Yrd. Doç. Dr. Yesevîzâde Şâkir Alparslan Yasa, Türk dili sevdalısıdır. Aynı zamanda ecdadımıza saygılı bir vatan evladıdır. ‘Milletimize Revâ Görülen KÜLTÜR JENOSİDİ’ isimli 13,5 X 21 santim ölçülerinde 620 sayfalık eserinde, ‘Osmanlı Cihan Devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne… Nasıldı, Nasıl Oldu‘ umumî başlığı altında, devrimbazların bizi bizden koparan ve çoğu yıkım mesâbesindeki dayatmalarını büyüteç altına alıyor. Eseri için tercih ettiği alt başlıklar şöyle:
*’Öztürkçe‘ Sapkınlığı, *’Öztürkçe Ezân ve Öztürkçe Kur’an‘ Rezâleti, *Câmi ve Tarihi Eser Kıyımı, *Avrupacılık Dalâleti, *’Kemalizm Dîni‘ ve Şahısperestlik, *Tercüme Hukuk Zilleti, *Horlanan Millî Yazımız ve Kıyafetimiz, *Tahrif Edilen Tarihimiz, *Hakaret Edilen Ecdâdımız, *Yasaklanan Millî Mûsıkîmiz, *Resmî Teşvîk Gören Menhiyat.
Müellif, yukarıda bir kısmının başlıkları verilen mevzuları, ‘târihî Türkçe‘ olarak vasıflandırdığı bir ifâde tarzı ve inandırıcı bir üslûpla îzah ediyor. Eserin sayfaları ve satırları arasında mütecessis dikkatlerle dolaşan okuyucu şu gerçeği idrak ediyor: Alparslan Yasa, bildiği bütün doğruları yazamamış olsa bile, doğruluğuna inanmadıklarını asla yazmıyor. Bu durum muhtemelen; ‘Her zaman doğruları söyleyiniz. Fakat her doğru, her zaman ve her yerde söylenmez.’ Düsturunun icabıdır.
‘Kur’an tercümesi’ veya ‘Türkçe Kur’an’ mevzuundaki izahatı, kitapta yer alan bilgilerin sağlamlığı hakkında kâfi derecede kanaat oluşturmaktadır:
‘İdeal tercüme, yâni aslının tıpatıp kopyası olan bir tercüme mümkün değildir. Metin objektif üslûptan uzaklaşıp sübjektif bir üslûba yöneldiği ve edebî bir hüviyet kazandığı nisbette, sahih tercümenin başlıca iki şartı olan olabildiğince aynı mânâ ve aynı tesiri vermek için mütercimin bir o kadar fazla serbest davranması, metin üzerinde bir o kadar fazla tasarrufta bulunması binâenaleyh ifâde şekilleri bakımından aslından bir o kadar farklı bir metin inşâ etmesi iktizâ etmektedir. Bunun mânâsı, tercüme metinde mütercimin payının o nisbette artması, metne o nisbette kendi damgasını basmasıdır. Tabiî, bu mâhiyetteki tercüme kayıp ve kazançları sâdece mütercimin şahsiyetinden ileri gelmez; bunda, her biri diğerinden müstakil iki kapalı dil sisteminin birinden diğerine geçiş sırasında tercüme eden dilin hususiyetleri ve o dili konuşan insanların kültür farklılığı da rol oynar. Bu çerçevede, tercüme bir edebî eser, sâdece müellifine değil, aynı zamanda, tercüme metnin inşâındaki katkısı oranında, mütercime de âiddir.
Buna mebnî, Arapça olarak inzal olmuş bulunan Kur’ân-ı Hakîm’in bir başka dile tercümesi, aslına muâdil olamaz, onun yerini tutamaz; olsa olsa, aslı hakkında bir fikir verebilir ve ayrıca bize onun -mânâ îtibâriyle- tebliğini nakledebilir; ki metnin mânâ itibariyle naklinde dahi noksanlıklar bahis mevzuu olabilir ve bunların şerh veya tefsirle telâfi edilmesi iktizâ eder. Müfessir Muhammed Hamdi Yazır merhumun “meal” tâbirini, Kur’ân-ı Kerîm’in mânâ ve güzelliğinin bir başka dilde aslının ancak çok altında ifade edilebilmesi şeklinde tarif etmesi, bu sebepledir.
Dîğer taraftan, doğrudan doğruya aslından yapılan tercüme bile, aslından bir hayli inhiraf etmiş, başkalaşmış bir metin olunca, ikinci, üçüncü dillerden yapılan tercümeler, aslından kat-be-kat uzaklaşmış demektir.
Hâlbuki, 1930’larda, camilerde, cebren okutulan Türkçe Kur’ân-ı Kerîm, bir asker (miralay / albay) olan Cemil Said Dikel’in Kasimirski’nin Fransızca Mealinden, yâni ikinci bir dilden, hem de Fransızca gibi, bünye, kelime hazinesi ve kültür bakımından Türkçeden pek uzak olan bir dilden yaptığı bir tercümedir.
Oysa o sırada Türkçede, doğrudan Arapçadan tercüme ederek hazırlanmış birkaç tâne Meâl bulunmaktadır.’
Müellif Yasa, bu bahsi şu cümlelerle kapatıyor: ‘Câmilerde Kur’an’ın nisbeten mûteber addedilebilecek bir mealinin okunarak mânâsının anlaşılmasına yardımcı olunması, bâzı duâların Türkçe veya mahallî bir dilde yapılması gibi meseleler, Müslümanların dâhilî mes’eleleridir. Bu mes’elelerde fikir beyân etmek için evvelâ Müslüman olmak lâzımdır.’
Kültür Jenosidi isimli eserde acı hakikatler, bizzat jenonisidin hazırlayıcıları ve tatbikatçılarının ifâdeleriyle ortaya konuluyor. Yeni alfabeyi hazırlayanlar yazıyor:
‘Osmanlı Cihan Devleti’nin son yıllarında Türk dilinin kurtuluşu namına düşünülmüş çare, sadece kaideleri Türkçeleştirmekten ibaretti. […] Dil Kurultayı dâvâyı geniş bir dil inkılâbı hâlinde ortaya atmıştır. Artık Türk dili dâvâsı Türk rönesans an’anelerinden biri olmuştur. Şimdi Türk dili kelimelerile, sarf ve nahvi, kısaca bütün bünyesiyle yeniden inşa olunan içtimaî bir müessesedir. […] Bu artık bir dil reformu değildir. Bu, bir dil inkılâbıdır. Bu hareket yemişlerini şimdiden vermeğe başladı.
Dili yabancı ve iğreti olan Osmanlı cemiyetinin harfleri de, dilimizin bünyesine ve âhengine bir türlü kendisini uyduramamış olan Arap harfleriydi. […] Arap harfleri, bizi teokrasinin külliyatına ve fikir yer altılarına doğru sürüklüyordu. Yeni Türk harfleri, bizi teokrasi külliyatından ve fikir yer altılarından bir darbede ayırmıştır. Geriye doğru uzanan köprüyü dinamitleyip atmıştır.
Yazı ve imlânın değiştirilmesinin hakîkî sebebi medeniyet yolumuzu değiştirmek, yâni Türklüğün inkişâfına engel olduğu kabul edilen an’aneci İslâm-Şark çevresinden kurtulmaktı. Bu değiştirilen eski yazının bilhassa kısalık ve görünüşlülük îtibârîle yenisinden üstün olduğu bilinmiyor değildi; fakat, -tanınmış dilcimiz Sayın Ahmet Cevat Emre’nin o zamanlar “Lisânımız” ünvânı altında topladığı yazılardan birinde söylemiş olduğu gibi- yeni yazı eskisinden kat kat güç olmuş olsaydı bile, alınması zarurî idi.’
312. sayfada yer alan bu ‘îtirafnâme’de her şey gayet açık değil mi Efendim? Maksat, öğrenilmesi çok kolay bir alfabeye geçiş değildir. Türk milletinin İslamiyet’le olan ve -o tarihteki duruma göre- bin yıldır devam eden bağlarını koparmaktır. Gerekçesi ise yazarı, çizeri, mebusu, vekili ve başvekili tarafından, ‘İslâmiyet terakkiye mânidir‘ yâveleriyle hazırlanmıştı.
‘Kültür jenosidi‘ olarak izah edilen diğer mes’eleler ise, mevzu başlıkları itibâriyle; Türk mûsıkîsinin radyolarda icrasının yasaklanması (s: 313), şehrin imar edileceği gerekçesiyle yıktırılan türbeler (s: 323), Babaeski Müftüsü Ali Rızâ Efendi ile Fâtih dersiamlarından İskilipli Âtıf Hoca’nın, Erzurumlu Şalcı Bacı‘nın trajik hikâyeleri olarak belirtilebilir. Bu bölümlerde; el yazılı belgelerin, gazetelerden kesilen parçaların fotokopileri gözler önüne seriliyor.
Hitabevi Basım Yayın Dağıtım:
Bayındır Sokağı Nu: 27-28 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.312-435 55 66 e-posta: hitabevi@gmail.com
Yrd. Doç. Dr. Şâkir Alparslan Yasa:
1949 senesinde Şanlıurfa’nın Bozova kazâsında doğdu. Babası Hokand’lıdır ve Hoca Ahmed Yesevî sülâlesindendir.
1967-1973 senelerinde Millî Eğitim Bakanlığı burslusu olarak ve iktisâd tahsîli maksadıyle Fransa’da bulundu. Tahsîlini tamamlıyamadan Türkiye’ye döndü. Avdetinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (SBF) kaydolduğu hâlde o anarşi senelerinde yine tahsîlini yarım bırakmak mecburiyetinde kaldı. Bu arada, Yesevîzâde imzâsıyle, mecmûa ve gazetelerde makaleler ve tedkîk yazıları yazdı.
Anarşi mağdûrları için çıkarılan aftan istifâde ederek, 1992-1993 öğretim yılında SBF’ye tekrâr kayıt yaptırdı ve 1998 senesinde İktisâd Bölümünden mêzûn oldu. Hâcettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde kabûl edilen tez ile ‘Doktor‘ unvanı aldı. Aynı üniversitede Fransızca Mütercim-Tercümanlık Anabilim Dalında Öğretim Görevlisi olarak ders verdi, 2013 senesinde yaş haddinden emekliye sevk edildi.
Tercüme sâhasıyle alâkalı ve muhtelif akademik mecmûalarda neşredilmiş -bâzıları kitap hacminde- 18 makalesi, tercüme kitapları, milletler arası sempozyumlarda sunduğu teblîğleri, değişik tercüme kitaplar hakkında hakem raporları bulunmaktadır.
Şâkir Alparslan Yasa; evli, 2 çocuk babasıdır.
Yayınlanmış Eserleri:
Sevgi Peygamberi: (1996), Türk Eğitim Sistemi / Alternatif Perspektif: Türkiye Diyânet Vakfı Yayını. (Heyet azâsı olarak, 1996), Kamu Harcamalarında Etkinlik ve Parlamenter Denetim: (T.C. Sayıştay Başkanlığı Yayınları, 2002), Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar: Kurtuba Yayınları, 2013), Türkçenin İnkişâfı İçin Tercüme: (Hitabevi Yayınları, 2014)
KUŞBAKIŞI:
Hadislerle İslam:
Hz. Peygamberimizin hikmet ve rahmet dolu dünyasını keşfetmeye dâvet eden Hadislerle İslâm adlı eser, Türkiye Diyânet Vakfı tarafından ilim ve kültür dünyamıza kazandırılmıştır. Eser, Sevgili Peygamberimizin (sav) çağlar üstü örnekliğini, sâde ve anlaşılır bir dil ve özgün bir üslupla okuyucuya sunmaktadır. Hadislerle İslam, 85 yazarla hazırlanan 9.782 hadisten oluşan 7 ciltlik eser 6 yılda hazırlandı. Eserin tamamında kullanılan ve atıfta bulunulan âyet ve rivâyetlerin toplamı, mükerrerleriyle birlikte 25.147’dir.
Hadislerle İslam, sevgili Peygamberimiz tarafından sergilenen örnek tutum ve davranışları, özelde Anadolu insanının, genelde İslam toplumunun modern zamanlardaki problem ve ihtiyaçlarını dikkate alan, ülkemizdeki hadis uzmanlarının birikimlerinin ürünüdür. Eserde savaş hukuku, iftira, gıybet, kadın ve eğitim gibi birçok mevzu hakkında açıklamalar bulunmaktadır.
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Merkezi:
Dr. Mediha Eldem Sokak No: 72/B 06640 Kocatepe, Ankara. Telefon: 0.312-416 90 00 Belgegeçer: 0.312-416 90 90 e-posta: tdv@diyanetvakfi.org.tr www.diyanetvakfi.org.tr
Edebiyatımızdan Hoş Sedâlar:
‘Lale Şairi ‘ olarak tanınan Araştırmacı-Yazar Abdullah Satoğlu’nun hazırladığı 14 X 21 santim ölçülerinde 1. Cildi 232, 2. Cildi 176, 3. Cildi 232 sayfalık eser, edebiyat dünyamızın özellikle son elli yılında, gök kubbemizde ‘hoş sedâ” bırakan bâzı şair ve yazarlarımıza dair, makaleleri ihtiva etmektedir.
Edebiyat çevreleriyle, eğitim ve öğretim alanında geniş şöhrete ulaşan bu şahsiyetlerin birçoğu, bugün hâlen devlet kademelerinde ve çeşitli kuruluşların başında vazife gören vasıflı bir neslin yetişmesinde son derece tesirli olmuştur.
Yazar Satoğlu, çoğunu yakından tanıma ve dost olma imkânını bulduğu ve eserinde yer verdiği mühim şair, edip, fikir ve dâvâ adamının biyografileriyle birlikte, bilinmeyen özelliklerini nakletmekte ve eserlerinden örneklere yer vermektedir.
Eserin 1. cildinde 40, 2. Cildinde 30, 3. Cildinde de 30 olmak üzere 100 şahsiyet tanıtılmaktadır.
Akçağ Basım Yayım Pazarlama Anonim Şirketi:
Tuna Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98 Belgegeçer: 0.312-432 28 52 www.akcag.com.tr e-posta: akcag@akcag.com
Ömrüm Ankara / Bir Ankara Şehrengizi:
Eserin adında geçen ‘şehrengiz‘ kelimesinin karşılığı, D. Mehmet Doğan’ın hazırladığı Doğan Büyük Türkçe Sözlük’te; ‘Divan edebiyatında bir şehrin güzelliklerini mesnevî tarzında anlatan eser ‘ olarak veriliyor. İskender Pala’nın belirttiğine göre haklarında şehrengiz yazılan şehirler İstanbul, Edirne, Bursa gibi daha çok eski medeniyet merkezleridir.
Başşehir olması sebebiyle Cumhuriyet döneminde Ankara için de onlarca ‘Ankara Kitabı’ yazılmıştır. Bir yenisini yazmak, doğrusu cesâret isteyen bir iştir. Yazar D. Mehmet Doğan bu işi yüzünün akıyla başarıyor ve milyonlarca teşekkür ve bir o kadar da gönül kazanıyor. Özellikle Türklerin tarihini Göktürklerle başlatanlar gibi, Ankara’nın tarihini Cumhuriyetle başlatanlar, ‘Ömrüm Ankara‘yı mutlaka okumalılar.
Türkler, tarih boyunca fethettikleri şehirlerdeki en büyük ibâdethâneyi, ‘fetih hakkı’ olarak cami hâline getirirler. Hâli araziye yerleşmişlerse oraya önce cami inşa edilir, minâreler yükseltilir. Sonra mezarlık yapılır. Mezarlıklarda serviler boy verir.
Minâre ve servi… Allah Subhanehu ve Teâla Hazretlerinin varlığını-birliğini toprağa telkin eder. Toprak iman sâhibi olur. Orası artık Dârülislâm’dır. Ankara böylece, ‘mâbetsiz şehir ‘ unvanını kaldırıp atmıştır. Rahmetli Serdengeçti’nin dua niyetine söylediği ithamla…
Ankara’nın ilk çağlara uzanan derin bir tarihi vardır. Tarih boyunca değişik milletler tarafından fethedilmiş, defalarca el değiştirmiştir. Kral Yolu ve İpek Yolu Ankara’dan geçer. Bu özellikleri sebebiyle Ankara, bölgenin sanayi ve ticaret merkezi oldu. Ahi Teşkilatı ile bu hususiyetleri inkişaf etti.
İlk çağlarda, düşman saldırılarına karşı mükemmel ve tabiî savunma şartlarına sâhip olması sebebiyle iskân yeri olarak tercih edilen Ankara, bağlık bahçelik bir şehirdi. Köşkleriyle şirinlik kazanıyordu. Başşehir olduktan sonra bağlar, bahçeler şehir rantı oburlarının tahripkâr saldırılarına mâruz kaldı. Osmanlı’nın son dönem mimarları birkaç tarihî eserle şehre şahsiyet kazandırmaya çalıştılarsa da ekseriyetin tercihi, batılı bir görünüm oldu; Hacı Bayram Veli Camii ve Tâceddin Dergâhı geçmişten kalan mücevherlerdir.
Doğma-büyüme Ankaralı olan D. Mehmet Doğan, 1980 yılından itibâren Ankara’nın geçmişte ve Türk-İslam tarihindeki yeri hakkında yazdığı makaleleriyle tanınan bir yazar. 2015 yılında ikinci baskısı yapılan 16 X 21,5 santim ölçülerinde, 368 sayfalık eserinde Ankara’nın bilinmeyen özünü, rûhunu anlatıyor.
Yazar Yayınları:
Müdafa Caddesi Nu: 10 Müdafa Apartmanı Kat: 7, Daire: 13 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.212-417 34 72
Belgegeçer: 0.212-232 05 71 e-posta. yazar@yazaryayinlari.com // www.yazaryayinlari.com
Kısa Kısa… Kısa Kısa…
1-Hayat, ‘Bitti’ Dediğin Yerde Başlar (Roman): (Fırat Çakır / Yediveren Yayınları.)
2-Nefislerin Terbiyesi: Eşrefoğlu Rûmî / Sufi Kitap.
3-Yurttaş Sokak: Emir Kalkan / Ötüken Neşriyat
4- Tarihin Sonu ve Son İnsan: Francis Fukuyama – Tercüme: Zülfü Dicleli / Profil Yayıncılık.
5-Pendnâme: Feridüddin-i Attar – Tercüme: Mehmet Ali Özkan. Semerkand Yayınları.