M. Halistin Kukul İle Türkçe Hakkında Mülâkat

115

Oğuz Çetinoğlu: Türkçe, yazıldığı gibi
okunan, söylendiği gibi yazılan bir dildir
’ deniliyor. Siz de aynı kanaatte
misiniz?

M. Halistin Kukul:
Türkçe’mizde, bizlere, öğretilen bir kaide vardır. Bu umûmî kaideyi de, şahsen
bana, ilkokula başladığım 1949-1950 öğretim yılından îtibâren öğretmişlerdir: “Türkçe, okunduğu/söylendiği gibi yazılan ve
yazıldığı gibi okunan/söylenen bir dildir
.”

Bir soru da burada sorulabilir
ve denilebilir ki: “Peki, hakîkatte bu,
böyle midir? Şâyet değilse, bunu, ‘Türkçe, okunduğu gibi yazılmayan ve
yazıldığı gibi okunmayan bir dildir’ diye kaideleştirip, sebebinin de ilmî
olarak ortaya konulması gerekmez miydi/gerekmez mi
?’

Böylece; nasıl
okunuyorsa/konuşuluyorsa/söyleniyorsa, yazılışı da buna göre, gerekli işâretler
tespit edilerek açıklığa kavuşturulmalı ve tatbik edilmelidir.

Yine sormamız lâzımdır:
“Türkçeleşmiş kelimelerde, niçin, bilhassa, Arapça’nın, Farsça’nın,
F(ı)ransızca’nın veya İngilizce’nin hançeresini/ağız/gırtlak yapısını düşünüyor
ve kullanmaya kalkışıyoruz?’

 Bu hususta; sıkça, örnek olarak verdiğim bir
kelime vardır: Bu kelimeyi, nasıl, “Trabzon’
yazıp, ‘Tırabzon’ diye okuyoruz
? Ve niçin?”

 Efendim; “nane
veya “galiba” yazacaksınız ammâ
bunları “naane” , ‘gaaliba’ gibi
okuyacaksınız! Bunun îzahı nedir?

Efendim; “gaye/gâye” yazacaksınız ammâ, bunları, “gaaye” gibi okuyacaksınız! Bunu,
“dilbilim”in hangi sahasına dâhil ederek cevaplandıracaksınız?

Konuşulanın/okunanın
kaidesini, dilbilimci/g(ı)ramerci, koymalıdır. Dilbilincinin kendisi, “söz icatçısı” değildir. Kaide
koyucu’dur.

Türkçe; bir taraftan
menşesinin/kökünün/etimolojisinin derdinde iken, bir taraftan da,
sesbilgisinden/fonetiğinden mahrûmdur.

Çetinoğlu: Peki,
bunu, nasıl çözeceğiz?

 Kukul: Elbette ki, ilimle!.. Ancak, bu hususlarda yeterince
düşünüldüğü kaanatinde değilim. İstişâre ve bu iştişârede mutabakat irâdemiz
yok gibi!..       Meselâ; “Efendim, ‘Kazım’ yazın, onu, ‘Kâzım’ diye
okuyun!; ‘tren’, ‘kravat’, ‘Trakya’, ‘profesör’, ‘plan’ yazın…bunları, ‘tiren,
kıravat, Tırakya, purofesör, pilân’ diye okuyun
!..” Peki, nasıl olacak bu
iş? Bunun bir uzlaşması, bir kaidesi bulunmayacak mı?

Farsça’dan dilimize
giren “tıraş” kelimesini bile,
F(ı)ransızca’ya benzetip “traş” diye
yazanlar var. Garip değil mi?

Hele de; Türk dili
p(u)rofesörü kitap yazmış…Kitabına, “Türkçe’nin
Grameri
” veya “Türk Dilinin Grameri
diye, isim koymuş!.. Niçin ve niçin? “Türkçe
Dilbilgisi
” veya “Türkçe’nin
Dilbilgisi
” değil, anlamak mümkün değil!.. Kaldı ki, “gramer” kelimesini de F(ı)ransız’ın yazdıgibi yazmış. Hâlbuki,
Türkçe’ye göre, ‘g(ı)ramer’ yazmalıydı, değil mi?

Çetinoğlu: ‘A’
harfini uzatarak söylediğimiz ‘gaye’ kelimesini ‘gâye’ şeklinde yazamayız.
Yazarsak, ‘a’ harfini uzatarak okuyamayız. Nasıl olacak bu iş?

Kukul: Çok fazla
sıkıntıdayız!.. İfâde için mâdemki yeterli harfimiz yok -öyle söyleniyor- o
zaman,  istişâre edip çâre arayalım ve
çözüm bulalım. Böylece; Türkçe’mizi, iki başlılıktan değil, birkaç başlılıktan
da kurtarmış olalım!…

Çetinoğlu: Sizce,
bu,  mümkün müdür? Nasıl olacak?

Kukul: Olmayacak hiçbir şey yoktur. Yeter ki, ciddiyetle masaya
oturulsun, düşünülsün ve fikirler paylaşılsın. “A” harfini örnek verdiniz: “İ
harfi de aynı durumdadır. Bu hususu, tekrar açıklığa kavuşturmalıyım: Birçok
yazımda söyledim, “gaye” mi? “gaaye” mi? “Gaaye” mi? Hangisi ise, onu yazalım!.. Biz ki bu kadar bocalıyoruz,
çocuklarımızın ve gençlerimizin hâlini düşününüz. Türkçe öğretmenlerimiz
çelişkiler içinde. Biri, başka öğretiyor; diğeri başka!..

Bakınız; inceltme
işâreti (^) diye bir işâretimiz var. Bunu, sonradan, “düzeltme işâreti” diye değiştirdiler. Bir de, buna, “uzatma işâreti” unvanını (!) yüklediler,
sonra da beğen beğen kullan dediler!..

Vaziyet dehşet
vericidir.

Çetinoğlu: Yâni;
aynı işâretin üç karşılığı var, öyle mi?

Kukul: Lütfen, TDK
Sözlüğü’nü açıp bakınız. Ne göreceksiniz, biliyor musunuz? İnceltme işâretinin
aynı zamanda “düzeltme işâreti
olduğunu!.. Nasıl iş, bilemem!.

 İsterseniz: İlhan Ayverdi’nin Misallli Büyük
Türkçe Sözlük’ünde, bu bahise göz atalım. Çok önem verdiğim bir sözlüktür,
bu!.. Fakat, bakınız ki, durum nasıldır!..Aynen okuyorum:

İnceltme işâreti: Düzeltme işâreti.” (Bknz. A.,g.,e.,Sf. 561)

Düzeltme işâreti:  Uzun olan
kalın seslilerle birlikte söylenen alıntı kelimelerdeki ‘g’, ‘k’ ve ‘l’
harflerini ince okutmak için kullanılan işâret, inceltme işâreti (Arapça’dan ve
batı dillerinden Türkçe’ye geçen bâzı kelimelerde bulunan ince ‘l’den sonra
sesli üzerine bu işâretin konması doğru değildir): Telâffuz-telaffuz,
lûtuf-lutuf, lâtife-latife, lûgat-lugat, lâik-laik vb.)
” (Bknz. A.,g.,e.,
Sf. 318)

Devam edelim: “Uzatma işâreti: Yabancı dillerden alıntı
kelimelerde uzun okunması gereken seslileri belirtmek için kullanılan işâret
(^),
şapka. Bk. İnceltme Latin
harflerinin kabûlünden îtibâren hem uzatma hem inceltme maksadıyle
kullanılmışsa da karışıklığa sebebiyet verdiği için son yıllarda daha çok
uzatma için kullanılmaya başlanmıştır. Sâkin ayın ile biten heceler uzun sesli
olarak telaffuz edildiğinden dilimizde çok kullanılan kelimelerdeki bu seslere
uzatma işâreti konulmaktadır: Ya’ni-yâni, mi’mar-mîmar, a’mâ-âmâ,
i’tibar-îtibar, mu’cuze-mûcize, i’lan-îlan. Ayrıca sözlüğümüzde, daha çok
Arapça’dan Türkçe’ye geçen kelimelerde bulunan gayın ve kaf harflerinden
sonraki uzun a ve u’ları göstermek için bunların üzerine g ve k harflerinin
ince okunmasnı önlemek amacıyla düz çizgi (-) kullanılmıştır: Katil, mukabil,
ittika, galip, gazi, megazi, ukûbet,ukulü vb
.”; (Not: Burada, sırayla, ilk
altı kelimenin a harfleri üzerinde birer çizgi ve 7. Ve 8. Kelimelerdeki ikinci
u’lar üzerinde de yine birer çizgi bulunmaktadır. M.H.K) I ve ince k’den sonra
gelen uzun a ve u’ların üzerine ise hem uzatma hem inceltme fonksiyonunda şapka
işâreti (^) konmuştur: Lâzım, lâyık, lâle, lâf, lâm,
hilâl, celâl, kâmil, kâfir, mükâleme, sükûn, hükûmet, sükûnet, ulûfe vb.)
(Bknz. A.,g.,e., Sf. 1292)

Çetinoğlu: Aynı
işâret, hem inceltme, hem düzeltme ve hem de uzatma işâreti oluyor, öyle mi?

Kukul: Oluyor da,
olmuyor işte!.. Bir de “şapka
deniliyor!.. Anlamak mümkün değil!..Şapka!? Çok gülünç!..İyi ki, kasket falan
dememişler.  F(ı)ransızca’sını değil de,
Bulgarca’sını tercih etmişler!..

Şimdi biz, dilimiz
hakkındaki kaideleri, başka dillerin okunuşuna göre mi tanzim edeceğiz, diye
sormamız gerekmez mi?

Arapça’daki (ayın),
(gayın) veya (kaf) harflerinin veya F(ı)ransızca’daki şu veya bu harfin
okunuşunun benim dilim Türkçe’nin okunuşuyla ilgisi ne olabilir?

F(ı)ransızca’daki “laique” kelimesi, -(i) harfinin üzerinde
iki nokta vardır- (laik) diye mi okuyalım yoksa söylediğimiz/okuduğumuz gibi,
bizim hançeremizden çıktığı gibi (lâik) diye mi? Ne dersiniz? Bana/bize ne,
şunun bunun okumasından!..Zâten, F(ı)ransız bile bunu “lâik” diye okuyor.

Çetinoğlu: Sözü
biraz daha açar mısınız
?

Kukul: Ben, bir kelime
nereden gelirse gelsin, şâyet Türkçeleşmiş ise, onu, kendi gırtlağıma/hançereme
göre okumam lâzımdır ve öyle okurum, diyorum. Yok ayın, yok gayın veya kef,
bunlara göre Türkçe’ye ayar vermek olmaz ve çâre değildir. Bizi şaşırtır ve
şaşırtmıştır da!

 Necip Fâzıl, Edebiyat Mahkemeleri adlı
kitabında şöyle diyor: “Dilimize, kılık
ve tabiyet değiştirerek girmiş, yani hançere dehamıza uymuş ve öz kaynağı ile
alâkasını kesmiş her ecnebi kelimenin, aslî maddesi kime ait olursa olsun, o
kelime, öz, hâlis, saf Türkçedir.

(…) Davayı aynile Arapça ve Farsça kelimelere de tatbik
edebiliriz: Bunlardan ya hançeremize, ya hayatımıza, ya ifade ruhumuza uymuş,
fakat herhâlde kendi sarf ve nahvile alâkasını kesmiş her kelime, buz gibi, bal
gibi Türkçedir
.” (Bknz. b.d. yayınları,
İstanbul 1997, Sf. 213)

 Adamlar; fabrik, biz ise fabrika diyoruz.
Adamlar; plan yazıyor, pilân diye okuyor; biz de ‘pilân’diye okuyoruz da niçin
onlar gibi (plan) yazıyoruz? F(ı)ransız, doktör, motör diyor, biz ise, doktor,
motor diyoruz.

 Çetinoğlu: Peki ne yapmalıyız? Çâre nedir?

Kukul: Cevabım, tek
cümledir: Her harfin hakkını vermeliyiz!.. Hiç kimsenin ‘harflerle oynamaya
hakkı’ yoktur!..

Bir şey; hem inceltme,
hem düzeltme, hem uzatma işâreti olamaz. Peki, düzeltilen nedir, onu da anlamış
değilim!..

Ya, “kesme işâreti” ne olacak? Al başına
belâyı mı diyeceğiz? Yok öyle şey!..

İnce okunması
gerekenlerin üzerine inceltme işâreti (^) konulacaktır. Bakınız, işâret
kelimesindeki (a)’nın üzerine bu işâreti koydum.

Uzatma ne midir? Bir
iki örnek üzerinden soralım: Kabiliyet midir, kâbiliyet midir, kaabiliyet
midir? Çok defa yazdım ve bu soruyu sordum, cevabını da verdim. Hiçbiri
değil!..Bir defa, (â) değil!..Onu çıkaralım. Peki, bu (a) bir tane mi?
Hayır!..Kaç tane? Bir de değil, iki de!..Öyleyse, bu (a)nın üzerine bir uzatma
işâreti (-) gereklidir. Niçin? (A) harfini biraz daha uzun okumak için!.. Aynı
durumda olan çok kelimemiz var. Bunlar tespit edilir ve kaideleştirilir.

 Katil mi, kaatil mi? İkisi de!.. Nasıl yâni?
Katil, katledilendir/ölendir; kaatil olursa öldüren olur. Tabiî ki, burada da,
katil mi, kâtil mi, kaatil mi? Diye soracağız ve üçüncüdeki iki (a) değil de,
biraz uzatılmış (a)’nın üzerine bir çizgi çizip, onun uzun okunması gerektiğini
ifade edeceğiz. Kimse, “katil” yazıp,
kaatil” okumamalı/okuyamaz!..Kâtil,
hiç!..

 Bu durum, gaye-gâye ve gaaye için de
geçerlidir!..

Sonra? “Kesme işâreti” var!..Yani mi, yâni mi
yoksa ya’ni midir? Bunu nasıl okuyoruz? Ya’ni, bunu, bir Türk nasıl okuyor
demek istiyorum. Ne birinci, ne de ikinci, tamamen üçüncü gibi okunuyor.
Mes’ele kelimesi de böyle!.. Bunların tespit edilmeleri zor bir iş değil!.. Şunu
da düşünebiliriz ve diyebiliriz ki, biz Türkler, “mes’ele” değil de “mesele
diyoruz, deniliyor ve buna karar veriliyor ise, o zaman, tamam arkadaş; mesele
yazar, mesele okuruz.

 Çetinoğlu:
Bâzı yerli ve yabancı dil
uzmanları, ‘dilde devrim/inkılâp olmaz’ diyorlar. Yapanlar, ‘Biz yaptık oldu!’ Diyor. Bence ‘yaptık’ değil, ‘yapıyoruz, yapmaya devam ediyoruz’ demeleri lâzım.

 Kukul: Bir defa “devrim
değil, ıslahat-sâdeleştirme demeyi uygun bulurum. Öyle diyenler, bu mes’eleyi
bilmeyenlerdir, Dil konusuna yabancı kimselerdir. Devrim, âdeta “söküp atma”dır.

 Elbette ki, siz de bunu, onların ifade
ettiğini söylüyorsunuz. Yanlışta ısrar etmenin hiç kimseye faydası olmaz.
Türkçe’ye de!.. Dünyada, bizdeki gibi, böyle ucûbe bir cereyan da yoktur.

F(ı)ransız, asırlardır
hâlâ ‘liberte’ yâni hüriyet, diyor!..Biz ise, İstiklâl Marşı’mızdaki hür ve
hürriyeti, uydurma/yanlış kuruluşlu ve yanlış mânalı özgür-örgürlük’e değiştik.
Meselâ; bir partinin afişinde gördüm: “Cumhuriyet
özgürlüktü
r”, yazmışlar!.. Bu, ne demektir?..Bunlar, hür- hürriyet veya
serbest-serbestlik ise, “Cumhuriyet
hürriyettir
” veya “Cumhuriyet
serbestliktir
” ne demek oluyor?..

Meselâ; Çin Halk Cumhuriyetindeki
veya İran İslâm Cumhuriyetindeki “cumhuriyetler
için
” bu ifadeyi kullanabilir miyiz? Boş lâf!..

 Dil; tabiî seyrinde giderse/yürürse mâkul olur
ve îtibâr görür, millî birliği sağlayıcı olur. Halkın kullandığı kelimeler,
ilim adamlarınca mercek altına alınıp, müştereklik sağlanmalıdır. Ben yaptım
oldu veya ben dedim oldu ile yürütülen bir faaliyetinin bizi getirdiği yer,
işte burasıdır. Yazık!…

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Mesele önemli değil, çok
önemli. Sorular çok… Başka bir mülâkatla devam ederiz inşallah…

M.
HÂLİSTİN KUKUL
(Em. Öğretim Görevlisi – Şâir ve Yazar)

01 Ocak 1943 târihinde T(ı)rabzon’un Beşikdüzü ilçesinde doğdu.
İlk ve ortaokulu orada okudu. 1961 yılında Erzincan Askerî Lisesi’ni bitirerek
aynı yıl Kara Harp Okulu’na girdi. 21 Mayıs 1963 hâdiseleri sebebiyle oradan
ayrıldı. Sonra, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi F(ı)ransız Dili ve
Edebiyâtı Bölümü’ne girdi ve fakülteden 1967’de mezun oldu. Kısa bir süre
liselerde öğretmenlik yaptıktan sonra, Ocak 1972’den îtibâren Diyarbakır ve
Samsun Eğitim Enstitüleri’nde ve bilâhare Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Eğitim Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. İlk şiirini, 1961
yılında ‘Harbiye’nin Sesi’ dergisinde yayınladı. Bunu takiben: Türk Edebiyatı,
Defne, Çağrı, Hisar, Millî Kültür, Erciyes, Töre, Sur, Ülkemiz, Zafer, Kültür
ve Sanat, Güneysu, Çaba, Türk Yurdu, Seviye, Karınca, Bizim Ece, Bizim Külliye,
Boğaziçi, Toker, Yeniden Diriliş, Öncüler, Uzun Sokak, Çınar Gençlik, Türkiye
Çocuk, Sarmaşık Kültür, Somuncu Baba, Toşayad Kümbet, Türkmence, Aydın Efesi,
Edebice dergileri; Bab-ı Âli’de Sabah, Tercüman, Ortadoğu, Türkiye, Hergün,
Millet, Zaman, Yeni Düşünce, Büyük Kurultay, Millet, Türkeli, Gündüz
gazeteleri; wwkapsamhaber.com ve samsunhabertv yaygınağ (internet) sitelerinde
şiirleri, hikâyeleri ve makaleleri yayınlandı/yayınlanmaktadır. Edebiyât
ödülleri: Ülkemiz Dergisi şiir yarışması birinciliği (1968); Töre Dergisi şiir
yarışması 2. Teşvik ödülü (1984); Tercüman Gazetesi şiir yarışması 3. Mansiyonu
(1985); Türkiye Millî Kültür Vakfı Çocuklar İçin Şiir Yarışması 2. Mansiyonu
(1987); Türk Edebiyâtı Vakfı Mehmet Âkif Şiir Tahlilleri Yarışması (Üniversite
Öğretim Üyeleri G(u)rubunda) birinciliği (1987); Eskişehir Valiliği Yûnus Emre
şiir yarışması 3. Lüğü (1992); Ortadoğu Gazetesi şiir yarışması 3. Lüğü (1992);
Türkiye Millî Kültür Vakfı şiir yarışması 2.liği (1994). Yayınlanmış Eserleri:
Şiir dalında: Türk’ün Ayak Sesleri (1974); Sonsuzluk Merdiveni (1987);
Şiirlerle Nasreddin Hoca Fıkraları (1989-1990-1999-2006-2014-2016); Uyanmak
Zamanı (2017) Resimli Nasreddin Hoca Çocuk Şiirleri Kitapları: Parayı Veren
Düdüğü Çalar (1998); Ye Kürküm Ye (1998); Buyurun Cenaze Namazına (1998); Ya
Tutarsa (1998); Biraz Da Biz Ölelim, (1998); Kuyudan Çıkardım Ya (2006);
Hırsızın Hiç mi Suçu Yok (2006); İçinde Ben de Vardım (2006 ); Hepsinin Tadı
Aynı ( 2006); Yorgan Gitti Kavga Bitti (2006), Ayçiçekle Nurdede (1989) Manzûm
Destanları: Kıbrıs Destanı (1975 – 1988); Dağıstanlı Arslan Şeyh Şâmil Destanı
1992-1995-1997); Kanije Destanı (1992-1997) Tiyatro dalında: Gelincikler
Narindir (1986); Havada Bulut Yok (1986 ) Hikâye dalında: Zincirli Tepe (1985);
Sevgi Çemberi (1991); Yarınlar Daha Güzel (1998) İnceleme dalında: Şeyh Şâmil
ve Çeçenistan (2002); Mevlâna Eşiğinde (2007); Çilenin Sultanı (2013) Mektup
dalında: Post-Nişîn’e Mektuplar (2004 ). Hâtıra dalında: Darbelerde Harbiyeli
Olmak (2021) Binin üzerinde makale ve denemesi bulunan M. Hâlistin Kukul
hakkında, hazırlanmış dört lisans tezi de mevcuttur. Hâlen, yurdumuzun tanınmış
edebiyât ve fikir dergilerinde şiir ve makaleleri yayınlanmaktadır. Kukul’un
iki çocuğu ve üç torunu vardır. 1997 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Öğretim Görevlisi olarak emekli olmuştur.

Önceki İçerikYiyebildiğiniz kadar yiyin!
Sonraki İçerikKimlik Kalpazanlığı Üzerine
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.