‘Milliyetçilik, milletini sevme duygusudur. Bu duygu insanın yapısında vardır.’

103

Oğuz Çetinoğlu:Milliyetçilikkavramını nasıl tanımlıyorsunuz Hocam?

Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Milliyetçilik; insanın kendisini bir yere, kimliğe, topluma, inanca ve değerlere ait olduğunu hissetme duygusudur. İçeriği, biçimi veya işlevi nasıl tanımlanırsa tanımlansın milliyetçilik, her toplum için tabîi bir ihtiyaçtır. Bu yönüyle milliyetçilik, milliyeti oluşturan ilkelere, millî değerlere ve mânevî öğelere bilinçli bir bağlılığı ifâde eder.

Çetinoğlu: Milliyetçilik, farklı milliyetlere düşmanlık doğurur mu?

Yeniçeri: Bağlılık duygusunun patolojik bir hal alması durumunda farklı milliyetlere düşmanlık besleme gibi bir durumdan söz edilebilir. Zira hiçbir yüksek ve erdemli duygunun şizofreniye dönüşmeyeceğinin garantisi yoktur.

Çetinoğlu: Bu durum, milliyetçiliği dışlamak, suçlamak için haklı bir sebep olabilir mi?

Yeniçeri: Yaşanmış ve yaşanmakta olan patolojik ve şizofrenik vakaları gerekçe yaparak milliyetçiliği mahkûm etmek doğru değildir. Millî var oluş, mânevî duygularla irkiliş ve sosyal bağlılık, hissî hastalık anlamına gelmez. Duygular aklın denetimine tâbi olduğu sürece, bilincin çığırından çıkması söz konusu olmaz. Bu sebeple milliyetçiliğe yönelik ön yargılar, sterotip tavırlar veya suçlamalar olguyu başından anlaşılmaz kılmaktadır. Milliyetçiliğin ise yargılanmaktan daha çok algılanmaya ihtiyacı vardır.

Çetinoğlu: Türk milliyetçiliğinin özelliğinden söz eder misiniz?

Yeniçeri: Türk milliyetçiliği, cihan devletinden millî devlete giden sürecin yol haritasıdır. Türkiye’de milliyetçilik, her anlamda kendine özgü şartların ürünü olmuştur. Bu sebeple Türk milliyetçiliğini batılı milliyetçiliklerin sabıkalarını esas alarak değerlendirmek yanıltıcıdır

Türk milliyetçiliği her şeyden önce bütünleştirici, birleştirici ve kapsayıcıdır. Antiemperyalist bir mücâdelenin ürünüdür. Türkiye’deki milliyetçilik bu anlamda tarih boyunca hep savunmacı olmuştur.

Diğer yandan Türklerin İslâm anlayışı da aşırılıklara izin veren kültürel bir zeminin üretilmesini imkânsız kılmaktadır. Bu yüzden Avrupa’da ortaya çıkan Nazizm, Faşizm, Frankoizm, Komünizm, La-markizm, Şovenizm, Gobineauizm gibi insanlık dışı anlayışların Türklerde karşılığı hiç olmamıştır. Bu sebeple Türkler ırk, kafatası, etnisite, kan ve gen üzerinden üretilen saçmalıklara tarih boyunca hep yabancı kalmıştır. Türkiye’de ırk, kafatası ve kana dayalı tek bir uygulama ve teoriden kimse bahsedemez. (bazı lakırdı ve tartışmalar hâriç) Diğer yandan milliyetçiliği hele hele Türk milliyetçiliğini indirgeyen, sınırlayan, dışlayan, ötekileştiren herhangi bir anlayışla ilgisi de tarih boyunca kurulamamıştır. Nazizim, faşizm ve komünizm gibi kavramlar her şeyden önce Müslüman Türk toplumuna ve tarihine yabancı kavramlardır.

Türk milliyetçiliği, ırk, mezhep, etnisite, bölge, cinsiyet, ideoloji, inanç farklılıkları gibi gerçekliklere saygısı tarihle sâbittir. Diğer yandan Türk milliyetçiliği, süreç içinde çeşitli topluluklara âit vasıfların görmezden gelinmesine de onlara özel bir anlam yüklenmesine de hep karşı olmuştur. Zamanın ve şartların sonucu olarak Türkçülük veya milliyetçilik adına aşırılığa kayanlar her zaman olmuştur. Söylemde kalan bazı aşırı ifâdelerle Türk milliyetçiliğini değerlendirmek de doğru bir yaklaşım olmaz.

Çetinoğlu: Türk milliyetçiliği ile ilgili olumsuz düşünceler var.

Yeniçeri:Milliyetçilik her yerde aynıdır‘, ‘milliyetçiliğin iyisi olmaz‘, ‘milliyetçilik hastalıktır‘, ‘milliyetçilik savaştır‘ türünden ön yargı veya toptancı yöntemlerle harekete edenlerin genellikle milliyetçilikten kast ettikleri tamamen Avrupa’ya özgü şartların ürünü olan Nazizm, Faşizm,  Şovenizm ve ırkçılıktır. Türk milliyetçiliğinin, bu kavramların hiçbiriyle ilgili yoktur, tarih boyunca olmamıştır.

Türkler yaklaşık bin beş yüz yıldır ırk veya etnisitesi benzer olmadığı için değil egemenliğini kabul etmediği için güce başvurma lüzumunu duymuşlardır. Türkler tarihî tecrübeleri içinde ‘biz ve öteki‘, ‘bizden olan veya olmayan‘ ayrımı yapmamışlardır. Aksine Türkler, hâkimiyetlerini kabul eden ve etmeyen türünden bir ayrım içinde olmuşlardır. Hâkimiyetlerini kabul etmeyenlerin kendi kavimlerinden olup olmamasına bakmadan üzerlerine gitmeleri bunun delilidir.

Hindistan’da Türklerin hâkimiyeti dokuz yüz, İngilizlerin hâkimiyeti altında ise yüz yıl devam etmiştir. İngiliz hâkimiyeti, pek çok dil arasında ortak anlaşma vâsıtası olarak İngilizceyi dayatmıştır. Türklerin Hindistan’daki hâkimiyeti kendi dillerini konuşmalarını engellememiştir. Türklerin hâkimiyeti altındaki Bulgarlar, Sırplar ve Rumlar millî varlıklarını bugün hâlâ sürdürebiliyorlarsa bunu Türklerin hoşgörülü uygulamalarına borçlular. Ayrıca din savaşlarının hüküm sürdüğü, bu yüzden inanılmaz katliamların düzenlendiği bir zamanda Türklerin hâkimiyetinin sürdüğü yerlerde kilise çanlarının susturulması veya havralardaki âyinlere son verilmesi bile düşünülmedi. Göktürk devletinde Kamlık kültürüne mensup olanlar ve Budistler; Uygurlarda Şamanlar, Budistler ve Maniheistler; Hazar’larda Şamanlar,  Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Museviler kendi mâbetlerinde tam bir serbestlik içinde dinî âyin ve merasimlerini icra ederlerdi.

Tarihte Türklerin kurduğu çoğu devletler çoğu kez Türk soylu olmayan yöneticiler tarafından yönetilmişlerdir. Yalnızca bir örnek bile olguyu algılamaya yeterlidir. Mesela, Osmanlı Devleti’nin teşekkülünden yıkılışına kadar geçen süre içerisinde -bazıları birden fazla olmak üzere- 214 sadrazam vardır. Milliyetleri bakımından bunlardan ancak 79’u Türk olduğu hâlde kalan 135’i şarkın ve garbın muhtelif ecnebî milliyetlerine mensup veyahut millî hüviyetleri belirsiz kimselerdir.

Türkler kurdukları devletlerin resmî dillerinin bile Türkçenin dışındaki bir dil olmasını mesele yapmamışlardır. Türkler yönetimde kullandıkları insanlara etnisitesi ile değil yeteneği ve iş yapma kapasitesiyle bakan nâdir milletlerin başında geldiği söylenebilir. En azından böyle bir kültüre sâhiptir. Türklerin aynı zamanda asabiyet ve kabile bilinçleri de vardı. Türkistan Türklerini, kabile ve aşiret şuurları, bugünkü hâle getirdi. Türkiye Türkleri, millî hisleri olan bağlılıklarını defalarca ispat etmişlerdir. Millî hisleri, Türkiye Türklerini, Türk milliyetçisi yapmıştır. Bu milletçilik, şoven, tecavüzcü milliyetçilik değildir. Göklap ve Sadri Maksudî Arsul, bu milliyetçiliğin, aklî, mantıkî, hürriyetçi, barışçı, demokratik, diğer milletleri de eşit sayan, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayalı (yâni sâdece bağlılık ve mensubiyet şuuru isteyen) milliyetçilik olduğunu belirtirler. Bu milliyetçilik, aynı zamanda birleştirici ve bütünleştiricidir. Maddî ve manevî hamleler, böyle bir milliyet hissine bağlıdır.

Çetinoğlu: Türk milliyetçilerinin kendilerinden olmayanları ‘öteki’leştirdikleri iddiaları var…

Yeniçeri: Bugün Türk milliyetçiliği, insanî ve ileri bir harekettir…/…Türk milliyetçiliği, insanlık âlemini, bir sürü ve yığın olarak mütalaa etmez. Türk milliyetçilerine göre insanlık, milletlerden ibârettir. İnsanlık ideali milletleri ve milliyetleri öldürmek değil, aksine onları yaşatmak ve güçlendirmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Türk milliyetçileri tarihî bir özellik olarak her milleti, kavmi veya topluluğu insanlığın kazancı sayan bir anlayışa sâhiptir. Süreç içinde Türk milliyetçileri, her milletin veya kavmin özgün deneyimi ile insanlığın gelişmesine katkı sağladığını düşünmüşlerdir. Medeniyetin gelişmesinde büyük küçük bütün milletlerin katkısı olduğuna inanmışlardır. Bu yüzden çoğu Türk milliyetçileri, milletlerin insanlığı bölmediği, aksine birleştirdiğini savunmuştur. Ancak Türkler egemenliklerini ve bağımsızlıklarını kaybetme tehlikesiyle yüz yüze geldiklerinde tavırlarını değiştirmişlerdir. Tarihte yabancı guruplarla Türklerin yaşadığı çatışmalar, yaptığı mübâdele ve tehcirler var olma kaygısının sonucudur. Yoksa şiddetin, zorbalığın, cinâyetin cinnete dönüştüğü çağlarda bile ‘Ne olursan ol! Gel!’ diyebilen insan sevdalısı bilgeler çıkartan, ‘Yetmiş iki millete bir gözle’ bakan, ‘Yaratılanı yaratandan dolayı hoş gören’ bir kültürün dar bir bakışla ötekileştirme yapması düşünülemez.

Çetinoğlu: Türk milliyetçiliğinin ‘kavgacı‘ olduğu iddiaları var…

Yeniçeri: Türk milliyetçiliği, tarihî pratiklerinden edindiği deneyimle uzlaştırıcı, birleştirici, kavrayıcı ve kapsayıcı olmak mecburiyetindedir. Türk milliyetçilerinin hareket hattı şu veya bu biçimde ‘üstünlük’, ‘yücelik’ gibi öznel olgular üzerine değil insanlar arasındaki eşitlik ve birlik esasına dayanır.

Çetinoğlu: Hürriyet kavramı ile Türk Milliyetçiliği arasındaki bağdan söz eder misiniz?

Yeniçeri: Bakunin; ‘Halk öyle bir biçimde boyunduruk altında tutulmalı ve sokulmalıdır ki, yazgısı hakkında yüksek sesle yakınmasın, itaat etmeyi unutmasın ve karşı gelmeye ve isyan etmeye vakit bulamasın.’ Diyerek, bir despotik yönetime karşı yıkım düşüncesini temellendirmeye çalışıyordu. Günümüzde de toplumu veya halkları fizikî/somut şiddetle denetim altında tutan yabancı güçler olduğu gibi, inceltilmiş/soyut şiddet yöntemlerini kullanarak denetim altında tutan yerli çağdaş otoriter yönetimler de vardır. Bu anlamda bir toplum için hürriyetin her şeyde ve her şey için mecburî olduğu söylenebilir. Hürriyet özde ‘olmak’la başlar ‘sâhip olmak’la sona erer.

Milliyetçilik, devlet yıkıcılığına olduğu kadar toplum için bireyi feda anlayışa da karşı olmak durumundadır. Hür olmayan bireyler bağımsız toplum oluşturamaz. Bağımsız olmayan toplumun da hür bireyi olmaz.

Toplumların kendi kaderini tâyin hakkı’ toplumların hürriyet talebi olup milliyetçiliğin sarıldığı temel argümanlardan birisidir. Aynı talep, hürriyetine kavuşmuş toplumların içindeki bireyler için de söz konusudur. Bireyler yabancı toplumlara karşı kendi toplumlarının, kendi toplumlarına karşı da ülkesinde yaşayan bireylerin hürriyetini talep etmek durumundadır.

İnsanın hür iradesiyle içerisine dâhil olduğu ve kendisinin gerçekleştirdiği veya ifâde edebildiği kültüre dayanan bir milliyetçilik, bağımsızlık problemine kayıtsız kalamaz. Bu bağlamda milliyetçiliği yalnızca bir ‘düşünce nesnesi’ olarak ele almak yeterli değildir. Aynı zamanda onun özgürlüklerle olan ilişkisini de ortaya koymak gerekir. Bu anlamda milliyetçilik, bireyin yalnız yabancı baskı ve hâkimiyetine karşı aidiyet duyduğu toplumla oluşturduğu kolektif bir bilinç değildir. Burada bireyin hem kendisine karşı hem de aidiyet duyduğu diğer aktörlere karşı hür olmasını önceleyen bir bilinçten söz edilmesi gerekir. Bireyin kendisinin hür olabilmesi için hem içinde yaşadığı toplumun diğer bireylerinin hem de milletin hür olması gerekir. Sömürge, bağımlı ve baskı altında veya kapalı olan toplumların hür bireyi olmaz. Bireyleri hür olmayan toplumun kendisi de bağımsız değildir. Hürriyet daha çok da sosyalle ilgilidir. Bir toplum içinde hür olmayanlar varsa o toplumda diğer insanlar için de hürriyet gerçek anlamda yoktur.

Çetinoğlu: Hürriyet ve bağımsızlık konusunda milliyetçilerin ‘başkaları’ hakkındaki düşünceleri nedir?

Yeniçeri: Günümüzde demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti, katılımcılık ve farklılıklara saygı milletlerin hem varlık hem de millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir. Sanıldığının aksine milliyetçilik yalnız kendinden olana değil olmayana da kendisinin sâhip olduğu her türlü hürriyeti tanımakla da yakından ilişkilidir. Halkın rızasını almayan, bireyin temel hak ve özgürlüklerini garanti etmeyen, herkese aynı özgürlüğü öngörmeyen ve katılımcı olmayan sistemler memnuniyetsiz ve kızgın kitleler oluşturur. Milliyetçilik her hangi bir akımdan çok daha fazla mensubiyet duygusu içinde olduğu insanı saygın, hür ve onurlu kılmak durumundadır.

Milliyetçilik bireyin isteyerek ve özgürce içine katılarak kendisini gerçekleştirebildiği bir kültürel algıyı anlatır. Böyle bir duyguya sâhip insan, bireyin özgürlüğüne ve milletin bağımsızlığına karşı kayıtsız kalamaz.

Çetinoğlu: Türk milliyetçiliğinin ‘devlet’ kavramı ile ilgili tavrı nedir?

Yeniçeri: Osmanlı Devleti döneminde, devlet iktidarını padişah ve saray resmen; bürokrasi ise fiilen kullanıyordu. Cumhuriyet sonrasında da bu iktidarı, bürokrasi kurucu tek-parti eliti ve seçilmiş siyasî yöneticilerden daha fazla kullanmaya başladı. Böylece bürokrasi kendisini devlet yerine koyarak, hem devlet aygıtını bütünüyle eline geçirmiş hem de devlet iktidarının önemli bir kısmını kullanmıştır. Süreç içinde devletin soyut kutsiyetine milletin duyduğu saygıyı, bürokrasi, kendisinin sınıfla ilgili yapısına âit sayar hâle gelmiştir. Yönetici bürokratik elit, zaman içinde legal gücü kullanma tekelini de uhdesine alıp çeşitli zorlamalarla geniş bir ittifak sistemi oluşturabilmiştir. Bürokratik elit, bu bağlamda kendisini ‘devlet’ yerine de koyarak çeşitli toplum mühendisliği projeleriyle toplumu biçimlendirmeye kalkmıştır.

Türkiye’deki klasik milliyetçilik anlayışında millet kavramı hiçbir zaman devlet kavramından ayrı olarak düşünülmemiştir. Milliyetçiler, soyut devlet ve geleneği zarar görmesin diye, bürokratik çarkın en savunulmaz hatâlarına bile müsâmaha gösterdikleri olmuştur. Ancak milliyetçilik karşıtlarının iddia ettiği gibi Türk milliyetçileri devlete kutsallık atfetmekten daha çok devleti, milleti ‘ebet müddet’ kılma aygıtı olarak görmeleri söz konusu olmuştur.

Milliyetçi düşüncede esas olan millettir. Bu anlayışta devlet yalnızca milletin bağımsızlığını, varlığını ve egemenliğin koruyabilmenin aracıdır.

Çetinoğlu:Sürü, çoban için değildir. Çoban sürü içindir.’ ‘Devlet, millet için vardır.’ Prensipleri…

Yeniçeri: Evet! Devlete verilen önem millete hizmet işlevinden dolayıdır. Devlet, milletin var olmasını, kendi kaderine hükmetmesini ve bağımsız kalabilmesini sağlamanın mecburî sonucudur. Bir bilgenin ifâdesiyle ‘İnsanın devletleştirilmesini değil devletin insanîleştirmesi‘ veya millete hizmet eden aygıt hâline dönüştürülmesi en fazla milliyetçi anlayışa sâhip insanlarca savunulabilir. Devletin veya devlet adına hareket edenlerin (bürokratların) siyasî etkinliğini (hâkim-i mutlak tavırlarını) milletin hürriyetleri yararına kontrolü ve millet çıkarı gerektiriyorsa bu eylemlerin kısıtlanması milletin temsilcilerinin görevi olduğu düşüncesi milliyetçi bir düşüncedir.

Milliyetçi anlayışta milletsiz devletin sonuçta diktatörlüğe, devletsiz milletin de köleliğe yazgılı olduğu düşünülür. ‘Türk ve İslâm’, ‘devlet ve din’, ‘millet ve devlet’ birbirinin karşıtı veya alternatifi olarak değil birbirini tamamlayan ve tanımlayan gerçekliklerdir. Hem milliyetin, hem dinin, hem de modernliğin bir arada, birbirini zenginleştiren değerler olarak önemsenmesi Gökalp’ın önerisiydi. Devletin içindeki milletin alt guruplarını milletin yan unsuru değil aslî unsuru olarak görmek de öyledir. Bütünün içindeki parçaları birbirinin alternatifi olarak değil birbirini tamamlayan unsurlar olarak kabul eder.

Çetinoğlu: Türk milliyetçilerinin, milleti meydana getiren farklı unsurlara bakış açısı nedir?

Yeniçeri: Birlik içindeki her türlü farklılık bu yaklaşımda ayrıntı değil bütünün aslî ve vazgeçilmez unsuru olarak görülür. Milleti meydana getiren unsurlar ayrışmanın değil birleşmenin gereğidir. Düşünce, inanç, kimlik, köken başkalıkları, karşılıklı saygı, gönül birliği ve hal eşitliği içinde, hürriyetçi ve katılımcı demokraside, parçalanmanın değil, bütünleşmenin gerekçesidir. Bu inançla çoğulculuk; tek ülke, tek devlet olmanın vazgeçilmez ilkesidir.

Şüphesiz dünyanın her yerinde milliyetçilik hem demokrasinin ayrılmaz ve gerekli bir parçası olarak görülmüş, hem de otokrasi ve diktatörlüğe açılan kapı olarak eleştirilmiştir. Gerçekte değişik zaman ve ülkelerde akla gelebilecek her siyasî rejim ve davranışla ilgisi olduğu için, milliyetçiliğe belirli bir siyasî renk vermek de bu anlamda mümkün olmamıştır. Gerçek bir milliyetçiliğin aslında kuvvetli demokratik unsurları kapsaması konusunda söylenecek çok şey varsa da, demokrasinin hiç mevcut olmadığı veya kabul edilmiş siyasî görüşlerle uyuşan bir görüntü vermediği yerlerde de gerçek milliyetçiler vardır.

Milliyetçiliğin özünde -evrensel bağlamda- millî kimlik inşası, millî bekayı temin meselesi ve millî çıkarları koruma duyarlılığı olduğu bilinmektedir. Türk milliyetçiliği de bu evrensel gerekliğin üzerine bina edilmiştir. Bu gerekliğe millet irâdesinin üstünlüğü ile milleti meydana getiren bireylerin hak ve özgürlüklerini esas alan çoğulcu demokrasiyle taçlandırır.

Çetinoğlu: Türk milliyetçiliğini; Faşizm, Nazizm ve Şövenizm gibi kavramlarla bağlantılı batı tipi milliyetçilikle özdeşleştirmek mümkün mü?

Yeniçeri: Faşizm’in, ırkçılığın ya da Nazizm’in ve diğer insanlık suçu ideoloji ve anlayışların Türk milliyetçiliği ile hattâ aşırı milliyetçilikle ilişkilendirilmemeleri gerekir. Diğer yandan milliyetçilik gibi bir olguyu gerici veya ilerici türünden bir politik kategori çerçevesine oturtmak da doğru değildir. Milliyetçiliğin politik tavır alışından da bahsedilemez. Ancak milliyetçiliğin değişik, tarih ve zeminlerde farklı politik tavır alışından söz etmek mümkündür.

 

Prof. Dr. ÖZCAN YENİÇERİ

1954 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. İlk ve orta tahsilini Gümüşhane’de, yüksek tahsilini Ankara’da, yüksek lisansını 1987 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı. 1991 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yönetim Organizasyon dalında ‘Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşmanın Önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü‘ adlı tezinin kabul edilmesiyle de doktor unvanını aldı.

1998 yılında doçent, 2004 yılında da profesör oldu.

Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Niğde Üniversitesi’nde çeşitli aralıklarla Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı, Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı. 1999 yılında Kazakistan’daki Ahmet Yesevî Üniversitesi’nde görev aldı. Bu üniversitede Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kurdu ve bir yıl süreyle de başkanlığını yaptı. 2004 yılında AYSAM (Ahmet Yesevî Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanlığına getirildi. Burada iki yıl çalıştı.  Niğde Üniversitesi’ndeki öğretim üyesi görevinden, milletvekili adaylığı sebebiyle ayrıldı.

Yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Yeniden Türkleşmek, Örgütsel Değişmenin Yönetimi, Küreselleşme Karşısında Milliyetçilik ve Kimlik, Küresel Kıskaç ve Türkçülük, Bilgi Yönetim Stratejileri ve Girişimcilik, Dokunanlar, İtirazlar, Bugünden Yarına Türk Dünyasına Stratejik Bakış, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar, Ölüler Nefes Almaz (Roman), Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşma Yönetimi.

Prof. Dr. Yeniçeri, 2003 yılında, Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından  ‘Prof. Dr. Osman Turan Kültür Araştırmaları Armağanı‘na layık görülmüştür. Ortadoğu, Ayyıldız, Millet, Hergün ve Siyaset Ekseni gazetelerinde çeşitli aralıklarla köşe yazarlığı yapmıştır. Halen Yeniçağ Gazetesi’nde köşe yazarlığına devam etmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi Ankara milletvekilidir.

 

 

 

 

Önceki İçerik“Bize Birşey Olmaz!”
Sonraki İçerikBaşka Açıdan Şeriat (I)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.