Menfî Felsefe ve İman Gözlüğü

248

     Menfî Felsefe, her şeyi çirkin ve korkunç gösteren siyah bir gözlüktür.

     İman gözlüğü ise, her şeyi güzel, dost gösteren; şeffaf, berrak, nuranî / nurlu bir gözlüktür.

     İnsan ise, bütün mahlûkatla ilgilenir. Her şeyle bir çeşit alış verişi vardır. Kendisini kuşatan şeylerle lâfzen / sözle ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye yaratılıştan mecburdur.

     Menfî Felsefe gözlüğü ile geçmiş zamana baktığında; mazi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı  üstüne çevrilmiş, karanlık, korkunç, büyük bir mezarlığı andıran bir şekilde görür. Fakat bu görüşte insan, pek büyük bir dehşet, yalnızlık ve ümitsizliğe düşer.

     İman gözlüğü ile mazi tarafına baktığı zaman; hakikaten o ülkeyi altüst olmuş bir şekilde görürse de, can kaybı yoktur. Sâkinlerinin daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş olduklarını anlar. O kabirleri, nuranî bir âleme girmek için kazılan yer altı tünelleri olarak algılar. İman gözlüğünün insana verdiği sevinç, ferahlık ve güven; binlerce “Elhamdülillah” dedirten bir nimet olur.

     Gelecek zamana Menfî Felsefe gözlüğü ile bakınca; onu çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek; karanlık, korkunç ve büyük bir kabir şeklinde görür.

     İman gözlüğü ile bakınca; Hâlık / Yaratıcı, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın insanlara hazırladığı çeşit çeşit nefis, leziz yiyecek ve içecekleri içinde bulunduran; Rahman’ın bir sofrası olarak görür. Bu da ona binlerce “Elhamdülillah” dedirtir. 

     Menfî Felsefe gözlüğü ile semâvâta / göklere bakınca, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürenin bir manevra gibi yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşet, vahşet, ürküntü ve korkuya kapılmaması olası değil.                                                                                                                                       

     Semaya İman gözlüğüyle baktığında; o garip, acip manevranın; bir kumandanın emri ile,  nezareti / gözetimi altında yapıldığını görür. Semavat âlemini süsleyen o yıldızların ışıklı kandiller şeklinde olduklarını farkeder. O koşuda korku, dehşet ve yabancılık duymaz. Ancak onlara muhabbet eder. Semavat / gökler âlemini bu şekilde tasvir eden İman gözlüğünün verdiği nimete; elbette binlerce “Elhamdülillah” söylemek bile ona az gelir.

     Menfî Felsefe gözü ile dünyaya bakan insan; arz küresini başıboş, yularsız, güneşin etrafında serseri bir şekilde gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür. Dehşet ve telaşa düşer.

      Dünyaya İman gözlüğü ile bakarsa, dünyayı; arzın Rahmanî bir gemi olup, Allah’ın kumandası altında bütün yiyecek, içecek ve giyecekleri ile beraber, insanları gezdirmek için güneşin etrafında dolaştırılan bir gemi şeklinde görür. İman gözlüğünden doğan şu büyük nimete, binlerce defa “Elhamdülillah” demeye başlar.

     Menfî Felsefeci bir adam ön cihete, yani ileriye bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat -insan olsun hayvan olsun- kafile kafile, büyük bir sür’atle o yöne gidip kayboluyor! Yani yokluğa gidip, yok oluyorlar! Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, üzüntüsünden çıldıracak bir hâl alır!

     İman gözlüğüyle bakan bir mü’min, insanların o yöne gidişleri, seyahatleri; yokluk âlemine değil, göçebeler gibi yayladan yaylaya bir geçiş olduğunu görür. Geçici / fâni yerden bâki / kalıcı bir menzile, yani hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olduğunu anlar. Yokluk âlemine gitmek değil diye, bu ciheti memnûniyetle karşılar.

     Fakat, yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler, netice itibariyle saâdet ve mutluluktur. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer. En büyük saâdetler büyük ve acı felâketlerin sonucudur. Nitekim, Hz. Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saâdete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla erişmiştir. Yine, ana rahminden dünyaya gelen çocuk, geçtiği tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saâdetine ulaşır.

     Menfî Felsefe gözlüğüyle dünyaya gelenlere bakılsa, “Bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen soruya, doğru dürüst bir cevap alınamaz. Tabiatiyle hayret, tereddüt ve kararsızlık azâbı içinde kalınır.

     Fakat İman gözlüğü ile bakınca, insanların; kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mucizelerini görmek ve mütalâa etmek / tetkik edip düşünmek için, Ezel Sultanı tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Bunlar o mucizenin azametine ve kıymet derecesine ve Ezel Sultanı olan Allah’ın azametine delâlet derecelerine vâkıf oldukları nispetde; dereceler aldıktan sonra, yine Ezel Sultanı’nın memleketine dönüp gideceklerini anlar. Bu anlayış nimetini kendisine veren iman nimetine “Elhamdülillah” demekten de kendisini alamaz.

Önceki İçerikBatı’nın Utanç Dolu Geçmişi
Sonraki İçerikBugünün güneşiyle dünün çamaşırlarını kurutamazsınız./ Süleyman Demirel
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.