Mihriban, Talut, Irmak

60

Abdurrahim Karakoç’un “Mihriban” şiirini veya türküsünü hepimiz biliriz. Birlikte çalıştıkları arkadaşı bir gün: “Üstat, kimdir bu Mihriban?” diye sorar. Karakoç: “Karıştırma oraları, vardır herkesin bir Mihriban’ı.” der.

Kuran-ı Kerim’de geçen Talut ve Calut kıssası; niteliğin niceliğe, keyfiyetin kemiyete, kaliteli azlığın sayısal çokluğa galibiyetini anlatır bir bakıma: “Tâlût, ordu ile hareket edince, ‘Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.’ dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içti. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”

Karakoç, doğru mu söylüyor; herkesin bir Mihriban’ı var mıdır? Sizin uğruna türküler yaktığınız Mihriban’ınız oldu mu? Hep içinizde sakladığınız, karıştırılmasını istemediğiniz bir hikâyeniz ve ütopyanız oldu mu? Adını koydunuz mu ya da adını bir türlü koyamadınız mı? Hangi zeminde yürüdü Mihriban? Adı; makam, para, şöhret miydi veya başka bir şey miydi? Siyasetin hareketlendiği özellikle bu dönemde pek çok insan bir Mihriban peşinde.

Talut ve Calut taraftarları, her dönemin gerçeği. Nitelikli ve sabretmesini bilen azınlığın, sabrı bilmeyen nitelikten yoksun çoğunluğa galibiyeti ise Allah’ın yasası. Bu yasayı sosyolojik vakalarda gördüğümüz gibi, İlahi buyruklardan da öğreniyoruz.

Calutsuz bir dünya mümkün değil. Calut, sevdası Mihriban olanların imtihanı. Irmaktaki suyu içenler, sevdasının mağlubu; içmeyenler muzafferi.

Ömrüne bir Mihriban koymayanları ve ırmak suyuyla sınanmayanları, şairin “Beyhude salınır, beyhude çağlar / Bir sağa bir sola Çoban Çeşmesi”ne benzetebiliriz. Ne kadar etkisiz var oluş şekli.

Mihriban aşkına yükledikleri yüce değerler uğruna siyasete girenlerin, hizmeti unutup ranta yöneldiklerini görünce Calut’un orduları karşısında mazeret üretenleri, kıvıranları, kendilerini haklı gösterme çabasında olanları hatırlarım.  Ömür denen kıymetli zamanını siyaset arenasında tüketenler, “Ben neydim, ne oldum, yaptığım işlerin ve harcadığım değerlerin ne kadarı maşer-i vicdanda ibra edilebilecek türden?” ve bu alanda hizmet etmeyi arzulayanlar da “Beni buraya yönelten gerçekten fedakârlık mı, bir beklenti mi?” diye sorabilmeli. Kendine karşı dürüst olmalı. Dava arkadaşlığı, hizmet aşkı, yüksek fedakârlık iddiası ile yola çıkanların bir süre sonra birbirlerine düşman kesildiklerini ve yola çıkacakların da daha şimdiden birbirlerinin aleyhlerinde konuştuklarını ve birbirlerini karaladıklarını görünce sınavı kaybettiklerini ve kaybedeceklerini söyleyebilirim.

İmamlık görevi yapan bir arkadaşım, “İmamın sarığı beyazdır, en küçük sinek pisliğini bile gösterir.” derdi. Toplum önüne çıkanlar, rol model sahipleri, en ufak pisliği dahi gösterecek sarığa büründüğünü bilmelidirler. Haksız kazanç, iltimas, kayırma, rüşvet, izahı zor bağlantılar, zamanını nerede, kiminle, nasıl geçirdiğinin tercihi, davranışlardaki değişiklik… beyaz sarığı lekeleyen pisliklerdir.

Bir peygamber beklentisinde olamayız. Özellikle, aktif hizmet alanı olan siyasette Hz, Peygamber’in “Şahit Ol Ya Rab, Şahit Ol Ya Rab!” dediği gibi, yaptıkları hizmetlerde bir samimiyet örneği olarak Allah’ı şahit gösterebilecek yöneticilere bu milletin ihtiyacı var. Siyaseti bırakanlar bunu yapmalılar, siyasete girecekler de kendilerini buna hazırlamalılar.

Herkesin bir Mihriban’ı var. Mihriban’ın yolunda, Calut bariyerleri inşa edilmiş. Talut’un askerlerinden, ırmaktaki suyu içinler kaybetti, içmeyenler kazandı. Sabır, doğru inanç ve dürüstlük gösterenler, “Şahit Ol Ya Rab!” diyebilir. Bunun dışındakiler hangi yüzle yaşar, bilmiyorum?

Yoksa siz de “Karıştırma oraları!” diyenlerden misiniz?