Bilge iktisatçı Ege Cansen sosyal meseleleri de bir ekonomi kavramlarıyla ve fakat felsefi derinlikte yorumlar. Hürriyet’teki son yazısında “KÜRT Açılımı sürecini” değerlendiriyor. Sosyo-ekonomik sistemlerde “dengele-denetle” mekanizmalarına ihtiyaç olduğunu anlatarak, herkesin bildiği bir gerçeği hatırlatıyor: “Freni olmayan bir otomobil, faydadan çok zarar yaratır.”
SÜREÇTE MUHALEFET FAYDALIDIR: AKP, muhalefete tahammülsüz bir şekilde, “açılım sürecini” sadece PKK/BDP ile birlikte götürmekte. Bu politikaların doğru olmadığını savunan biri olarak, yine de süreç kendi mantığı içinde yürütülecekse, hükümetin başarılı olabilmesi için muhalefetin katkısına çok ciddi ihtiyaç olduğunu görüyorum.
PKK’nın (ayrılıkçı Kürtlerin) taleplerine karşı ciddi bir toplumsal muhalefetin olması iktidarın pazarlık masasında elini kuvvetlendirir.
“Ne pahasına olursa olsun çözüm” mantığını kabul ettirmek için, ABD/AB devletlerinin Başbakan Erdoğan’a “senin elini kim tutabilir ki” gazını verdiği bir ortamda, O’nun “bu muhalefete ve bu topluma bu şartları kabul ettiremem” diyebileceği şiddetli bir muhalefet lazım.
MHP FRENİ: MHP’nin çok önemli bir rol oynaması gerektiğini düşünen Ege Cansen de otomobilin faydalı olabilmesi için MHP frenine ihtiyaç olduğunu anlatıyor:
“Kürt Açılımının gaz pedalı, AKP’dir. AKP’liler kendilerini de gaza getirip, durmadan gaza basmaktalar. Bu açılımın “makul” yani “akıllı” bir sınırı yok mudur? Açılım ne kadar faraşlaşırsa, o kadar iyi olur denemez.
Bu açılımın, Türkleri çıldırtmaması ve dolayısıyla Kürtlere zarar vermemesi için, birilerinin frene basması şarttır.
‘İsteklerimiz kabul edilmezse, 40-50 bin kişiyle daha büyük bir isyan başlatırız’ diyen Öcalan’ı veya diğer PKK aktörlerini makul olmaya hangi akıllı ikna edecektir?
AKP’leşmeye pek hevesli yeni CHP, bunu yapamaz. Bu frensiz gidişi yavaşlatacak mekanizma olarak geriye tek MHP kalıyor. Yaptığı çıkışlarda hayır vardır deyin.“
“VUR DE VURALIM…” MHP’nin Bursa’daki yüzbinlerin katıldığı Açık Hava Toplantısında “vur de vuralım; öl de ölelim” diyen kitleye, lider Devlet Bahçeli’nin “onun da zamanı gelecek” cevabını verişi iktidar kanadından çok eleştirildi. Hatta Başbakan Erdoğan “yargının gereğini yapmasını” isteyerek suç duyurusunda bulundu.
AKP Adıyaman Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Mehmet Metiner, “Bir itiraf: ‘Vur de vuralım, öl de ölelim’ bizim sloganımızdı” başlıklı yazısında, “80 öncesinin Akıncı gençleri olarak miting meydanlarında çığırdığımız sloganlardan biriydi bu” diye yazdı. “Laik ve dinsiz devlete karşı cihat çağrılarımız sokaklara taşmıştı artık. Mitinglerdeki sloganlarımız bile giderek cüretkâr bir kimliğe bürünmüştü. Erbakan Hoca konuşurken hep bir ağızdan bağırırdık: ‘Vur de vuralım, öl de ölelim!” Fakat Rahmetli Erbakan Hoca hiçbir zaman bu slogana sıcak bakmadı.”
Mehmet Metiner yazısında HADEP genel başkan yardımcısı olduğu sırada kendisi veya HADEP’li gençlerin bu sloganı kullanıp kullanmadığına dair bilgi vermemiş.
80 öncesinin akıncı gençlerinden olan Başbakan Erdoğan da bu sloganı söylemiş mi onu da bilemiyoruz ama bugün çevresinde olanlardan bazılarının söylediği anlaşılıyor.
Demek ki kitleler tahammül sınırlarını aşan sosyal ve siyasi gelişmeler karşısında bu tür sloganlar kullanıyor.
Bir yandan teröristbaşının “isteklerimiz olmazsa 50 bin kişiyle daha şiddetli bir savaş başlatırız” tehdidi altında yürütülen müzakereye, “yeter ki barış olsun” diye destek vereceksiniz.
Diğer taraftan AKP ve PKK’nın seçtiği “âkil insanlardan” Baskın Oran‘ın “İkiye bölmek yetmez, Türkiye’yi tümden bölelim! Özerklik sadece Kürtlerin yaşadığı bir yerde olmasın. Tüm Türkiye özerk yapılara ayrılmalı” cümleleriyle duyurduğu projeye ses çıkarmayacaksınız.
“Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganına “onun da zamanı gelecek” cevabını veren Devlet Bahçeli‘yi yerden yere vuracaksınız. Susturmak için yargıya “gereğini yap” diyecek, iktidarınızın 11. senesinde Bahçeli’nin döneminde Türkiye’nin soyulduğunu fark edecek ve Yüce Divan’a göndermeye çalışacaksınız. Bu tavır ve manevraların halkta bir karşılığı olamaz. Bahçeli’ye tepki gösterenler samimi değil.
Gösterilen tepkiler, bu sloganın ve Bahçeli’nin cevabının etkili olduğunu ve bu tarz çıkışların PKK taleplerine fren işlevi görebileceğini göstermekte.
Alev Alatlı‘nın 12 Eylül 1980 öncesi olayları anlatırken kullandığı şu cümle bugünlerde de aynen geçerli diye düşünüyorum: “MHP binasının önünden geçerken ‘iyi ki ülkücüler var da bu işler kötüye gitmeyecek’ diyen nice solcuları bilirim.”
Ancak Türkiye’nin bölünmesine karşı direniş görevini sadece MHP’ye yüklemek haksızlık. CHP’nin ulusalcıları ile SP, BBP ve diğer Meclis dışı muhalefet de net tavır koymalı.
Ayrıca AKP ilçe yönetiminde görev yapan bir yetkiliden duyduğum gibi “her şey bitti de iş TC ile uğraşmaya mı kaldı. Millet ve Allah bizi cezalandıracak” diye düşünen, AKP’li milli hassasiyeti yüksek vatandaşların partilerinin üst kademesine tepkilerini göstermesi halinde hiçbir dış proje başarılı olamaz.
İSYAN KÜRT HALKINA DEĞİL! “Türk Milleti’nin silahlı isyan hakkı doğar” denilen bir noktaya gelineceğini düşünmek bile istemeyiz. Farzı muhal böyle bir isyan ihtimali olsa bile bunun bir Türk-Kürt çatışmasının sebebi olmaması gerekir.
Çünkü PKK dışarıda kurgulanmış bir projenin parçasıdır ve PKK Kürt halkının meşru temsilcisi değildir ve olamaz. PKK’yı Kürt halkının temsilcisi gibi gösteren yazı ve yorumların sahipleri küresel oyunun gönüllü veya satın alınmış birer figüranıdır.
“Çözüm süreci” denilen küresel oyun, Türklerin ve Kürtlerin arasında yürütülmekte olan bir savaşı sonlandıracak olan bir “müzakere” değildir. “Türk milleti ve Kürt halkı bu kirli oyunun dışındadır.”