Dev çınarlar bir bir devriliyor. 2 Kasım 2009’da değerli ilim adamı hocamız Prof. Dr. Ercüment Kuran‘ı kaybettik. Kuran hoca, rahmetli hocam Ord. Prof. Dr. Z. F. Fındıkoğlu’nun da dediği gibi, milli endişe sahibi, gerçek aydın, dosdoğru idealist bir insandı. Türk milliyetçiliği çizgisinden hiç taviz vermedi. Yerine göre farklı konuşmadı. Heyecanı hiç tükenmedi. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Yine Türk milliyetçiliği fikrini ilim, fikir ve siyaset alanına taşıyan Prof. Dr. Kamil Turan‘ı 2. ölüm yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyorum.
Hemem hemen herkes Türkiye’nin muhafazakârlaştığından söz ediyor. Evet, Türkiye gerek küreselleşmenin tepki doğurucu etkileriyle, gerek iç dinamikleriyle kendi kendini koruma refleksine sahip olmak istiyor. Önü açılmış milli devletlerin kuşatılması, korumacı anlayışı ayağa kaldırıyor. Bu böyle olmakla beraber, muhafazakârlaşma örtüsünü kaldırdığımızda altında köksüzlük, bozulma, menfaatçilik, değişik alanlarda yükselebilmek için tutunulan bir dal ele geliyor.
Muhafazakârlaşma, şehirleşmeye bir tepki, kırsal özlemi, topluma kapanma, milletleşmekten alt kimliklere, etnik taassuba, cemaatleşmeye ve aşırı hemşericilik duygusuna kapılmak değildir. Ancak, bizde bunun tersi oluyor.
Ülkemiz mutabakatsızlıklardan ve ortak akıl eksikliğinden, toplumu kolay kamplaştırıcı tartışmaları sürdürmekten çok şey çekti. İşin önemli tarafı; asıl çözmemiz gereken sorunları çözemediğimiz gibi; son yıllarda açılım adı altında etnik farklılaştırma macerasına girdik. Toplumu etnikleştirerek insanları birbirine mesafeli hale getiriyoruz ve ötekileştiriyoruz. Toplumu ufalayarak bütünleştirme peşindeyiz.
Türkiye, elitçi, halkla yabancılaşan, radikal laikçi takım ile İslâm’ı referans veren, ancak ne ölçüde İslâmî olduğu tartışmalı, Cumhuriyet ve milli devlet karşıtı her türlü işbirliğine hazır kesim arasında sıkışmış bir konumdan kurtulmak durumundadır. Bir dönem, radikal laikçiler tarafından dışlandıklarını ve marjinalleştirildiklerini iddia edenler, bugün ellerine güç geçince; şikâyetçi oldukları her şeyi bizzat misliyle uygulayarak tatmin olma peşindedirler. Bu yolda demokrasi ve insan hakları hatta hukuk devletinin gerekleri bir tarafa bırakılmış, yasal olmayan araçlar kullanılarak baskı rejimi ve parti devleti uygulanmaktadır.
Baskı ve demokratikleşme kılıfına bürünmüş şiddet ve sindirmeden medet umulması, dün bazı şeylerden şikâyet edenler için ibret vesikasıdır. Siyasi gücü elinde tutanların malûm bir cemaatle işbirliği yapmaları, dışlarındaki fertleri öteki kabul etmeleri, insanları ve ticari firmaları yükselebilmek ve gelişebilmek için işbirliğine zorlamaları, muhafazakârlık kavramını zedelediği gibi, yeni bir derin devlet de yaratmıştır. Bu örnek, Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerle çelişmektedir.
Yapılan araştırmalarda bir çok esnaf, okumasalar bile, dükkânlarında devşirilmiş eski komünistlerin boy gösterdiği, muhafazakârların liberalleşmesini simgeleyen bir gazeteyi bulundurmak, belirli dernek ve vakıflarla yakınlık kurmak, onlara makbuzsuz maddi destek sağlamak, dışlanmamak için cemaatin faaliyetlerine katılmak durumunda bırakılmaktadır. Ekonomik hayat, siyasi hayat gibi kuşatılmıştır. Her alanda devlete karşı alternatif yaratma dikkat çekmektedir. İslâmiyet hakkında yanlış bilgiler veren kitaplar elden ele dolaştırılmaktadır. Muhafazakârlığı kullanan bu yeni zümre, kullandığı markalarla ve alış veriş yaptığı mağazalarla farklılaşmaktadır. Toplumu yanlış yönde muhafazakârlaştırarak sosyal ilişkileri zayıflatan bir kapalılığa itme ve menfaat bağı, insanları ülke sorunlarından uzaklaştırmaktadır.
12 Anadolu kentinde yürütülen araştırmada[1] iktidarın bu şehirlerde bazı kuruluşları da kullanarak uyguladığı baskıcı bir muhafazakârlık anlayışı, ferdi hak ve hürriyetlerde bir geriye dönüşü hazırlamakta; değerleri yıpratmaktadır. “Ülkeyi kurtaramıyorsan kendini kurtar” anlayışı, fertleri demokratik mücadeleden caydırmakta ve dayatılan sistemin basit bir parçası haline sokmaktadır. Sivil toplum ve sendikal hareketler bu fırsatçı yaklaşımdan nasiplenmekte; iktidara bağlı bir kamu çalışanları sendikası üye sayısını birkaç yıl içinde üç katı artırabilmektedir. Muhafazakârlaşmanın içi başka şeylerle doldurulmakta ve değişen dünyanın ihtiyaç duyurduğu bu yaklaşım, kötüye kullanılmaktadır.
[1] Toprak, B., Türkiye’de Farklı Olmak- Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler, İstanbul, Metis, 2009