Medeniyetler Çatışması’ndan Medeniyet İçi Çatışmaya

52

Takip edenleriniz bilir, yazılarımda sık vurguladığım bir husus vardır:

Bugünü anlayabilmek için dünü iyi bilmek gerekir.

Hele bazı hadiseler için bu gerçek daha da önemlidir.

Mesela bugün Ortadoğu’nun, dolayısıyla da bizim içerisinde bulunduğumuz kaos ortamını anlayabilmek için 1993 yılında yayınlanan, ABD’li bilim adamı ve Harvard Üniversitesi profesörlerinden Samuel P. Huntington’a ait “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesini yeniden okumak gerekir.

Yayınlandığı dönemde büyük yankı uyandıran bu makale Soğuk Savaş dönemi sonrası dünya düzenini belirlemede uluslararası strateji açısından önemli rol oynamıştır.

Nitekim yazarın kendisi makaleyi yazdığı dönemlerde Pentagon’un danışmanları arasında yer almaktaydı.

Sanırım makaleyi birçoğunuz bilirsiniz…

Ama konumuz itibariyle hatırlamak gerekirse makalenin ana fikrini şu şekilde ifade edebiliriz:

Soğuk Savaş dönemi bittiği için artık Batı’nın önünde rakip olacak askeri ve siyasi güç kalmamıştır ve bu nedenle Batı medeniyetinin 21. yüzyıldaki rakibi Batı medeniyeti dışındaki diğer medeniyetler olacaktır.

Kısaca 21. yüzyıl medeniyetlerin ve kültürlerin çatışmasına sahne olacaktır.

Huntington’un bu görüşünün ekonomik bir alt yapısı da mevcut.

Buna göre yine o dönemde, yanılmıyorsam Yale Üniversitesinde, yapılan bir araştırma 21. yüzyılın en önemli dört meselesi arasında su ve enerji kaynaklarının yetersizliğinin yer alacağını ortaya koymuştur.

Bu tespitten hareket edildiğinde dünyadaki su ve enerji kaynaklarının rezervlerinin büyük bölümünün Batı medeniyeti dışındaki ülkelerde yer aldığı görülmektedir.

Dolayısıyla bu tabloya göre 21. yüzyılda medeniyetler arasındaki çatışmanın ekonomik boyutunu da su ve enerji hatlarının kontrolü oluşturacaktır.

Aradan geçen yirmi yılı aşkın süre içerisinde yaşanan olaylara bakıldığında Bosna Savaşı, 11 Eylül saldırısı ve akabinde Irak ve Afganistan’ın işgali hadiseleri ile anlaşılıyor ki “medeniyetler çatışması tezinin Batı medeniyetine rakip kısmı İslam medeniyeti olarak tespit edilmiş.

Zira Bosna savaşı sırasında Müslüman nüfusun soykırıma uğramasına ses çıkarılmaması, bunun yanında 11 Eylül saldırısı ile İslam=terör algısının yaratılması ve adeta bu mazeretle yapılan askeri müdahaleler bizi bu sonuca götüren en önemli örnekler.

Ekonomik olarak bakıldığında ise İslam medeniyetine mensup devletlerin sahip oldukları su ve enerji rezervlerine sahip olmak ya da bu kaynakları kontrol altında tutmak, bu bölgelerde gücü elde bulundurmanın bir diğer yönünü teşkil ediyor.

Bu noktada önemli bir gerçeğin altını çizmek gerekir:

Egemen olanın, egemenliği için mücadele etme gerekçesi ve motivasyonu için her zaman bir tehdide ve düşmana ihtiyacı vardır.

Bu tehdidi ve düşmanı kendisinin yaratması gerekse bile…

Ve yine belirtmek gerekir ki; Soğuk Savaş sonrası Batı’nın egemen güçlerinin kendileri için yarattığı düşmanın adı Fundametalist İslam olarak ifade edilse de, medya desteği ile tabanda yaratılan “tehdit altındayız” imajının hedef gösterdiği tehdit aslında İslam medeniyetidir.

Peki, yirmi iki yıl önce ortaya konan Medeniyetler Çatışması tezine binaen yaşanan hadiselerden bugüne baktığımızda ne görüyoruz?

Devamlılık…

Zira isimde olmasa da strateji olarak hala devam eden bir projeyi tecrübe ediyoruz:

Büyük Ortadoğu Projesi…

Öyle bir proje ki bütün Ortadoğu’nun yapısı değişiyor…

Neye göre mi?

Yaklaşık yirmi yıl önce yapılan tespitlere göre: Enerji ve su kaynakları…

Yani o konuda değişen bir şey yok.

Savaşın ana motivasyonu da değişmiyor.

O motivasyon hala İslam.

Ama değişen önemli bir husus var: Artık Müslümanlar birbirini öldürüyor…

Buna göre Büyük Ortadoğu Projesi, İslam medeniyetinin kendi içinde çatışması gibi bir strateji farkı ortaya koymuş görünüyor.

Yani bu sefer sahnede bir tarafta İslam medeniyeti diğer tarafta onun tehdidi olarak bizzat Müslümanlar var!

Peki, biz bu devamlılık içindeki değişimin ne kadar farkındayız?

Cevabı size bırakıyorum…

Saygılarımla…