulunmamaktadır.

Bu demektir ki gerek Hz.Peygamber’in sağlığında ve gerekse Sahabe döneminde, Müslüman toplumlar arasında geleneksel anlamda Sufi hareketlere ve Tarikatlara rastlanmamaktadır.  

Aşırı dünyevileşme sufiliğe yönelişi tetiklemiştir

Tasavvuf, Sufi akımlar ve Tarikatlar üzerine araştırma yapan araştırmacıların ortak kanaatlerinden birisi şudur. Müslüman toplumlar arasında inanç yozlaşmasının ve dünyevileşmenin (dünyevi değerlerin, mal, mülk, saltanat hırslarının ve her türlü dünyevi zevklere yönelişin) artması, Sufi akımların ve Tarikatların ortaya çıkmasını tetiklemiştir.

Sufi akımların ve Tarikatların temel hareket noktası şu olmuştur.”Allah’ın sevgisi ve ona bağlılık dışında hiçbir şeye kalpte yer vermemek.”Bunun daha anlaşılabilir karşılığı şudur. Dünyevi değerlere, hırslara, zevklere değer vermeyerek yalnızca Allah sevgisi merkezli bir hayat sürmek.

Müslüman toplumlar arasında hicri ikinci asırdan sonra başlayan bu yöneliş, zamanla artarak devam etmiş olup bu gün İslam Coğrafyasının hemen her tarafında Sufi hareketlere ve tarikatlara rastlamak mümkündür.

Müslüman toplumlar arasında hicri ikinci asırda başlayan bu yeni yöneliş, doğal olarak yeni bir tartışmayı da başlatmıştır. Şeriat-Tarikat merkezli bu yeni tartışma bazen ölçülü ama çoğu kez de aşırı ve yaralayıcı boyutlarda bu güne kadar sürdürülegelmiştir.

Bin yılı aşkın süredir devam edegelen bu tartışmalarda tarafların diğer taraflar hakkında söylediklerini, karşılıklı iddiaları veya savunmaları burada sıralamanın veya taraflardan birisi lehine veya aleyhine haklılık haksızlık gerekçeleri arayıp sıralamanın yararı olduğunu düşünenlerden değilim. Tam tersine aynı inanç ve düşünce ikliminin içinde gelişen ama biraz farklı olan bu geleneklerin aslında nerelerde birlikte veya ayrı ayrı hatalar yaparak bu günlere kadar gelindiğinin araştırılıp, konuşulması ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Buyurun birlikte tespitler yaparak birlikte  düşünelim isterseniz.

*Tespit  1: Müslüman toplumlar arasında Hz.Peygamber sonrası dönemde inanç ve düşünce alanında yozlaşmaların başladığı, temel doğrulardan sapmaların görüldüğü, dolayısıyla esasen İslam İnanç ve Düşünce Yapısının hoş görmediği aşırı dünyevileşme yani, dünyevi değerlere aşırı yöneliş, dünyevi hırsların, zevklerin hayatı birinci derecede yönlendirici noktaya gelmeye başlamaları gerçeği inkar edilemez. Bunu doğru bulmayan bir kısım müminlerin bu yanlış yönelişlere karşı İslami değer ölçüleri içerisinde kalmak kaydıyla dünyevileşme karşıtı bir tepki koymalarında yadırganacak bir taraf bulunmamaktadır.

Masiva’dan yani insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeyden ilgiyi kesme, onlara birincil derecede değer vermeme, Mavera’yı bilip anlamaya çalışarak nefsi olabildiğince unutma, nefsin isteklerinden tamamen vazgeçerek tam anlamıyla Allah’a teslim olma adına Fenafillah peşinde koşmanın, ruhlarımızın adam akıllı kirlendiği dünyada kime zararı var.Tam tersine insanlara yaradılış gayelerini hatırlatan birer uyarıcı etkileri olduğu kuşkusuzdur.

Ne yazıktır ki zaman içerisinde Şeriat da Tarikat da yozlaşmalardan nasibini almıştır

*Tespit   2: Üzülerek ifade etmek gerekirse, Müslüman Toplumlar arasındaki genel yozlaşma ve bu yozlaşmalarla birlikte ortaya çıkan sapmalar her iki tarafı da etkilemiştir.Yani Şeriat-Tarikat merkezli tartışmaların tarafı olan her iki taraf da bu yozlaşmalardan ve sapmalardan nasiplerini almışlardır. Bu bağlamda ifade etmek gerekirse;

-Söylemlerinin merkezini Kur’an Ahkamı (hükümleri) kavramı üzerine oturtan Şeriat yanlıları bir çok alanda Kur’an’ın temel doğrularını yanlış yorumlamışlar ve Kur’an’ın insanlara ve doğal olarak müminlere açtığı geniş ufku daraltarak İslam’ı bütüncül bir bakış açısıyla anlama doğrusundan uzaklaşmışlardır.

-Bu duruma paralel bir gelişme de Sufi akımlar ve tarikatlar arasında görülmüş ve İslam Akaidinin ve genel olarak İslam İnanç ve Düşünce Yapısının hoş görmediği bir çok anlayış ve davranış biçimi Sufi akımların ve tarikatların içerisine nüfuz etmiştir. Bu anlamda özellikle Hıristiyan Ruhbanlığı ve Hint Mistisizmi başta olmak üzere İslam öncesi yerleşik inanç ve kültürlerin bir çok geleneği veya parçası Sufi hareketlerin ve tarikatların gelenekleri ve anlayışları arasına sızmıştır.

-Ne yazıktır ki her iki taraf da sapmaları, sızmaları ve yozlaşmaları önleyememiştir.

Tespit   3: Dini, dini anlayışları ve hizmetleri devletin ve egemenlerin kontrol alanı içerisine sokan Bizantinist anlayış, nasıl zamanla müminlerin hareket alanını daraltarak yönetenlere itaati, yönetenlerin veya egemenlerin ortaya koyduğu veya koydurduğu ilkeleri mutlak doğru olarak algılamayı geleneksel İslam anlayışı diye müminlere dayatmış ise sufi akımlarda ve tarikatlarda da ne yazıktır ki öndere veya şeyhe mutlak itaati her şeyin önüne koyan bir anlayış müritlere veya mensuplara dayatılmıştır.    

Kısaca Müslüman toplumlarda gerek yöneten-yönetilen ilişkileri ve bu ilişkileri düzenleyen kurallar ve gerekse Şeyh-Mürid ilişkileri ve bu ilişkilere yüklenen anlam ile tarikat önderleri veya Şeyhlere yüklenen misyonlarda sorunlu alanlar bulunmaktadır.

Bu söylediklerimiz elbette genele yönelik bir belirleme değildir. Ama ifade etmek gerekir ki bir çok sufi oluşumda bu ve benzeri sorunlu alanlarla karşılaşmak mümkündür.

Mesela;

-Allah’ın razı olduğu ve necata yani kurtuluşa erecek bir mümin olmak için mutlaka bir şeyhe tabi olmak gerektiği,

-Şeyhin müridinin yaptığı her şeyi gördüğü ve bildiği,

-Müridin şeyhi karşısındaki konumunun ölünün ölü yıkayıcısı karşısındaki konumu gibi olması gerektiği,

 -Müridi sıkışıp “yetiş ya Gavs ” dediğinde şeyhin nerede olursa olsun yetişip müridini sıkıntıdan kurtardığı, zaman ve mekanla bağlı olmadığı,

-Şeyhin her sözünde bir keramet bulunduğu, her söylediğinin tartışılmaz ve mutlak doğru olduğu

Vb. anlayışlar, ne yazıktır ki İslam İnanç ve Düşünce Yapısının Akaid esasları ve bu esaslar çerçevesinde şekillenen Allah’la kulları ve kullarla kullar arası ilişkileri düzenleyen temel esasları ışığında sorgulanması gereken sorunlu alanlardır.  

Müridler Şeyhleri çoğu kez yanlış uçuruyorlar

Tespit   4: İşin ilginci Şeyh-Mürid ilişkileri merkezli bu sorunlu alanların bir çoğu aslında daha çok müridler kaynaklı olan ve müridlerin şeyhi uçurması merkezli ifadeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani müridler kendi önderleri ve şeyhlerine bağlılıklarını ifade eder ve onların vasıflarını ortaya koymaya çalışırken çoğu zaman ölçüyü kaçırmakta ve Akaid açısından sakıncalı tanımlamaları bilinçsizce kullanmaktadırlar.

Halbuki Kur’an ne güzel bir öğüt kitabıdır. Fatiha Suresi ayet 4 de “İyyakeNa’büdü ve İyyakeNestaiyn yani Allahım yalnızca sana kulluk ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz” diye öğütlemektedir. Yine yol gösterici şekilde Hıristiyanların ve Yahudilerin düştüğü hataları örnek göstermekte ve Tevbe Suresi 31-34 ayetlerinde özetle” onlar Allah’ı bırakıp kulları durumundaki bilginlerini ve rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i helaller ve haramlar ortaya koyan itaati zaruri otoriteler kabul ederek ilah haline getirdiler…..” hatırlatmasıyla müminlerin aynı hataya düşmemesi öğütlenmektedir.

Tespit  5: Ne acıdır ki aşırı dünyevileşmeye bir tepki olarak doğan sufi hareketler ve tarikatlar bu gün kendilerinin dünyevileşmesi tehdidiyle karşı karşıyadırlar. Bırakın bir lokma bir hırka anlayışını İslam İnanç ve Düşünce Yapısının en temel tavsiyelerinden olan sade bir hayat sürme öğüdünün gereğini bu gün kendisini Sufi olarak niteleyen bir çok insanda görmek mümkün değildir.

O halde ne yapmalıyız?

Herkes Kur’an’ın mutlak doğrularını rehber edinmelidir

Yapılması gereken hiç şüphesiz eğer varsa yozlaşmaları ve sapmaları düzeltip her alanda İslam inanç ve düşünce yapısının bize sunduğu saf, temiz, eşsiz ve bizi dünya ahiret mutluluğuna ulaştıracak ilkeleri ve bilgileri hayatımıza egemen hale getirmek olmalıdır.

Zira Müslüman toplumların da hatta insanlık aleminin de ruhlarımızı kötü düşüncelerden, dünyevi hırslardan koruyacak, aşırı dünyevileşmenin doğurduğu tehditlere karşı insanlığı uyaracak saf ve temiz gönül insanlarına ihtiyacı vardır ve ihtiyaç aslında giderek daha da artmaktadır. Günümüzde insanlarımızın akın akın tarikatlara ve gönül insanları olarak nitelenen insanların etrafındaki halkalara yönelmesinin altında yatan etkenleri doğru algılamak zorundayız. Yozlaşmanın, aşırı dünyevileşmenin, dünyevi hırsların ve zevklerin birincil derecede yönlendirici hale gelmesinin insanları ne kadar rahatsız ettiği ortadadır. Bu rahatsızlık onları doğal olarak manevi sığınaklara yöneltmekte ve ruhlarını temizleme ihtiyaçları onların yeni yönlendiricileri olmaktadır.

O halde yapılması öncelikle gereken onları hayal kırıklığına uğratmamak, onlara sığındıkları bu mekanların muhabbetullah mekanları olduğunu göstermektir.

Derviş Yunus ne güzel ifade etmiş.

Şeriat Tarikat yoldur varana,

Hakikat meyvesi andan içeru

Mademki her ikisi de hakikate giden yollardır ve her ikisi de hakikat O halde her ikisinin de mutlak hakikatın yani Kur’an’ın temel öğretileri ve yanılmaz öğütlerine aykırı olmama zorunlulukları vardır. Dolayısıyla her ikisi de kendilerini Kur’an’ın temel öğretileri ve öğütlerine göre düzenlemek zorundadırlar.     

Bu yapılabildiğinde hiç şüphesiz bin yılı aşkın süredir devam edegelen Şeriat-Tarikat eksenli tartışmaların çoğunluğu da kendiliğinden son bulacaktır.

Devam edecek…