Değerlerimiz, kültür değil düsturdur,
kitaplarda yazılması, sohbetlere konu olması için değil, bizzat yol haritamız
olması, yaşanması için vardır.
En önemli değerlerimizden biri de
“adalet”. Adalet, fıtridir; bozulması zulümdür. İnsanın insanla, insanın diğer
canlılarla, devletle; diğer canlıların ve devletlerin kendi aralarındaki
ilişkileri, ancak adalet üzerine olursa sağlıklı yürür. Adaletin olduğu bütün
ortamlarda huzur olur, barış olur.
Adaletin fıtratında ise mütekabiliyet
vardır. Buradaki karşılıklılık, karşıtlık değil, kendi cinsinden bir
karşılıktır. Adalette iyiliğin karşılığı iyilik, güzelliğin karşılığı güzellik,
şiddetin ve kötülüğün karşılığı yine şiddet ve kötülüktür. Adalet, kendi refleksi
ile varlığını devam ettirir.
1999 Marmara depreminde oluşan “Deniz
affetmedi, kendisinden parsellenerek doldurulan toprak üzerine yapılan bütün
evleri yuttu.” kanaati, bir adaletin tecellisidir. Kendisine ikramda bulunulan
kişinin, diğer kişiye karşı kendini borçlu hissetmesi, “Kısasta hayat vardır.”
inanç ve öğretisi, adaletin tezahürüdür. Adaletin zıttı zulümdür; zulüm,
adaletsizliğin çocuğudur.
Varlığın tabiatına işlenen bu değeri
yaşatmak için olağanüstü bir gayrete de gerek yoktur. Suyu akışına, olay ve
olguları kendi haline bırakmak yeterlidir. Çocuk masumiyetindeki bu fıtri değerimizi
yaşar ve yaşatırsak doğduğumuz gibi insan kalır, insan yolculuğumuzun dünya
adlı konağındaki misafirliğimizi tamamlarız
Doğan Cüceloğlu’ndan dinlediğim yaşanmış
bir olayı kısaca öyküleştirerek paylaşmak istiyorum: Köyde üç nesil bir arada
yaşayan ailenin, taşıma işlerini gören bir de eşekleri vardır. Bu hayvan on
ikinci yaşından sonra eski gücünü kaybeder, sıkça hastalanmaya başlar ve kör
olur. Yedi çocuktan en büyüğü, eşeği ormana götürüp bırakmak düşüncesindedir.
Bunu babasına açıklar ve bu fikrinde ısrar eder. Baba, eşeğin ormana terk
edilmesi için gelen her teklifi hep erteler. Bir gün der ki, “Bana bir gün daha
izin ver, bu gece düşüneceğim, eşekle ilgili kararımı sana bildireceğimi.”
Uykusuz geçirdiği gecenin sabahında baba, kararını “Bu eşek, bizim dert
ortağımız oldu, kahrımızı çekti, yükümüzü hafifletti, onun bize emeği geçti,
vefasızlık yaparak onu ormana, kurda kuşa terk edemeyiz. Bunca yıl o bize
hizmet etti ve kör oldu, bundan sonra biz ona hizmet edeceğiz.” der. Babanın bu
kararı, büyük oğlunun hoşuna gitmese de o bunu kabullenmek zorundadır. Aile,
iki sene bu eşeğe hizmet eder. Yaşlı baba, her gün eşeğini sever, suyunu verir,
gider onunla konuşur, dertleşir, eşeğin sırtını ve başını okşar. Gün gelir,
eşek ölür. Ayaklarını bağlarlar, bir askıyla dere kenarına götürüp gömerler.
Yıllar geçer, bu olaylara şahit olan evin en küçük oğlu, hukuk okur, hâkim
olur. Yıllar önce gömülen eşeğin yanına gider, kendi kendine şu sözü verir:
“Benim babam, yalnız insana değil, hayvana da kıymet verir, hak ve hakkaniyeti
gözetir, adaleti önemserdi; ben de bundan sonra insan ve yargıç olarak babam
gibi olacağım, hak ve hakkaniyeti gözeteceğim, adaletin simgesi değil, meşalesi
olacağım.”
Evin babası, fıtratının kodlarıyla,
vicdanının yönlendirmesiyle bir duruş ortaya koyarak hakkaniyetli yaklaşımla
eşeğe hakkını teslim etmekle hem insanoğluna adalet duygusunu lütfeden
Yaratan’ına karşı sınavını başarıyla vermiş hem de kendisinden sonra gelen
nesle güzel bir rol model sunmuş ve çığır açmış oldu. Kişi, ne ekerse onu
biçer. İnsana insan olma mutluluğu veren örnek uygulama ve kişilere ne kadar
çok ihtiyaç var, değil mi? “O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.”
dememek için içimizdeki çocuk masumiyetini yaşatmak gerektiğini düşünüyorum. Genel
eğitimin müfredatı da bu masumiyetimizi korumak, kirletmemek üzerine
belirlenmeli.
Gazetelerden, Ukrayna Devlet Başkanı
Vladimir Zelenskiy’ın, yemin edip göreve başladıktan hemen sonra devlet
memurlarına şu açıklamayı yaptığını okumuştum: “Odalarınızda benim resmimin olmasını istemiyorum.
Devlet başkanı ikona değildir, idol değildir. Oraya benimki yerine
çocuklarınızın fotoğrafını asın ve ne zaman bir karar alacak olsanız onların
gözlerine bakın.”
Kişi, gerçek anlamda, kendinden sonraki
nesle karşı sorumludur. Geçenler, geçmiştir; onlar iyi ya da kötü görevlerini
yaparak veya yapmayarak bu dünyadan göçmüşlerdir. Yaşayan bizlerin hesabı
ölenlere değil, doğanlara ve doğacak olanlara karşıdır. Ölen kişilerin karşısına
geçip ona faaliyet raporu sunarak onu putlaştırmak yerine çocuklarımızın,
torunlarımızın gözlerine bakarak, onların sorumluluğunu duyumsayarak güzel
eylemlerde bulunmak, zamanı ve mekânı hakkıyla değerlendirmek daha makul, daha
insani, daha gerçekçi bir davranıştır. Eğitim süreci içinde, evlatlarımıza,
ölen şehit ve gazilerimize karşı sorumluluğumuzu öğretmenin yanında, doğmamış
yetimlere, muhtaçlara, gelecek nesillere karşı borçlu olduğumuz bilincinin
verilmesinin önemini ve kaçınılmazlığını düşünüyorum. Kişiyi aldıkları değil,
verdikleri büyütür, değerli kılar. Veren el, alan elden üstündür.
Adalet, devletlerin dini; kişilerin
vicdanıdır. Zedelenmesi halinde devlet, zalim; kişi, vicdansız olur. İlahi
düzen, adalet üzerine inşa edilmiştir. Statik, adalettir. Bizden sonraki nesle
bırakacağımız en güzel hediye, oksijeni tükenmeyen, herkesin gölgesinde
ferahlayabildiği adalet çınarı, yakıtı gür adalet meşalesi olacaktır.
Adalet verasetinde muris ve varis
olabilmek, ne büyük saadet!