Liderler Akıllandı mı Dersiniz?

141

1960’lı yıllar heyecanlıydı. Olumlu anlamda değil. Kâbus gibiydi de diyebiliriz. Birbirini yok edeceğini söyleyen iki kamp ve çekirdek silahları. Niçin harp etmiyorlardı? Çünkü biri, “Ben seni yok ederim!” dediğinde öbürü, “Ben seni iki defa yok ederim!” diyebiliyordu. Bir denge vardı: Dehşet dengesi. Buna daha fiyakalı bir ad da bulunmuştu: MAD. İngilizcede deli, çılgın, hatta kudurmuş anlamına gelen bu kelime aynı zamanda bir kısaltmaydı, Mutually Assured Destruction: Garantili Karşılıklı Tahrip.

İşte geçen yazımda yeni açıklanan istihbarat bilgilerine dayanarak anlattığım Küba Füze Krizi, bu dehşet dengesinin ha devrildi ha devrilecek denilen bir geçidiydi.

Palmiye ağaçlarının füze rampalarını gizleyeceğini söyleyen saçma, fakat Sovyet otoritelerinin hoşuna giden değerlendirme. Sonra bir kıtalararası balistik füze tümeninin Rusya’dan gemilere bindirilip Küba’ya doğru yola çıkışı. Buna “brinkmanship”diyorlar; uçurum kıyısında dans etmek. Canları istediği kadar dans etsinler etmesine de bir nükleer savaş yalnız savaşanları değil bütün dünyayı yaşanmaz kılabilirdi.

Kafa kafaya çarpışmaya doğru

Gemiler yola çıktı. ABD’nin U2 casus uçakları çoktan Küba’da Rusların inşa ettiği füze rampalarını görmüş; konu, bırakın istihbaratı orduya, kamuoyuna bile yansımıştı. Personel ve mühimmat Atlantik üzerinden Küba’ya doğru yol alırken Başkan Kennedy’nin ne yapacağı merak ediliyordu. Küba’ya bombardıman uçakları ve füzelerle saldırıp rampaları tahrip mi edecekti? Bu basbayağı saldırganlık olurdu ve Küba’nın misilleme hakkı doğardı. Hiçbir şey yapmamak! O hiç olmazdı.

Kennedy, Küba’ya ambargo uygulayacağını, ABD donanmasının adayı çembere alacağını ilan etti. Yaklaşan Sovyet gemilerinin geçmesine izin verilmeyecekti. Nasıl? Her türlü.

Dünya saat saymaya başladı.

O zamanlar Türkiye’de haberleri radyodan izlerdik; ihtilaller de radyoda yapılıp biterdi. Velhasıl “Radyo Günleri” idi. Hani klişedir ya, “Nefeslerimizi tuttuk.”

İşte bu hâle uçurum oyunu deniyor. Uçurum kıyısında oyun. Düştü-düşecek hâli. Amerikan gençlerinin oynadıkları ve “chicken” tavuk dedikleri bir oyun vardı. James Dean’ın oynadığı bir filmde seyretmiştim. Gençler otomobillerini son hızla bir birbirine doğru sürer. Kafa kafaya çarpışacakken ilk direksiyonu kırana “chicken” denir. Chicken, tavuk demek ama argoda korkak demek… İşte bir arabanın direksiyonunda Kruşçev, diğerinde Kennedy, Atlantik üzerinde kafa kafaya çarpışmak üzereler. İsterseniz daha az heyecanlı olsun, pokerdeki blöfe benzetelim…

Bayraklı’daki füze

Sonuçta Rus gemileri geri döndü.

Yönetim piramidinin tepesine bir türlü ulaşmayan “yeterli palmiye yok” değerlendirmesi Sovyetler Birliği’ni utanca ve propaganda yenilgisine götürdü. Palmiyeler sık olsaydı, Amerika rampaları göremeyecek ve kriz falan patlamayacaktı.

O yıllarda İzmir’in Kordonboyu’nda, Alsancak’tan Bayraklı’ya baktığım bir akşamüstü, o sahilde minare boyunda bir füzeyi ayan beyan görmüştüm.

On yıllar sonra, ABD ile SSCB arasında bizim üzerimizden de gizli bir anlaşma yapıldığını ve ABD’nin Küba’yı işgal etmeyeceği taahhüdüne karşılık, SSCB’nin Türkiye’deki kıtalararası balistik nükleer başlıklı füzeleri çektiğini öğrendik. Benim Bayraklı civarında gördüğüm minare boyu nesne işte o Jüpiter füzelerinden biriymiş. Madem gizli, niçin göstere göstere? Niçin güpegündüz? Belki taahhüdün yerine getirildiğini göstermek içindi.

Açıktır ki chicken oyununda SSCB direksiyonu kırmasaydı hedeflerden biri İzmir’deki Jüpiterler ve benim İzmir’immiş.

Öğrenci yurdunda nükleer saldırı

Bu karabasanlı hikâyeyi birazcık eğlenceli bir hatırayla bitireyim.

O yıllarda liselerde “Milli Savunma” adlı bir ders okurduk. Biz öğrenciler ona “Askerlik” de derdik. O derste farklı siren seslerini öğrenmiştik. “Hava saldırısı”, “tehlike geçti” ve en önemlisi “nükleer saldırı”; uzun fakat kesikli sirendi yanlış hatırlamıyorsam. Lisede bütün bu bilgileri aldık. Sonra üniversite ve nihayet ABD’de Yale Üniversitesinde rahmetli Oktay Sinanoğlu’nun yanında doktora yapmaya gidiş… Bir Eylül sabahı kendimi New Haven kasabasında buldum. Yabancı Öğrenci Ofisi, beni bir geceliğine bir kolej yatakhanesine gönderdi. Ertesi gün uzun kalacağım adrese taşınacaktım. Ta dünyanın öbür ucundan gelmişim, yorgunum. Derhal yatıp uyudum. Tam gece yarısı bir siren sesiyle yataktan fırladım. Yıllar önce öğrendiğim “nükleer saldırı” sireniydi. Uzun- ara – uzun- ara… “Allahım!” dedim. “ABD’ye geldiğim ilk gecede mi?” Sonra siren sustu. Sabah sordum. Kolejin hemen yakınında meşhur Winchester tüfek fabrikası varmış ve o siren, Winchester’in vardiya düdüğüymüş!

Geçti o günler, çok şükür. Geçti mi? Hâlâ MAD var. Liderlerin adları farklı; o kadar. Şimdikiler geçmiştekilerden akıllı mı dersiniz?