Mahremiyet Tanımayan Ahlaksızlar

119

 

Ayıptır, günahtır, edep dışıdır dememişler mahremiyet ilkesini  hiçe sayıp son üç yılda 1.438.579 telefon dinlemesi yapmışlar.

Ülke nüfusundan, yaşlıları, hastaları, çocukları çıkardığımızda geriye kalan; amiri, memuru, subayı, iş adamını, siyasetçiyi, gazeteciyi, balıkçıyı, akademisyeni, simitçiyi, hamalı, çobanı  vs… her kesimi utanmadan dinlemişler.

Yetmemiş kendi kendilerini de dinlemişler.

Sanırsınız ki ülke, Stalin döneminin Rusya’sı, Hitler döneminin Almanya’sı, Mussolini döneminin İtalya’sı veya şah döneminin İran’ı.

Bu dinlemeleri elbette ki Allah rızası için yapmamışlar, niyetleri belli ki Kumpas kurmak,  iftira atmak şantaj yapmak, itibarsızlaştırmak, korku salmak.

Neticede, hafızalardan silinmeyecek büyük bir kepazeliğin altına imza atmışlar.

Bu ayıpla yaşayıp, kul hakkı ile dünyadan geçip gidecekler .

Basına yansıyan bilgilere göre; son üç yılda 670.853 vatandaşı dinlemişler, bu rakam içerisinde Erzurum’un payına  ise 1.999 kişi düşmüş…

Erzurum geneline bakılınca bu rakam hafife alınacak gibi değil, velhasıl şehirde her kesimden vatandaşı mercek altına almışlar.

Basında yer alan haberlere göre bu dinlemelerden acizane bende nasibimi almışım.

Bu meraklılar; 2011 yılında , kardeşlerimle, eşimle, dostumla, çocuklarımla, yakınlarımla, müşterilerimle, hukukumun olduğu insanlarla, garip  gurabayla yaptığım konuşmaları dinlemişler.

Bu durumun çok ağırıma gittiğini söyleyemem çünkü “tuzun koktuğu” bir süreç yaşıyoruz.

Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Genel Kurmay Başkanı’nın, Emniyet Müdürlerinin, İlim adamlarının, gazetecilerin, yazarların dinlendiği bir dönemde bizim dinlenmemizin ne önemi olabilir ki? Yalnız,   2011 yılında dinlenmiş olmama üzüldüğümü ifade etmeliyim.

Zira, 2011 yılı benim ve ailem için oldukça kötü geçmişti ve  ailemiz de acı hatıralar bırakmıştı.

O yıl, sevgili eşime kanser tanısının konulduğu,annemin vefat ettiği  ve telefonumda hep üzüntülü haberleri duyduğum yıldı.

Eşimin ameliyatı daha sonra gördüğü, kemoterapi  ve radyoterapi süreci  hep 2011 yılındaydı.

O günlerde Ankara ve Erzurum arasında mekik dokurken canımdan çok sevdiğim annem rahatsızlanmış ve yoğun bakıma alınmıştı.

Aylarca annemin ve eşimin hastalıkları arasında koşup durduğum   2011 yılında annemi kaybetmiştim.

O  zaman çektiğim sıkıntıları ancak yüce Allah bilir ve  bir de vicdanları varsa telefonumu dinleyenler.

Umarım duyduklarından  vicdanları sızlamış olsun.

Basında çıkan haberlerde dinlendiğimi duyunca fazla üzülmedim ama o  sıkıntılı  2011 yılını bir kez daha hatırladığımdan içim yandı diyebilirim.

Kandil’e mesaj götürmedik, İmralı’ya ziyarete gitmedik, yetim hakkı yemedik, kul hakkından korktuk, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamız için eğitildik, ülkemize, bayrağımıza değerlerimize sıkı sıkı sarıldık, elinden ve dilinden emin olmaya çalışan kişiler arasında olmaya gayret gösterdik, kamu malından uzak durduk, çok uzun yıllardır ülkesine ve insanına faydalı olan bir ailenin töresiyle büyüdük, çocuklarımızı  bu ilkelerle yetiştirdik, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olmadık, kazandığımızı paylaşmaya özen gösterdik, okumaya, öğrenmeye gayret ettik, cahillerden uzak durduk.

Kimseyle kavgamız, gürültümüz olmadı.

Kin gütmedik, iftira atmadık, kumpas kurmadık.

Çünkü, büyüklerimiz bize gönül kırmayı değil gönül almayı öğretmişlerdi.

Elbette ki sevenlerimizin yanında sevmeyenlerimizde olmadı değil.

Allah ile aldatanlar, İmansız Müslümanlar, takkeli firavunlar,Cumhuriyete düşman olanlar, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inanmayanlar, devlet malını talan edenler, abdestli kapitalistler, Türk milletini ve onun değerlerini yok sayanlar, emperyalistlerin taşeronluğunu yapanlar, çıkarlarına tapanlar, dini siyasete alet edenler, yetim hakkı yiyenler, fukarayı itip kakanlar, kutsalları istismar edenler, Peygamber düşmanları,  şahsımızdan hiç hoşlanmadılar.

Elhamdülillah, suçumuz bu olsa gerek.

Kırgın ve kızgın değilim, zira; Allah’ı ve Peygamberi hiçe sayanların, helal haram bilmeyenlerin, iftira, yalan, gibi kavramları içselleştirenlerin, kul hakkını tanımayanların, Türkiye Cumhuriyetinin altını oyanların özürlerine de muhtaç değilim.

Kollarımı açıp beddua edecek de değilim…

Ancak “Yarabbi yurdumu alçaklara uğratma sakın” duasını yapabilirim.

O sefillere ; Taif de kendisini taşlayanlara karşı Efendimizin  gösterdiği tavrı örnek gösterebilirim.

Başka ne diyebilirim ki…

Ülkede yaşananlar karşısında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ülkeyi ne kadar sağlam temeller üzerine kurduklarını bir kez daha görüyor, devletimizin bekası  ve milletimizin refahı için hukuku üstün kılıp, demokrasiyi yaşatmamız gerektiğine bir kez daha yürekten inanıyor, “alma mazlumun hakkını çıkar aheste aheste” sözünü muhataplarına hatırlatıyorum…