Akşam Gazetesinde Serdar Turgut 22 Temmuz Seçimlerini değerlendirirken bir hususa dikkati çekiyor: “Seçime giden yolda özellikle CHP tarafından birçok yolsuzluk iddiası gündeme getirilmişti. Medyada ‘Ali Dibo’ diye ad takılan bu yolsuzluk iddiaları daha çok belediyeler ve il başkanları hakkındaydı. Yolsuzluk iddialarının en yoğun olduğu illerde AKP oy patlaması yaşamış durumda. Yolsuzluk iddialarının bir partiyi olumsuz etkileyeceği düşünülürken hatta iktidarı sallayacağı bile beklenirken, bu iddiaların AKP üzerinde hiçbir olumsuz etki yapmaması, üzerinde ayrıca ciddi şekilde kafa yorulması gereken bir durumdur.”
Sadece yolsuzluk iddialarının değil, muhalefetin seçim kampanyası ve öncesinde AKP hakkında gündeme getirdiği iddia ve isnatların hiçbirine seçmen itibar etmemiş görünüyor. Bu durumun siyasi sonuçları çok tartışıldı ve tartışılacak. Ancak konunun sosyolojik bir vaka olarak düşünülmesi ve toplumumuzun değer yargılarında bir değişim olup olmadığının araştırılması uzun vadede belki de daha önemli.
Bazılarının yaptığı gibi halkımızı küçümsemek yerine, Muhalefetin AKP hakkında gündeme getirdiği iddialara halkımızın yarısının neden itibar etmediğini anlamak için, bazı iddiaları hatırlayalım. Bu konularda seçmen tercihinin nasıl etkilenmiş olacağı hakkında fikir yürütmeye çalışalım:
YOLSUZLUK İDDİALARI: Sadece Belediye ve İl Başkanları değil, bizzat Başbakan ve Bakanları da hedef alan çeşitli yolsuzluk iddiaları dile getirildi. Bazı Arap ve Batı sermayesine sağlanan imkânlar sebebiyle haksız kazanç elde edildiği, Başbakan’ın oturduğu villalar, yine Başbakan ve bazı bakanların oğullarının aldığı gemi(cik)ler, 15.000 $ değerindeki saatler ve benzeri verilerle beslenen bu iddialar için, halkımızın yarısı şu fikirlerden birine göre görüşünü belirlemiş olabilir:
- “AKP kadrosu yolsuzluk yapmamıştır. Bir yolsuzluk olduğuna inanmıyorum.”
- “Muhalefet yalan söylüyor. İddialar ya yalandır veya abartılmıştır.”
- “Bal tutan parmağını yalar.”
- “Kendine faydası olmayacak kadar aptal olanların, halka da faydası olmaz.”
- “Hangisi gelse fark etmiyor, hepsi hırsız. Yesin ama yeter ki hizmet etsin.”
İlk iki şık iktidara olan güven ile muhalefete olan güvensizlik algılamasının bir sonucu iken son üç seçenek, siyaset kurumuna olan genel bir güvensizliği ve bir o kadar ahlaki değerlerin aşınmasını ifade ediyor. Eğer bu görüşlere inananların oranı yüksekse vay halimize ki, toplumdaki çürümenin yaygınlaşmış olduğu anlamına gelen ciddi bir göstergedir.
ÖZELLEŞTİRMELERİN YABANCILAŞTIRMAYA DÖNMESİ: “Vatanın bütün ekonomik değerlerinin yabancılara peşkeş çekilmesi” olarak ta ifade edilen bu duruma, yani ülkemizin bütün seçkin kuruluşlarında Telekom’dan Petkim’e; Bankalarımızdan limanlarımıza; enerji üretim ve dağıtım şirketlerinden gıda ve perakendeciliğe kadar her alanda yabancılaşmanın getireceği tehlikelere dikkat çekilmeye çalışıldı. Muhalefetin bu görüşlerine karşı AKP’ye oy veren halkımızı aşağıdaki görüşler etkilemiş olabilir:
- “Erdoğan ülkeyi satmaz, ekonomik varlıklarımızı O satıyorsa, yapılan doğrudur.”
- “Baykal ekonomiden anlamaz, O karşı çıkıyorsa yapılanlar doğrudur.”
- “Sermayenin vatanı ve milliyeti olmaz. Özelleştirme her hal ve şartta faydalıdır.”
- “Yabancılar bu tesisleri daha verimli işletir. Devletimiz daha çok vergi alır.”
- “Borçlardan kurtulmanın yolu evde ne varsa satmaktır.”
İlk ikisi liderlerin kişisel algılanmasına dayalı, son üç maddesi ise yıllardır sürdürülen sistemli bir propagandanın etkisiyle mutlak doğru olduğu varsayılan yukarıdaki şablon görüşlerin doğruluğunu tartışabilirsiniz, ancak oy vermede etkili olduğu muhakkaktır.
Liderlerin algılamasını değiştirmek, yılların ürünü olan bir marka algılamasını değiştirmek kadar zordur. İnsanlar sevdiklerine “gaflet, delalet ve hıyanet” gibi olumsuz sıfatları yakıştıramazlar, sevmediklerinden doğru da olsa akıl almak istemezler.
Son üç maddede ifade edilen şablon görüşler yanlıştır, ancak uzun ve sistemli bir propagandanın eseri olduğu için beyinlerde bıraktığı izlerin silinmesi aynı derecede zordur.
TERÖR: Muhalefet, terörün AKP iktidara geldiğinde sıfır seviyesinde olduğunu, iktidarın uyguladığı politikalar sayesinde terörün azdığı, “eve dönüş yasası” ile affedilen teröristlerin örgütü canlandırdığı, “alt kimlik- üst kimlik tartışmalarının” terörü beslediğini, dış politikada ABD ile ilişkiler ve Irak politikalarında hükümetin basiretsiz davranmasının K.Irak’ı terörün üssü haline getirdiğini anlattı. Her gün birkaç şehit cenazesinin defnedildiği, asayişin bozulduğu, bir bölgemizin İmralı’dan yönetilir hale geldiği, ülkenin bölünmesi riskinin Cumhuriyet tarihi boyunca görülen en yüksek seviyede olduğu vurgulandı. Buna rağmen özellikle MHP’nin oy deposu olan, milliyetçiliğin en güçlü olduğu şehirlerde bile AKP oyunu artırdı. Acaba halkımız aşağıdaki görüşlere itibar ederek mi oy verdi?
- “Terörü azdıran Irak’taki gelişmelerdir. Kim gelse terörün azması mukadderdi.”
- “Terör ancak siyaset yoluyla çözülebilir, bunu da Kürt halkının sevdiği AKP becerebilir.”
- “Bize bir şey olmaz, ülkemiz bölünmez.”
- “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.”
- “Biz ABD ve AB’ye rağmen terörü yenemeyiz. İstiyorlarsa ülke bölünsün.”
İlk iki şık, yine bir siyasi partinin ve liderinin toplumda algılanması ile ilgili olup, bu yönüyle tartışılabilir. Ancak son üç seçeneği düşünenlerin teröristlerin ekmeğine yağ sürdüklerini görmezden gelemeyiz.