Hani şu Ayvalık’tan bakıp “yahu burası Midilli mi?” diye konuştuğunuz, Midilli’nin 1912 yılındaki işgalinden size biraz bahsetmek istiyorum. Bunun kendimce özel bir nedeni de var. Benim yaşamımda büyük emeği olan babaannem Midilli’li.
Midilli adasının Yunanistan tarafından 1912 yılında işgal edilmesi, askeri ve tarihi açıdan incelenmesi ve Türk kamuoyunun önüne konulması gereken önemli bir konudur.
Atlas Dergisi Eylül sayısını “Ege’deki Yunanistan” ve Para Dergisi de son sayısını Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Makedonya, Kosova ve Sırbistan’ı sayarak “İş yapılacak 7 ülke” diye çıkartınca içimdeki duygular bir kez daha gün yüzüne çıktı ve bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istedim.
Midilli’nin işgali, adada yaşayan müslüman Türklere çok pahalıya mal olmuştur. Çatışmalar sırasında ve bilhassa Osmanlı – Türk askerinin teslim olmasından sonra yerli rumlar çeteler kurarak Midilli’de pek çok taşkınlık yapmış ve savunmasız halka ve camilere saldırarak masum canlara kıymıştır.
Bu kıyımdan babaannemin, anne ve babası da öldürülmek suretiyle nasibini almış ve iki yaşlarındaki babaannem kahraman bir Türk subayının kucağında Ayvalık’a geçirilerek ölümden kurtarılmıştır.
Daha sonra bu kahraman subayımız babaannemi evlatlık alarak, Karşıyaka Alaybey’de (İzmir) bulunan ailesine teslim etmiş ve kendiside Kurtuluş Savaşına katılmıştır.
Babaannem, kendisinden büyük abisi ve ablasıyla 40 yıl sonra tesadüfler sonucu buluşmuştur. Velhasıl yüzbinlerce dramdan biri işte.
Ancak Atlas Dergisi’nin Rodos, İstanköy, Santorini, Sisam ve Midilli’yi sayarak “Ege’deki Yunanistan” başlığını atması ve bize Türk adalarını, Yunan Adaları olarak yutturmaya çalışması, nereden nereye gelindiğinin en bariz göstergesidir. Tıpkı Türk şehri Diyarbakır’ın, Musul’un, Kerkük’ün düştüğü durum gibi.
19. yüzyıl sonlarında Midilli’de 61 cami, 38 hamam, 7 tekke, 4 medrese ve 147 okul bulunuyordu. Buna karşılık günümüze intikal eden Osmanlı – Türk eseri son derece azdır.
Burnumuzun dibinde Ege’de bulunan Türk adalarını, Yunan kuvvetlerinin ikibuçuk ay gibi kısa bir sürede işgal etmesi, o dönem içinde bulunduğumuz gaflet, delalet ve ihanet çemberinin boyutlarını göstermesi bakımından çok ilginçtir.
Telgraf memurlarının büyük fedakarlıklarla çektikleri telgraflardaki yardım feryatları başkent İstanbul’da karşılıksız kalmıştır.
Halbuki Yunan tarafının hedefi; Ege Denizindeki bizim bugün Yunan Adaları dediğimiz Taşöz’den Ahikerya’ya kadar uzanan onbir Türk Adasını kuzeyden güneye ele geçirmek ve Anadolu sahillerini Ege’ye kapatmaktı. Ve bu işgaller jet hızıyla 21 Ekim 1912 – 03 Ocak 1913 tarihleri arasında gerçekleşti. Yani Yunan hedefi tutmuş oldu.
Tabii bu işler hemen öyle pat diye olmuyor. Midilli’yi işgale hazırlanan Yunanistan, iki savaş gemisini beş ay önce Midilli kıyılarına göndererek hazırlık yaptırıyor. Bunu gören Midilli mutasarrıfı Faik Ali bey, Türk karasularında adeta alay edercesine dolaşan bu savaş gemilerine karşı gerekli tedbirlerin alınmasını, Osmanlı donanmasının ilgisizliğine de dikkat çekerek Dahiliye Nezaretine gönderdiği telgrafta özellikle talep eder. Ancak bu çağrılar cevapsız kalır ve adalarımız işgal edilir.
Bu gün başımıza gelebilecek olan şeyleri anlatanlara karşı takındığımız duyarsız tavırları bu ilgisizliğe benzetiyorum. Size bunları İdris Bostan tarafından yayınlanmış bulunan “Midilli’nin İşgal Günlüğü – 1912” (Küre Yayınları – 2010) adlı kitabından aktarıyorum.
Son misalim ise onca zulüm, katliam arasında Yalı camii imamı Hafız Niyazi Efendi’nin seksenbeş yaşındaki yaşlı babasının yerli rumlar tarafından, tenasül uzvu ve bilekleri kesilmiş, sağ gözü testereli bir bağ bıçağı ile ayrılmış olarak öldürülmesine ait. Bu yüzlerce birbirine benzer olaydan sadece biri.
Adayı işgal eden Yunanlıların, işgal’de İngiliz botlarını kullanması,Midilli’deki Yunan kuvvetlerinin Girit ve buraya dikkat edin! Amerikalı gönüllülerle desteklenmesi geçmişte olduğu gibi bugün de nelerle karşı karşıya olduğumuzun bir delilidir.
Bu gün sözde Türk basının hakikatte Türk toprağı olan ve zorla elimizden koparılmış vatan parçalarımızla ilgili olarak, sanki oralar bizim değilmiş yada bizden değilmiş gibi yayın yapması içimi acıtıyor.
Ve ister istemez, günümüzde yaşananlarla mukayese yapmak zorunda kalıyorum. Anadolu’ya saldığımız barış gönüllüleri, depreşen bölücülük ve aldığı mesafe, Türk milletinin derin sessizliği ve çözülme emareleri hatıraların yeniden gözümde canlanmasına sebep oluyor.
Bu gün başkasının olarak gördüğümüz fakat aslında bizim olan topraklarımızı, Midilli örneğinde olduğu gibi gaflet ve ihanetin buluşması ile kaybettik. İnşallah yeni Midilli faciaları yaşamayız.