Marksist İrlanda milliyetçisi Benedict Anderson ve hayal edilen cemaatler*

98

*Bu yazı yakında yayınlanacak “Millet ve Milliyetçilik” kitabımdaki iki Benedict Anderson bölümünden biridir. Dün Anderson’un vefat haberi geldi

Marksistler, artık çağımızda sıklıkla milliyet düşmanı değil, hatta bazen milliyetçidir.

Meselâ Türkiye’de “Hayali Cemaatlar“[1] kitabından sık söz edilen, Cambridge ve Cornell mezunu ve Cornell Üniversitesi emekli profesörü, siyaset bilimcisi ve tarihçi Benedict Anderson’u alalım. Milliyeti küçümsemek isteyenler bu kitabın ismini, “İşte, bilim gösteriyor ki millet ve milliyet hayalîdir” tavrıyla öne sürerler. Bunlar kitabı okuma zahmetine katlanmamış entelektüellerimizdir! Hâlbuki Anderson, Marksisttir ama aynı zamanda koyu bir İrlanda milliyetçisidir. Kitabının ismini dikkatle seçtiğini yazar. Aslında çeviriyi “Tasavvur edilen, hayal edilen cemaatler” diye yapmak daha doğrudur. Çünkü Anderson, gerçek dışı anlamında hayalî değil, hayal edilen diyor: Kullandığı kelime “imagined“dir, “imaginary” değil[2].

“Aslında, yüz yüze temasın bulunduğu en ilkel köyler hariç (belki bunlar bile) bütün cemaatler hayal edilir. Cemaatler gerçeklik/ sahteliklerine göre değil, bu hayal etme üslubunun nasıl gerçekleştiğine göre sınıflandırılmalıdır.”[3]

“Cemaat” (gemeinschaft) kelimesini, de “cemiyet” (gesellschaft) dememek için, cemaat kavramındaki sıcaklık ve dayanışmaya atıf yapmak için seçtiğini söylüyor. [4]

“Bu siyasî sevginin [vatan sevisinin] tabiatı, lisanların onu tarifinden çözülebilir: Ya bir kan bağı kavramı (anavatan, Vaterland, patria) veya yuva (heimat veya tanah air [Indonezyalıların kendi takımadaları için kullandıkları tabir, toprak ve su]). Her iki kullanış da tabiî bağlılığı ifade eder. Daha önce gördüğümüz gibi ‘tabiî’ olan her şeyde ihtiyar dışı (seçimimizin dışında) bir şey vardır. Böylece millîlik deri renginin, cinsiyetin, ana-babalığın ve doğduğumuz çağın içinde erimiş gibidir- insanın iradesi dışındaki her şeyin. Ve bu tabiî bağlarda ‘gemeins chaff[5]‘ın güzelliği hissedilir. Bir başka söyleyişle, bu bağlar seçimimiz dışında olduğu için bir menfaat dışılık (hasbîlik) hâlesiyle çevrilidirler.”

Anderson’a göre bu hasbilikten ötürü milliyet insanlardan fedakârlık isteyebilir. Hatta millet için ölmelerini isteyebilir.[6]

Milliyetçilik sevgiye dayanır:[7]

“İlerici kozmopoit entelektüelin[8] (daha ziyade Avrupa’da mı?) milliyetçiliğin neredeyse hastalıklı karakteri, Öteki’ne yönelik korku ve nefreti ve ırkçılıkla yakınlığı üzerinde ısrar ettiği çağımızda, milletlerin sevgi, hatta derin ve fedâkarca sevgi ilham ettiklerini insanlara hatırlatmamız gerekir. Milliyetçiliğin kültür ürünleri- şiir, edebiyat, müzik, plastik sanatlar- bu sevgiyi binlerce farklı biçimde ve üslupta gösterir. Hâlbuki korku ve iğrenme ifade eden milliyetçi ürünler pek enderdir.

Milliyetçilik ırkçılıktan uzaktır:[9]

“Gerçek şu ki milliyetçilik tarihî kaderi düşünür, buna karşılık ırkçılık ebedî bulaşmalarla uğraşır. Bu bulaşıklık zamanın başlangıcından bu yana tarihin dışında iğrenç çiftleşmelerden kaynaklanmıştır. Ne pasaportu taşırsalar taşısınlar, hangi dilleri konuşurlarsa konuşsunlar zenciler, görünmez bir katran fırçası sayesinde ebediyen zencidir; İbrahim’in tohumu Yahudiler ebediyen Yahudidir. (Bu yüzden Nazi için Yahudi Alman her zaman bir sahtekârdı.) Irkçılığın rüyaları aslında millet değil sınıf ideolojilerinden kaynaklanır: Öncelikle hükmedenlerin ilâhi yetki iddialarından, aristokrasilerin ‘mavi’ veya ‘beyaz’ kanlılığından ve aile asaletinden. O yüzden ırkçılığın babasının bir küçük burjuva milliyetçisi olmaması, tam aksine, Gobineau Kontu Joseph Arthur olması sürpriz değildir.”

Avrupa dışında ırkçılığın ortaya çıktığı ülkelerde bu akım mutlaka batı tesirinden doğmuştur.[10]

Anderson’a göre tabiî millî duyuşun ifade vasıtalarından biri meçhul asker anıtları ve şehitliklerdir:

“Modern milliyetçilik kültürünün en çarpıcı sembolleri Meçhul Asker lahitleri ve anıtlarıdır. Geçmiş zamanlarda benzeri bulunmayan bu anıtlara toplumun yönelttiği törenli saygı, kasten boş bırakıldıklarından veya içinde kimin yattığının bilinmemesindendir. Bu modernitenin şiddetini hissetmek için şöyle bir hayal kurun: Bir işgüzar lahitte kimin yattığını ‘keşfettiğini’ söylesin veya anıtın içini gerçek kemiklerle doldurmaya kalksın. Bu zamanımıza ait kutsala hakaret eylemi olurdu! Bu lahitler ölümsüz ruhların ölümlü kalıntılarını taşımasa da millî hayaletlerle doludur. (İşte bu yüzden birçok millet içlerinde bulunmayan sakinlerinin milliyetlerini belirtmeye gerek görmemiştir. Başka kim olabilirler ki? Muhakkak ki Almandırlar, Amerikandırlar, Arjantinlidirler…)”

“Bu anıtların kültürdeki önemi meselâ bir “Meçhul Marksist anıtı” veya düşmüş Liberaller anıt kabri tasavvur ettiğimizde daha da belirginleşiyor. Bunların saçmalığını hissetmiyor musunuz?”[11]

Benedict Anderson Arif Nihat Asya’nın “Bir bayrak rüzgâr bekliyor“unu okumuş gibidir:

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş meçhul asker diye?

Bir Marksist’in meçhul asker anıtlarını toplumun millî hislerinin anıtlaşmış hâli diye değerlendirmesiyle Türkiye’deki bir muhafazakâr siyasî parti milletvekilinin aynı konudaki sözlerini karşılaştırmak ilgi çekicidir:

…Biz milli güvenlik akademisinde oralardaki şehitlikleri dolaştık. Bütün şehitlikler temsili. Bunlar çok önemli, anlayış olarak bir yere gelmek istiyorum. Burada Ankara Hükümeti’nin meşruiyetiyle bazı şeyler yapılmış süreç içinde bazı şeyler…[12]

Anderson, işgüzarının ta kendisi! Meçhul asker anıtındakiler Almandır, Amerikandır, Arjantinlidir ama Türk olamaz; Türk olmaktan kaçınmalı, kurtulmalıyız!

İlerde birisi “Hayali Cemaatler” diye yanlış çevrilmiş bir başlığı milliyet aleyhine kullanmaya kalkarsa, ona Benedict Anderson’un Marksist, fakat fevkalade milliyetçi bir Marksist olduğunu ve kitapları okumadan hüküm vermeğe kalkmanın cehalet gösterdiğini hatırlatalım. _______________________________

[1] Benedict Anderson, “Hayali Cemaatlar“, Metis Yayınları 8. Baskı, 2015, sayfa 6.

[2] Anderson’un millet ve milliyet teorisini ilerde, modernistleri incelediğimiz bölümde ele alacağız.

[3] Benedict Anderson “Imagined Communities“, Verso, 2006.

[4] A. g. e., sayfa 143.

[5] Anderson burada muhtemelen “chaff ~ mavra, tatlı şakalaşma, sohbet…” kelimesiyle oynuyor. Cemaat anlamındaki Almanca “gemeinschaft” yerine birlikte sohbet anlamına gelebilecek “gemeins chaff” demektedir.

[6] A. g. e., sayfa 144.

[7] A. g. e., sayfa 141-142.

[8] Burada Anderson Hobsbawm’a gönderme yapıyor ve onun, “Marksistler milliyetçi olamaz.” hükmünü Metternich (Biedermeier Dönemi) diktatoryasına benzetiyor.

[9] A. g. e., sayfa 149-150.

[10] A. g. e., sayfa 150.

[11] A. g. e., sayfa 9 ve 10.

[12] Ak Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, 28 Kasım 2011, TBMM İnsan Hakları Komisyonu zabıtları.