Mevlânâ’nın Mesnevîsi (12)

103

Aristo: “İster istemez hangileri fayda ve maksat için yapılmış ise, onlar aklın eseri olacaktır.”

Sokrat: “Öyle ise hatırınıza gelmez mi ki, insanları ilk önce yaratan Yaratıcı; fayda ve yararlar netice vermek (s. 29) maksadıyla hisler için, birçok uzuv ve organlar vermiştir. Meselâ görülebilecek şeyi görmek için gözler, işitilebilecek şeyleri işitmek için işitme duygusu yarattı. Eğer dil ve dimağımız bilinen his ve duygular ile yaratılmamış ve koklama duyumuz olmamış olsa, bunca güzel koku, tatlı ve acı her çeşit lezzetler ve yiyeceklerin dünyada bulunması ne işe yarardı? Bir de görmez misin ki, akla uygun bir tertip ve düzen üzere son derece sanatla ve en lüzumlu bir organ olan gözü korumak üzere kirpik gibi sanatla yaratılmış bir perde yapılmış? Uykuda ve bundan dolayı uyku dalgınlığıyla gözünü korumaya insan güçsüz olduğu sırada, kirpiğin kendiliğinden kapanıp gözü koruması bilinen bir husustur. Sonra insan uyandıkta göz görmek için kirpiğin açılması mâlûmdur. Rüzgardan ve dokunacak şeylerden, yine gözü koruyabilmek için kirpiğin tarak gibi ince kıldan yapılması, hızla açılıp kapanması bir gerçektir. Baştan ve insanın cephe ve alnından dökülecek ter; kirpiklerden geçip göze zarar getirmemek maksadıyla kaşların yapılması bilinen bir husustur. Kirpikten bir miktar daha yukarıda bulunması bir gerçektir. Kulak her vakit çeşitli sesler alıp hiçbir vakit dolmaması yine bilinen bir özelliktir. Tüm hayvanlarda ön dişlerin gıdayı kesmeye uygun olması ve kenar dişleri hazma sebep olmak için gıdayı parça parça edecek surette yaratılması vardır. İnsan ve diğer hayvanlar lezzetini buldukları gıdayı yiyebilmek için ağzın gözlere ve buruna yakın bulunması görülen bir durumdur. Ki insan herşeyi ağzına koyar iken hem görür, hem gıdanın kokusunu alabilir. İştihası açılır ve ondan sonra yemekler midede hazm olunduktan sonra hâsıl eyledikleri çirkin kokular sebebiyle his ve duygular yeri olan baştan itibaren bedenin en uzak bir yerinden çıkması için yer düzenlenmesi dikkate değer. Bunun gibi hikmet, gaye ve maksatlar güdülmesi; büyük bir sanatla Yaratan’a şâhit ve tanık olmazlar mı? Şimdi sen nasıl istersen; bunları tesadüfe mi vermeli? Yoksa derin ve büyük bir akıl ve düşüncenin düzenlemesine mi yüklemeli?”

İnançsız Aristo: “Şimdi dikkatle düşünüp anlıyorum ki, bunlar tesadüf ve rastgele olmamalı. Çok akıllı, hikmet sahibi bir üstadın eseri görünüyor.”

Sokrat: “Ruh sahiplerinden erkekler ve dişilerin birbirine yaklaşıp yeni nesillerin doğması için, açık olan sevgi ve şehvetlerini düşünelim. Ondan sonra anaların çocuklarını beslemek ve korumak için kalplerine konulan merhamet ve esirgeyiciliklerini ele alalım. Tüm insanların hayatlarını korumak için görünen muhabbeti / sevgiyi ve ölümü çekici hallerden sakınma ve korkularını da hesaba katalım. Bütün bunları tesadüfe vermek mümkün müdür? Kısaca sana saydığım şeyler bile ispat eder, kanıtlar ki büyük bir akıllı, büyük bir güç sahibi, kudretli bir zât ancak; bunları yaratmış ve tertip edip düzenlemiştir. (s. 30) İnsanların bekasını ve kalıcı olmalarını arzu ettiğinden kalplerine bu gibi gereken hâlleri bırakmıştır. Bir de sen kendin için zanneder misin ki, hiç aklın olmasın? Aksine bilirsin ki, aklın vardır. Şimdi insaf edip bak ki, senin bedenin yeryüzüne ve diğer büyük gök cisimlerine / yıldızlara göre bir zerreden / bir atomdan bile daha ufak durumdadır. Bedenini ortaya çıkarmak için kainatta / evrende bulunan unsurlardan çok az bir miktar yetmiştir. Böyle iken sanıyor musun ki, tüm evren ve tüm varlıkların aklı ve zekası tamamen, sırf sana ve senin cinsinden olanlara isabet edip de, gökteki yıldızların düzeni, kâinatın tertipli oluşu gibi bunca eşsiz güzelliklerin ortaya çıkması için, başka tarafta asla akıl ve idrâk / algı olmasın?

“Sayısız yıldızlar ki insanın bedeninden sonsuz derece büyüktür. eOnların akılsız ve sahipsiz olarak, bu büyük intizam ve düzenlerini korumaları mümkün ve olası mıdır? Böyle bir şey hikmet sahibi, insaflı bir insanın aklına sığabilir mi?”

(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.”

 

 

Önceki İçerikYeni Anayasa Komedisi
Sonraki İçerik1128 Akademisyenin Bildirisi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.