Mâliyeci, Ekonomist, Büyükelçi, 21. ve 23. Dönem Aydın Milletvekili, Sivil Toplum Kuruluşları Gönüllüsü, Fikir Adamı Ertuğrul Kumcuoğlu İle güncel meseleler üzerine, konudan konuya sohbet

84

Oğuz Çetinoğlu: Ülkemiz iş çevrelerinde yaygın bir kanaat var: ‘Vergi oranları çok yüksek. İşletmeler kazançlarının tamamını vergilendirirlerse, 5 sene sonra sermâyesiz kalırlar.’ Deniliyor. Kazançları mâkul oranlarla vergilendirmek, ödemeyenlere çok sıkı denetim uygulamak suretiyle daha yüksek miktarlarda vergi toplanamaz mı?

Ertuğrul Kumcuoğlu: Sanırım burada kastedilen beyannameye dayalı gelir vergisi. Ama asıl sorun sadece gelir vergisinde değil.  Zaten, beyannameye dayalı gelir vergisi tahsilâtı toplam vergi gelirlerin çok küçük bir bölümünü teşkil ediyor. Yani vergi gelirlerinin çok ama çok önemli bir bölümü vasıtalı vergilerden geliyor. Asıl vergi yükü tüketicinin sırtında. Bu durumda gelir vergisi ile ilgili mevcut hukukî yapı adil olsa ne fark eder sorusu akla geliyor. Fakat yine de âdil ve etkin vergicilik ekonomik kalkınmanın olmazsa olmazı diye düşündüğümüzde işaret ettiğiniz çarpıklığın bilinmesinde ve giderilmesinde fayda ve gereklilik var.

Ancak mevcut iktidarın maliye politikası ve vergicilik anlayışıyla bu problemin sağlıklı bir şekilde çözülmesi pek mümkün görünmüyor. Zira Türk vergi sistemi, tabir caiz ise zaten zıvanadan çıkmış durumda. Mesela mevcut siyasî iktidar sadece göreve başladığı tarihle Temmuz 2009 arasında geçen ilk yedi yıl zarfında Gelir Vergisi Kanunu’nda 13, Vergi Usul Kanunu’nda 12 değişiklik yapmış. Bunu yaparken de sistem olabildiğince zedelenmiştir. Ülkemizde gelir vergisi sisteminin ihdas edildiği 1940’lı yılların sonundan o tarihe kadar geçen kırk yılı aşkın sürede bu kanunlarda ancak iki üç defa yeni düzenleme yapıldığı nazarı dikkate alınırsa, bu tavrın iyi niyete yorulması mümkün olmaz. Nitekim de öyle olmuştur ve mevcut hükümetin bu müdahaleleri bazı yandaş kurum ve kişilere özel çıkar amacına yönelik yapıldığı hususunda ciddî şüpheler oluşmuştur. Bu durumda, sizin de işâret ettiğiniz gibi Türk vergi sisteminde çok ciddî çarpıklıklar, dolayısıyla yanlışlıklar ve haksızlıklar vardır ve bunların ehil ellerce tutarlı bir şekilde giderilmesinde fazla geç kalınmaması hayatî önem taşımaktadır.

Çetinoğlu: Türkiye ekonomisi, milletlerarası ekonomik değişkenlerden kolayca etkileniyor. Türk ekonomisinin zayıflığından mı, yoksa bu tür etkileşimler normal mi karşılanmalı?

Kumcuoğlu: Bu husus sadece bizim meselemiz değildir. Son yıllarda dünya genelinde esmekte olan globalleşme fırtınası bütün ekonomileri dışa açık hale getirmiş ve getirmektedir. Bu sebeple işaret edilen problem bütün millî ekonomiler için kaçınılmaz hâle gelmektedir. Ancak, burada önemli olan dışa açıklık değil ekonominizin dış etkenlere dayanıklılık derecesidir. Bunun da, şahsî kanaatimce, en önemli göstergesi toplam tasarrufların toplam millî gelire olan oranıdır. Yani bağışıklık sisteminizin gücüdür. İşte bizde bu oran çok düşüktür ve işin önemli tarafı bu düşüş son 10 – 12 yılda oluşmuştur. Nitekim 1970’li, 1980’li yıllarda % 25’i görmüş hatta aşmış olan söz konusu oran, bugünlerde ancak % 12-13 seviyesindedir. Bu ciddî bir hastalıktır. Türk toplumu son yıllarda amansız bir hastalığa dönüşen ‘üretmeden tüketme, kazanmadan harcama‘  alışkanlığının hayra alamet olmadığını artık görmelidir.  AKP iktidarı ile birlikte alışkınlık hâline gelen el kesesinden hovardalık yapma rahatlığını devam ettiremeyiz, ettirmemeliyiz, ettirmeğe kalkarsak  da bedeli çok ağır olur.

Çetinoğlu: Türkiye, özellikle Cumhuriyet döneminde, dünyanın en fazla göç alan ülkelerinden biri konumunda. Meselenin insanî yönü gurur vericidir. Bize yakışan bir davranıştır. Meselenin milletlerarası siyasî ve ülkemiz çapında iktisadî yönlerine baktığımızda kimilerinde şüpheli kanaatler oluşuyor. Mesela: Türkiye’yi zor duruma düşürmek, finans kaynaklarını, iktisadî gelişmeyi kısıtlayacak şekilde kullandırmak… gibi.

Kumcuoğlu: Göç olayı biz Anadolu Türklerinin yabancı olduğu bir olgu değildir. Anadolu’muz en azından 19. yüzyıl boyunca bir yandan yayılmacı Rus zulmünden kaçan Kafkas göçmenleri, diğer yandan şovenist ve gaddar balkan ırkçılarından kaçan göçmenlerle dolup taşmıştır. Bu durum 20. yüzyıl boyunca da, azalarak da olsa, dalga dalga devam etmiştir. Ama bugün durum farklı görünüyor.

Bugünün göç olgusunu, bence,  üç grupta incelemek gerekiyor. Birincisi ‘arızî göçmenler’ diyebileceğimiz grup. Göç kararını verirken bunların nihaî hedefi Türkiye değil, aslında Avrupa birliği ülkeleri. Aralarında Afrika’nın derinliklerinden uzak doğuya uzanan bir coğrafyadan geliyorlar. Ama çeşitli sebeplerle bizde takılıp kalıyorlar. Bu aslında polisiye bir olay olarak algılanabilir. Fakat zamanla sosyal yapımızı zedeleme riski taşıyor ve dikkatle izlenmesi gerekiyor.

İkinci grup, eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen göçmenler. Bu konu temel bir eksiğimizi bir zaafımızı belirginleştiriyor. Çünkü bu insanlar buraya geliyor, rahatlıkla iş buluyor ve çalışabiliyor. Niye? Çünkü bu insanlar bizde belli bir iş gücü açığını kapatıyorlar.  Peki, ülkemizde işsizlik oranları yüzde onları aşmış ve her gün biraz daha artarken bu çarpıklık neden kaynaklanıyor. Cevap gayet basit: Eğitim sistemimizden kaynaklanıyor. Çünkü bizim eğitim sistemimiz, bu coğrafyalardan gelen insanların yapabildiği bebek bakımı, yaşlı ve hasta bakımı, küçük el sanatları, bahçıvanlık gibi becerileri olan iş gücü yetişmesine imkân vermiyor. O zaman problem ciddî ve derin, kapsamlı ve ayrıntılı politika değişiklerini gerektiriyor.

Üçüncü gruptakileri kısaca ‘Suriyeli misafirlerimiz‘ diye adlandırabiliriz. Onlar da Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu beyefendilerin yanlış ve tutarsız dış politikalarının bize hediyesidir. ‘Bu meseleyi tahlil edip çözümlemek de onlara düşer.’ diye düşünüyorum. Yalnız, bugünlerde Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda batılı ülkelere; ‘ellerine ceplerine atmıyorlar‘ diye tarizde bulunuyor. Söylenene göre son birkaç yılda Suriye’den dışarıya 25-30 milyar dolarlık bir servet kaçmış. Fakat bundan bizim payımıza bir şey düşmemiş. Bu bakımdan, biraz da ‘Neden Suriye’nin zenginleri değil de fukaraları bizim payımıza düşüyor‘ diye sormaları ve düşünmeleri gerektiğini de hatırlatmadan geçemiyorum.

Çetinoğlu: Küreselleşen dünyamızda insanlar gibi, devletler de Robenson hayatı yaşayamıyorlar. İktisadî, ticarî ve malî ilişkilerin güçlenmesi tabiî bir gelişme olarak kabul ediliyor. İlişkilerin, millî kalması gereken kültür alanını da kapsamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kumcuoğlu: Kültür konusu biraz karışık görünüyor. Soru da ima edildiği veçhile, kültür bütünüyle millî midir? Bundan emin değilim. Nitekim bugün ‘Türk kültürü‘ diye tanımlayabileceğimiz değerler bütününün büyük bir bölümü millî değil dinîdir. Ve İslamiyet de millet olarak sadece bizim dinimiz değildir. Nitekim en milliyetçi siyasî partimiz bile temel sloganlarından biri olarak ‘Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman‘ sloganını rahatlıkla kullanabilmiştir. Bazı hallerde,  kültür deyince akla öncelikle veya -bazı hallerde sadece-   işin ahlâk ve sanat boyutu gelmektedir. O bağlamda bile, olayın evrensel boyutu ulusal boyutundan daha zayıf değildir.

Peki bu düğümün çözümü nerededir? Bu konuda Türk aydınları olarak ayrıntıda kaybolmamak durumundayız. O zaman benim önerim şudur: Kültür konusunda bizim tek olmasa bile en önemli millî değerimiz dilimiz yani Türkçemizdir. Türkçemizi ne kadar geliştirebilir, ne kadar sağlamlaştırabilirsek millî kültürümüze o kadar hizmet etmiş oluruz. O zaman Sarı Deniz’den Adriyatik Denizi’ne bir kültür birliğine hizmet etmiş oluruz. Bu bakımdan, devlet adamlarımız dâhil hepimize düşen görev ve sorumluluk ‘bu dille felsefe yapılmaz‘ demek değil, bu dili felsefe yapılabilir düzeye getirmektir.

Çetinoğlu: Türkiye, Soğuk Savaş döneminde Komünizme karşı, batı kökenli demokrasi cephesine katıldı. Bu katılım, Tanzimat Fermanı ile başlayan batılılaşma eğilimlerine hız kazandırdı. Batıyı ilahlaştıran, batıkulu aydınların gayretiyle batıya kapılanma çabaları, bir dünya görüşü hâline getirildi. Gelinen noktadaki Türkiye’yi kazanımları ve kayıpları bakımından değerlendirir misiniz?

Kumcuoğlu: Tanzimat hareketi kesinlikle bir öykünme bir fantezi değildir; tamamen aksine denizin bittiği noktada kurtuluşa giden yolu arayıp bulma çabasıdır. Tanzimat öncesi uzunca bir dönem boyunca gözlenen çözülüp dağılma olgusu, üstüste kaybedilen savaşlar bunun en belirgin göstergesidir. Tanzimat’a taan etmek kolay, ama Tanzimat sonrası parlayan Fuat Paşa, Alî Paşa gibi kişiler kalibresinde devlet adamı yetiştirmekte hâlâ zorlanmakta olduğumuz da gözden uzak tutulmamalıdır. Peki, o dönemde batıyı örnek almak yanlıştı da doğuda daha uygun bir alternatif mi vardı? Örneğin kutsal topraklarda, İran veya Afganistan’da… Japon aydınlanması da Tanzimat ile eş zamanlıdır ve hemen hemen aynı karakterdedir. Ama onlar ısrar ettiler, biz yalpaladık. Sonuç ortada. Şimdi Japonya nerede biz neredeyiz…

Çetinoğlu: Avrupa Birliği, Türkiye’yi tam üyeliğe kabul edecek’miş’ gibi görünüyor, Türkiye de AB’ye girmek istiyor’muş’ gibi görünüyor. Bu aldatmaca sizce nasıl sonuçlanır?

Kumcuoğlu: AKP hükümetlerinin son yıllarda özellikle dış siyasette izlediği anlaşılması güç, temelsiz ve tutarsız politikalar muvacehesinde bu soru anlamını yitirmiştir. Kaldı ki başından beri bu konuda samimi olduklarından da şüpheliyim. Türkiye için AB üyeliği artık Kaf Dağı’nın ardındadır. Devlet yönetimi ciddî iştir, ‘…miş gibi yapılarak‘ devlet yönetilemez. Hayatın gerçekleri, ‘böyle de yönetilir‘ diyenlere, yakın bir gelecekte gereken dersi verecektir. Ama acıyı milletçe çekeceğiz.

Çetinoğlu: Halktan kopuk ve kendilerini ‘aydın‘ olarak tanımlayan kişilerin batı hayranlığı, Türkiye’ye nasıl bir gelecek düzenler?

Kumcuoğlu: Kimler kayıtsız şartsız batı hayranıdır bilemiyorum. Aydın kimdir ondan da emin değilim. Ama hedef bir büyük adam tarafından çoktan ve doğru olarak belirlenmiştir. ‘Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak ve hatta aşmak…’ O zaman eğer milletçe saflarımızı buna göre belirler ve sıkılaştırırsak bu husus da polemik konusu olmaktan çıkar, bu yönde mesafe almamız kolaylaşır.

Çetinoğlu: Ülkemizde Türkçe ile birlikte çok az da olsa başka diller de konuşuluyor. ‘Olağan bir durumdur‘  denilebilir. Cihan Devleti iken, alanımız daraldı ise de farklı dilleri konuşan insanlarla bir aradayız.

Kürtçeye; ‘o farklı dillerden biri‘ diyerek hoşgörü ile bakabilir miyiz? Neden?

Kumcuoğlu: Kürtçeye cevaz var mıdır, yok mudur sorusu artık geride kalmıştır. Her yerde buz gibi konuşuluyor, Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Çok dilli bir kamu hayatı ne düşünülmeli, ne konuşulmalıdır. Böyle bir arayış, her şeyden önce, bu arayışta olanlara zarar verecektir. Sanırım onlarda bu işin farkındadır. Ama onlarda ‘…mış gibi yapmayı‘ seviyorlar.

Çetinoğlu: Kürt açılımı‘, ‘Demokratik açılım‘ gibi isimlendirmeler altında yürütülen çalışmalarla Türkiye nasıl bir konuma ulaşır?

Kumcuoğlu: Bu konuda kamuoyu maalesef karanlıkta bırakıldı ve bırakılmaya devam ediyor. Yeterince bilgi sahibi olmadığım bir konuda fikir beyan etmeyi doğru bulmam. Ancak, projenin mimarı bile sahayı terk edip kaçıyorsa durum vahim olmalı diye düşünüyorum.

Çetinoğlu: Milletvekili seçimlerinde barajın kaldırılması veya oranının düşürülmesi konusundaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?

Kumcuoğlu: Türk siyasetinin problemlerini böyle marjinal konulara sürüklemek kafa karıştırıyor. Bu soru mevcut seçim sistemini var sayıyor. Ama yanlış olan mevcut seçim sistemidir. Asıl mesele bu ülkede, çağdaş, mantıklı, tutarlı bir seçim ve siyasî partiler kanunları yapabilmektir. Çözüm bütünde aranmalıdır.  Bu husus başarılamazsa istediğiniz Anayasayı yapın mevcut sıkıntılar ve şikâyetler devam edecektir.

Çetinoğlu: İletişim imkânları gelişti. Bilgisayar ile her türlü bilgi elimizin altında. Fakat bu bilgiler sığ, derinliksiz. İnsanı tefekküre yönlendirmiyor. Tefekkür olmadan ‘kâmil insan’ yetişebilir mi? Yetişmez ise oluşacak olumsuzlukla nasıl önlenebilir?

Kumcuoğlu: Özür dilerim, daha önce mütefekkir bir millettik de bilgisayar bu özelliğimizi mi törpüledi? Kanaatimce, bilginin eksiği olur kötüsü olmaz. Onun için bilgiye ulaşımı kolaylaştıran her teknoloji iyidir. Yapılması gereken insanımıza bu bilgi dağarcığının en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceğini öğretmektir. Bu da, başta devleti yönetenler olmak üzere, hepimizin ‘fikri hür, irfanı hür’ insanlar yetiştirmeyi kabullenmemiz ve buna odaklanmamızla mümkündür.

Çetinoğlu: Türkiye’de her dönemde iktidarlar, kendi medyalarını oluşturmuşlardır. Günümüzde; ‘yandaş medya‘, ‘havuz medyası‘ gibi isimlerle dikkati çekecek ölçüde farklı oluşumlar söz konusu. Siz meseleye nasıl bakıyorsunuz?

Kumcuoğlu: Ne demişler? ‘Bir kişiyi birçok defa, bin kişiyi bir defa aldatabilirsiniz.’ Bu yaklaşımlar bir süre tutar gibi görünür, sonra ansızın çöker. Kurgucuları neden, nasıl olduğunu anlayamazlar bile. Bu işin ustası Alman faşizminin propaganda ustası Gobbels bile tarih oldu. Bu tezgâh amacına ulaşıyor mu diye baktığımızda, düşen gazete tirajları, belli insanlar televizyonda görününce harekete geçip kanal değiştiren uzaktan kumanda aletleri şimdilik yeterli alametler sayılabilir. Hiç şüphemiz olmasın, uzun vadede akıl üstün gelecek, ahlâk kazanacak. Ama unutmayalım, ahlâk da temelde evrenseldir.

 

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU:

Ertuğrul Kumcuoğlu, 1938’de Aydın ilinin Sultanhisar ilçesinde doğdu.

1961 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümlerini bitirdi. Yüksek lisansını ABD’de State Üniversity of New York’ta tamamladı.

 

Maliyeci, Diplomat ve Ekonomisttir.

 

Maliye Müfettişliği, Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı Müsteşarlığı ve Maliye ve Gümrük Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerinde bulundu. Lefkoşa Büyükelçisi ve Başbakan Başdanışmanı olarak görev yaptı. Birleşmiş Milletler Cenevre Teşkilatı Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde Maliye ve Ekonomi Müşaviri, TÜMOSAN, TPAO, PETKİM’de Yönetim Kurulu Üyesi, Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde Denetim Kurulu Üyesi olarak bulundu. Çeşitli bankalarda yönetim kurulu üyesi ve başkanı, Marmara Grubu Vakfı Akademik Konsey Başkanı, Aydın Vakfı Başkanı olarak görev yaptı. Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Beşiktaş Spor Kulübünde ( BJK )  İkinci Başkanlık görevinde bulundu.

 

21. ve 23. Dönemlerde Aydın Milletvekili ve kapsamda Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı yaptı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi olarak da görev yaptı.

 

İyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Kumcuoğlu, evli ve 1 çocuk babasıdır.

 

 

 

DERKENAR:

KÜLTÜR VE MEDENİYET

 

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar ‘kültür‘ ve ‘medeniyet‘ kavramları yoktu. Çünkü Osmanlı’da İslam düşüncesi hâkimdi. İslam düşüncesinde kültür ve medeniyet, tek bir kelime ile ‘ümran‘ kelimesiyle ifade ediliyordu. Ümran; ‘İnsanlar topluluğunun, imar edilmiş-bayındır bir ülkede; rahat, sağlıklı ve güven içerisinde yaşama şartları‘ demekti.

Kültür‘ ve ‘medeniyet‘ kelimeleri ilk defa Ziya Gökalp tarafından sosyolojik manada Türkçemize alınarak   kullanılmıştır. Bununla birlikte Gökalp, ‘kültür‘ kelimesinin yerine ‘hars‘ demeyi tercih ediyordu.

Kültür ve medeniyet kelimeleri, birbiriyle bağlantılı olmakla birlikte tamamen farklı kavramları ifâde etmektedir.

Kültür kelimesinin aslı Fransızcadaki ‘culture‘ kelimesidir. Kelimeye halk arasında, ‘bilgili‘ kişiler için ‘kültürlü‘ denilmesine varıncaya kadar çok farklı anlamlar yüklenmiştir.

20. yüzyılın ortalarında ABD’li iki sosyal antropolog Krober ve Kluckhan tarafından yapılan incelemede, kültür kavramının tam 164 farklı târifi bulunmuştur. Ülkemizde kabule şayan görülen tarifleri şöylece belirtmek mümkündür:

*Zihniyetlerin bileşkesinde ortaya çıkan ve topluma kimlik kazandıran değer ve normlardır. Buradan hareketle ‘kültürü, insanlar topluluğunu millet yapan ve diğer milletlerden farklı kılan bir hayat tarzı‘ olarak kabul etmek mümkündür.

*Kültür bir toplumun hayat tarzıdır. Bir milletin duygu, düşünce ve davranış kalıplarını ihtiva eder. Bu kalıplar; dil, din, tarih, bilgi, san’at, örf ve âdetler, ahlâk, bir arada yaşama arzusu ve müşterek bir gelecek duygusu gibi unsurlardan oluşur.

*Bir milletin dil, inanç, fikir, sanat, âdet ve geleneklerinin, maddî – mânevî değerlerinin bütünüdür.

*Bir topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak üzere benimsemiş bulunduğu hayat tarzı bütün maddî ve manevî unsurlarıyla birlikte, toplumun kültürünü teşkil eder.

*Her toplumun kültürü, o toplumda yaşayan insanların çeşitli problemlere karşı denedikleri çözüm yollarından meydana gelmiştir. Çözüm tarzlarından bazıları zamanla sabit hâle gelerek, toplumun bütününe mal olur ve toplumun kültürünü meydana getirir.

Kültür kelimesinin tarifi, kullanıldığı alana göre de değişmektedir.

Medeniyet‘ kavramında, kültürde olduğu gibi târif zenginliği görülmüyor:

*İnsanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütünü medeniyettir.

*İnsanlar topluluğunun. Maddî-manevi varlığına ait üstün niteliklerden, değerlerden, fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan, ilim, teknik, sanayi, ticaret, ve benzeri sahalardan faydalanarak ulaştığı rahat, sağlıklı ve güvenli hayat tarzı.

*Medeniyet, kültürlerin meyvesidir.

Türk milleti, İslamiyet’i kabullendikten sonra İslam medeniyetini benimsemekle birlikte kendi kültüründen kopmadı. Zaten Türk kültürü ile İslamî akideler arasında önemli farklılıklar bulunmuyordu. Uyum sağlamak kolay oldu.

Genel kabul görmüş kanaate göre kültürler millî, medeniyetler beynelmileldir. Kültürler, medeniyetler tarafından zaman içerisinde bir miktar törpüleniyor olsa bile, aslî yapısını korumaya devam eder. Çünkü kültürün unsurları; dil, din, müzik, ortak geçmiş şuuru, gelecekle ilgili düşünceler, insana; özellikle kadın ve çocuklara bakış açımız, beşerî ilişkilerimiz, örf ve âdetlerimiz, damak zevkimiz, giyim ve yaşayış tarzımız, temizlik alışkanlıklarımız, mezarlık kültürümüz, folklorumuz, yardımlaşma anlayışımız, sevgi-saygı kavramlarımız hep farklı. Bazılarında bizimki daha insanca, bazılarında onlar daha üstün.

Aynı farklılıklar, bizimle batılılar arasında da bulunmaktadır. Bütün bunlar, bir Türk millî kültürünün varlığının delilleridir. Bize düşen, bu farklılıkları korumak, millî kültürümüzü, mukaddes bir emanet gibi gelecek nesillere intikal ettirmektir.

Millet olarak varlığımızın devamı buna bağlıdır.

OĞUZ ÇETİNOĞLU

 

Önceki İçerikYolcudur Abbas, Bağlasan Durmaz!
Sonraki İçerikDostluk ve Vefa
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.