Günümüzde spor ve özellikle futbol küresel çapta ilgi odağı haline gelmiştir. Spor, farklı meslek ve statüdeki fertleri, sınıf ve tabaka farkı gözetmeksizin katılma ve paylaşma sağlayan, endüstrisi oluşan bir sosyal faaliyettir. Forma ve giyim kuşamdan, slogan ve tezahürat şekillerine, dayanışma ve ortak tavır ve davranışlara kadar bir bakıma çağımızın yeni bir cemaatleşme örneklerinden birisidir. Bu “cemaatleşme” keskinleşir ve belirli bir kulüp dairesini aşamazsa; Milli Takım taraftarlığı da zayıflar. Milli Takım’daki oyuncular kulüp ölçeğinden ele alınır. Başarıları ve başarısızlıkları bu açıdan değerlendirilir. Milli kimliği yıpratılmak, dışlanmak istenen ve anlaşılmaz bir şekilde tartışmaya açılan bir ülkede, Milli Takım taraftarlığı da zayıflar. İstanbul’da oynanan Türkiye-Hırvatistan maçında ortaya çıkan bazı istenmeyen olayları belki bu şekilde yorumlayabiliriz.
Anayasa üzerindeki tartışmalar ve çalışmalar sürüyor. Özellikle yargının siyasallaştırılması ve yürütmenin emrine verilmesi, hukuk devletiyle bağdaşmamaktadır. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesi, ehliyet ve liyakati esas almayan bir sonuç doğuran mevzuatın ortaya çıkardığı çarpıklık; görüştüğümüz bütün hukukçuları rahatsız etmektedir. Ehliyet ve liyakat bir tarafa atılmış, Türkiye’yi çok tehlikeli bir sürece sokacak “benim hakimim, senin hakimin” anlayışı, hukuku objektif kriterlerden uzaklaştırmaktadır. Mahkemeye değil de dava kazanabilmek için iktidar partisinin ilçe başkanına başvurulmaya başlanan, Güneydoğu’da devletin egemenliğini sarsacak şekilde örgüt yandaşlarının sözde adalet dağıttığı bir ortam acaba hukuk devleti midir?
Hukuk devletini parti devletine dönüştürmek, hakimin, atayana karşı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayamayan bir anlayış ülkenin geleceği için büyük bir tehlikedir. Yargıcın kendine karşı bağımsızlığını koruyabilmesi kadar kendisini atayan makama karşı da bağımsızlığını sürdürebilmesi adaleti her türlü şaibeden kurtarır. Türkiye’de ters işler olmaktadır. Hakim ve savcı tayinlerinde objektifliği sağlayabilmek için önemli bazı mahkemelere belirli bir havuzdan kurayla hakim atanması herhalde uygun olabilir.
Yine anayasa çalışmalarında anayasanın başlangıç kısmına mutlaka “Milli Devlet ve üniter yapının korunması” ilave edilmelidir. Ülkenin bölünmez bütünlük ilkesi ve Devletin 6. maddedeki egemenlik haklarının savunulması devlet olmanın bir gereğidir.
Almanya’da Alman kimliği, Fransa’da Fransız kimliği milli kimlik olmaktan geriye çekilip etnisite kapsamına sokulabiliyor mu? Bu konuda Türkiye bir istisna teşkil etmemelidir. Milli kimliği etniklik seviyesine indirmek ve etnik çağrışım yaptığını ileri sürmek toplumsal bir intihardır. Bütün ülkeden yana milletvekillerini parti tesanüdü ve çıkarını bir tarafa atarak dıştan kumandalı dönüştürme planına karşı hareket etmeye çağırıyoruz. İnsanları anayasa yoluyla birbirine ötekileştirmek demokratikleşme diye yutturulamaz.
Dün ve bugün bir kimlik dayatmasından kimse bahsedemez. Tam tersine; bir kimliksizlik dayatması ve dışarıya kararsız toplum manzarası verilmektedir. Aydınlar Ocağımız kamu menfaatine hadim cemiyet kapsamına alınmamıştır. Bunun sebebi de tüzüğünde “Türk Milliyetçiliği” ifadesinin geçmiş olmasıdır. 19 Mayıs 1976’da Cumhurbaşkanı Fahri Korütürk milli ve manevi değerlere dayananları “eksantrik” olarak suçlamıştır. 1944’de milliyetçiler işkence görmüştür. 19 Mayıs 1944’de rahmetli İnönü’nün nutku ortadadır. 1954’de Milliyetçiler Derneği kapatılmıştır.
Bütün bunlar Türk kimliğinin dayatılması mıdır?