“Murat Adji” diye Bir Yazar – II

89

B – ‘KIPÇAKLAR’ KİTABI HAKKINDA

Kitabın tam adı; KIPÇAKLAR (Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi). Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları’ndan 2002 yılında çıktı. Çeviricisi Dr. Zeynep Bağlan ÖZER. Çeviren hem O’nu anlamış hem de anlatabilmiş gözüküyor.

312 sayfa olan kitap, konuları daha da ilginç hale getiren resim ve tablolarla süslü. Kitap, 36 bölüm ve ‘Vatanımız Bozkır / Beşiğimiz ise Altay‘ resimleriyle başlıyor. Önsöz kısmında Çeviren, Yazarın arayışını ve yazma yönteminin yansımalarını net bir biçimde özetlemiştir.

  • Giriş kısmında Yazar, Karlı Saha‘dan (Yakutistan) Orta Avrupa‘ya, Sibirya‘dan sıcak

Hindistan‘a kadar Türklerin coğrafi yakınlığından bahseder ve ‘Afrika’da bile Türkçe konuşan yerleşim bölgeleri bulunmaktadır‘ der. Türk Dünyası topluluklarını saymakla kalmaz, onlara; Avusturyalılar, Bavyeralılar, Bulgarlar, Boşnaklar, Macarlar, Litvanyalılar, Polonyalılar, Saksonlar, Sırplar, Ukraynalılar, Çekler, Hırvatlar, Burgunlar ve Katalonları da ilave eder.

  • Millet Nedir? Bölümünde, bir milletin oluşmasının asırlar boyu süren bir vetire olduğu ve

bir ağacın meyvesi gibi belli bir zaman içerisinde olgunlaştığı beyan edilir. Etnografya biliminin insanlara, diğer insanlar arasında doğru ve huzurlu yaşamayı öğretmesi vurgulanır.

  • Neden Farklı Konuşuyoruz? Bölümünde, dünya milletlerini öncelikle dillerinin farklı

kıldığı ve bu farklılıkların bugün de muhafaza edildiği ifade edilir. Altay‘ı, dünyanın en güzel yeri; Altaylıları ise sarışın ve mavi gözlü insanlar olarak tarif eden yazar Babil Kulesi’ni şahit tutar.

  • Asırların Karanlığından Görünenler Bölümünde, uydurma Çin hikâyeleri ve kadim

vakayinameler hakkında tafsilat verilir. Özellikle Çinlilerin Türkleri kötüleyen hatta maymuna benzeten karşılaştırmalarına karşın kadim Türklerin yüzlerini resimlerle ortaya kor. Yanı sıra Türk ve at bütünlüğünü de işaretler.

  • Çalışma Odasının Sessizliğinde Yapılan Keşif Bölümünde, kadim Türk sanatı bezeklerin

kurganlarda ve yazıtlarda en az 2 bin yıl öncesine ait hususiyetleri çizimlerle tablolaştırılır. Kadim Altay’ı 1893‘de çalışma odasında çözen Thomsen‘in keşfinin önemi ‘Türk Milletinin yeniden doğuşu‘ olarak tarif edilir. Ve bununla ilgili yazıt örnekleri sunulur.

  • Taşların Dili Bölümünde, Altay‘da ilk kabilelerin arkeolojik bulgulara göre günümüzden

200 bin yıl önce ortaya çıktığı ve güneyden, Hindiçin tarafından geldikleri anlatılır. İnsanlığın büyük bir kısmını oluşturan Mongoloid ve Avrupoidlerin de bu bölgede teşekkül ettikleri anlatılır. Altay‘daki tasvir edici resimler, Altaylı ustaların taşı ateşe ve suya işlemeleri dünyada tek örnek olarak vurgulanır ve model resimlerle ispatlanma yoluna gidilir.

  • Altaylardan İlk Göç Bölümünde, insanların mağaralardan çıkmasının Altaylıların bronzdan

yaptıkları baltalarla ağaç kesmeleri ve ‘Kuren‘ adı verilen ahşap evleri yapmalarıyla sağlandığından bahsedilir. Yazar bunu olağanüstü bir hadise olarak nitelendirir. Bunun yanı sıra Altaylıların 10 kelimelik basit dilinin de önemi vurgulanır. Ev eşyaları, aletler ve koloniler için gelişimin asırlar boyu devam eden uzun bir sürecin neticesi oluşu aktarılır. Kurganlar ve ongunlar resimlendirilerek konu detaylandırılır.

  • Kadim Altay’ın Keşfi Bölümünde; Tayga, Katun, Biya (beyaz nehir), Anasu, Ob (nine), İli

(doğulu), Baygöl, Meru (dünya) gibi coğrafya ve yer adları Türk dil özellikleriyle anlamlandırılır. Yeni doğmuş bir bebeğin nehrin buz gibi soğuk suyuna daldırılıp çıkarılması ve yaşıyorsa sağlıklı kabul edilmesi alışkanlığını bile Türk kelimesinin güçlü anlamına gelmesiyle ilişkilendirir. Yanı sıra Türk Milletinin dünyayı kavramasını gösterir Altay‘daki kayalar üzerine yapılmış ilk coğrafi harita sergilenir.

  • Çam Bayramı Bölümünde, eski zamanlardan beri Türklerde kutsal olan ve Altay‘da bolca

bulunan çam ağacının 25 Aralık’ta yani kışın tam ortasında bayram olarak kutlandığını, Yer-su‘ya ithafen Ülgen‘e dualar edildiğini, gece boyunca ‘koraçun, koraçun (azalsın), şeklinde naralar atıldığını söyleyen Yazar, Noel alışkanlığının temelinin Türkler olduğunu iddia eder.

  • Kadim Altay Resimleri Bölümünde, Türklerin yaşadıkları çevreyi incelemekte ve

tanımakta çok mahir oldukları kadim ressamlar eliyle çizilen taş heykelcikler vasıtasıyla aktarılır. Kaya resim sanatının Türklerde 3 – 4 bin yıl önce çıktığını ifade eden Yazar, insan hayatı tasvirlerinin oldukça şaşırtıcı olduğunu söyler ve ekler: ‘Halkın sanatı onun ruhudur.’

  • Büyük Keşif Bölümünde, 2500 yıl önce Altay‘a gökten bir meteorun düşmesi, bu siyah

taşın demir ihtiva etmesiyle Türklerin bu gök demirini tanıdıkları anlatılır. Timur adlı bir Altaylı Türk, metalden soba yaparak demiri bu sobada eritmeye durmuştur. Tekerlekten sonra insanlığın en büyük keşfi bu olmuştur diyen Yazar, demir ocaklarıyla Türklerin başka milletlere mühim bir üstünlük kurduğunu da ifade eder.

  • Tanrı’nın Hediyesi Bölümünde; Türklerin koruyucu ruhların himayesine verdikleri önem

efsanelerdeki yılan insan nagalar ve akabinde de at ile Türklerin ata getirdiği yenilikler, demir döküm sabanlar, kerpiç yani fırında (peçte) pişmiş topraktan evler, süvari pantolonu şalvar, yüksek topuklu çizmeler gibi Türk medeniyetini ürünleri tanıtılır.

  • Göktanrı Bölümünde; Türklerin Tanrı kültürü (Tanrı Han, Sonsuz Gökyüzü), Tanrı’nın

vasıfları ve adları, manevi kaideler ile bununla ilgili arkeolojik bulgular verilir. Adji olan eşkenarlı haçın Türklerden Avrupa’ya geçtiği vurgulanır.

  • Türkler Hindistan’da Bölümünde, Altay ile Hindistan‘ın ortak manevi değerleri

paylaştığı oysa Çin‘in Türk seyyahları kabul etmemesinin bedelini Çin istilasıyla ödediği, ‘Altay’da yaşamak daha güzel‘ diyen Çinlilerin Türklerin yurduna göçünü engellemek içinse Çin Seddi‘nin yapıldığı anlatılır. Buda‘nın mavi Türk gözlü resmedilmesi ve Hintlilerce Şakyamuni yani Türk Tanrısı şeklinde adlandırılması yazarca Göktanrı inancının yansıması olarak tarif edilir.

  • Türkler İran’da Bölümünde; Arşak Hanedanlığı, Baktıra Devleti, Kuşan Hanlığı gibi

devletlerin Türk kimliği vurgulanır. Özbek, Peştun, Oğuz, Kırgız gibi topluluklarla Taşkent, Sümerkent (Semerkant) gibi şehirler açıklanır.

  • Şanlı Erke Han Bölümünde; Kuşan Hanı Kanişha Han‘ın gerçek adıyla Erke Han’ın

I.yy’dan itibaren tanınması, 23 yıllık idareciliği ve liderliği, inancı ve duaları tasvir edilir. Cennet ve cehennem, ilahiler ve çanlar Türkçe kelimelerle ve Türkçe anlayışla anlatılır.

  • Bozkıra Giden Yol Bölümünde; Bozkırın iklimi ve özellikleri, zor hayat şartları tarif edilir.

Çoğu insanın yerleşmeye korktuğu bu yerlere güçlü bir soyun yerleşip tutunması ve bozkıra göç edenlere ‘Kıpçak‘ denmesi aktarılır. Araplarda deve, Hintlilerde fil, Çinlilerde öküz, İranlılarda eşek, Türklerde ise at temel hayvandır. Türkler ata telega denilen tekerlekli arabayı da takmayı başarmışlardır. Bunlar için yollar ve ‘yama‘ denilen posta hatları da inşa edilmiştir.

  • Kavimler Göçü Bölümünde, II. asırda Altay’dan Avrupa’ya başlayan ve 3 yüzyıldan fazla

süren Büyük Göç anlatılır. Bu göç esnasında ‘kibitka‘ denilen tekerlekli ev tipi de doğmuştur. Keçi kılı ve yün türevinden yapılan pelerin, şenel, fötr ile su kaynatmak için imal edilen semaver yeni Türk buluşları idi. Kurganların cenaze hariç mevki gösterme hususiyetleri de vurgulanmıştır. Kurgan ve kurgan eşyalarıyla ilgili resimlerde oldukça ilgi çekicidir.

  • Aktaş Han Bölümünde, Batı’yı ilk gören Türk‘ün Aktaş Han olduğu ve İdil‘de

Deşt-i Kıpçak diye isimlendirilen ülkeyi kuruşu anlatılır. Kavimler Göçü sonrasındaki bu olayda Doğu ve Batı kültürleri ilk defa karşılaştırılır.

  • İdil Bölümünde, Aktaş Han‘ın İdil‘deki bayındırlık faaliyetleri ve kahramanlıklarından

bahsolunur. Başkent Semender şehri, Aktaş Nehri, Derbent şehri o dönemin hatıralarıdır.

  • Kafkasya Bölümünde, Derbent surları ve şehrin medeni gelişimi anlatılır. Bununla ilgili

resimlerle İran, Ermenistan ve Azerbaycan coğrafyasının manevi tarihinden kesitler sunulur. Türklerin Kafkasya‘ya girişi ve demirin işlenişi dünya tarihi açısından sıra dışı bir hadisedir diyen Yazar, IV. asırdan beri Derbent’in Kafkasya Hıristiyanlarının merkezi olduğunu vurgular.

  • Türkler ve Hıristiyanlık Bölümünde, Piskopos Grigoris’in Kıpçaklara gelişi, Türklerin de

tek Tanrı inancını putperest Avrupalılara öğretişi anlatılır. Suyla vaftiz etmenin Türk dünyasına girme olduğu ifade edilir. Hıristiyanlığın ve vaftizin Avrupa’ya ancak IV. asırdan sonra girebildiği vurgulanır.

  • Avrupa Tapınaklarının Üzerindeki Haç Bölümünde, dünyanın ilk kilisesinin Derbent’te

inşa edildiği, Tanrı Haçının ve Türk usulü Hıristiyanlığın heryerde kabul gördüğü Eçmiadzin‘deki tapınak krokileriyle anlatılır. Derbent‘teki tapınağın Türk mimarisi dikkat çeker. Yazarın dediği gibi aydınlık yine doğudan başlar.

  • Türkler ve Bizans Bölümünde, kültürün bir milletin hafıza hazinesi olarak nasıl

korunduğu, Aziz Giorgiy efsanesi aktarılır. Hıristiyan kültürünün temelinde Türklerin olduğunun anlaşılması için Roma’nın yasaklamaları ve Tanrı’yı hâkimiyet altına çalışmaları söz konusu edilir. Yunanlıların 312 yılında tek Tanrı’ya ibadet usullerini ve Türk dilinde dua etmek için Türk din adamlarını memleketlerine davet etmeleri çok ilginçtir diyen Yazar, Haçlı bayrakları taşıyan Kıpçak askerlerinin putperest Roma ordusunu çok kolay yendiğini de beyan eder.

  • Konstantin’in Zulmü Bölümümde; 325 İznik Konsülü, Tanrı ve İsa‘nın birleştirilmesi,

siyasetçilerce Hıristiyanlığın din kitabının yazılması ve buna uymayanlara yapılanlar bahse konu olur.

  • Don Nehri İçin Mücadele Bölümünde; Almanlarla Türklerin bu nehir için mücadelesi,

nehrin kelime anlamının Türk diline uyarlığı, Kıpçak aile yaşantısıyla ve delikanlı yetiştirme gelenekleriyle birlikte verilir. Türk tipi ağır yaylar fotoğraflarla aktarılır.

  • Türkler Avrupa’da Bölümünde, Kıpçakların yayıldığı coğrafyaların büyüklüğü; Tula,

Kursk, Çelyaba, Voroney, Şapaşkar, Kipenzay, Bulgar, Boltavar gibi kurdukları şehirlerin özellikleri ve Kıpçakların Avrupa geleneklerini değiştirmesi anlatılır. Don türevi Donepr, Donay, Donestr, Dinyeper kelimeleri sıralanır. Yer altı şehirleri, sığınaklar ve Alplerin gizemi vurgulanır.

  • Roma’nın İkiyüzlülüğü Bölümünde, Roma tüccarlarının Türklerin temiz ahlakını

istismar edişi ve kötülemeleri aktarılır. Buna karşın Türklerin kuman (ibrik) marifetiyle el yıkaması, banya yani hamamda yıkanması, hem de sabah ve akşam yıkanması ile şahsi temizliğin önemi vurgulanır.

  • Avrupa Altay’la Başlar Bölümünde, Yunanlıların Kıpçakları Kuğu – man (Kuman) olarak

nitelendirmesi ve Atilla‘nın ordusunun bölümleri olan Burgund, Savoya ve Tering isimlerinin bugün Avrupa coğrafyasına nasıl girdiği aktarılır. Alman kelimesinin Türkçedeki uzak anlamına gelmesi ve Amazon hikâyeleri tasvirleri de açıklanır. Torino, Tulon, Karpatlar gibi coğrafi adların Türklüğü vurgulanır.

  • Türk Başbuğu Atilla Bölümünde, aldatmanın Batı’da sanat oluşuna, Atilla‘nın

zaferlerinin eksik gösterilmesiyle ve tüm iyi özelliklerine rağmen ‘Tanrı’nın kırbacı‘ gibi sunulmasına itirazlar vardır. Roma‘yı bağışlaması bile merhametinin ve Haç‘a inancının gereğidir. Ve Avrupa Türklerle Antik Çağ‘dan Ortaçağ‘a girer.

  • Bizanslı Priskos Gözüyle Türkler Bölümünde, Preslav yada Bavarya‘da Atilla‘nın

sarayının ihtişamı bir ahşap mucizesi olarak Priskos‘u oldukça etkiler. Kıpçakların yaşayış tarzı ve adetleri çok ayrıntılı olarak rapor edilir. Ahşap ve madeni işlemelerle ilgili resimler verilir.

  • Birleşik Avrupa Ordusuyla Savaş Bölümünde, Atilla’nın Aetyus’la savaşı gerçek

kronikler üzerinden verilir. ‘Kaderin nazlıları‘ olarak tarif edilen Türklere yapılan ilmi haksızlıklar göz önüne serilir. Savaşı kazanan Atilla‘yı durduracak bir ordu yoktur. Ama Roma’yı da Haç’a bağışlar.

  • Atilla’nın Ölümü Bölümünde; Atilla‘nın evlendiği günün gecesi şüpheli ölümü, Türklerin

sarsılışı ve törenle defnedilişi anlatılır.

  • Yeni Deşt-i Kıpçak Bölümünde, Kuşan Hanlığı‘ndan sonra Deşt-i Kıpçak, sonra da Avar

Kağanlığı vasıtasıyla Türk tarihinin sürekliliği aktarılır. Ve Avrupa’daki Türk kültürel izlerinin resimleri motiflenir.

  • Son Bölümde ise Resimler Dizimi vardır.