Laiklik ve Din

98

Laiklik, 1789 Fransız ihtilali ile Batı (Avrupa)’nın gündemine giren bir kavram.
Kilisenin baskısını toplum üzerinden kaldırıp bilimin ve gelişmenin önünün açılmasında önemli bir rol oynamıştır. Kilise muharref (bozulmuş-aslı kaybolmuş) İncil’e göre hareket ediyor, papazların sözleri Allah kelamı gibi kabul ediliyor, her türlü bilimsel bulguya ve yeniliğe din adına karşı çıkılıyordu.

Bilim adamları kilisenin baskısından çekinerek düşüncelerini açıklayamıyor, kiliseye ters görüş açıklayanlar şiddetle cezalandırılıyordu. Galile, ‘dünya dönüyor’ dediği için giyotin ile idama mahkûm edilmişti.

Kilisenin baskısı din adamları üzerinde de dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Martin Luther bu baskılara baş kaldırıp kiliseyi protesto ediyor, Hıristiyan dünyasında Protestan mezhebinin doğmasına sebep oluyordu.

Bilim adamları, din adamları ve halkın birçoğu bu baskıdan bunalmıştı. Artık kilisenin devlet yönetiminden (dünyevi işlerden) el çektirilmesi, sadece ibadetlere has kılınması gerekiyordu. O gün için Avrupa’da doğru olan da buydu ve böyle de oldu; kilise devlet yönetiminden soyutlandı, fakat yöneticiler ve halk kiliseye giderek ibadete devam ettiler.. Böylece Avrupa’da ki bilimin ve gelişmenin önü açılmış oldu.

O günden bu güne Avrupa laiktir ama kiliseyle barışık, halkıyla da uyumludur. Laiklik adına kırmızı görmüş boğa gibi dine ve dindara saldırmamaktadır.

Laikliğin özünde saygı ve hoşgörü vardır. Kilise din adına vatandaşa-devlete-yasama ve yürütmeye baskı yapmayacak yargı yasama ve yürütme de laiklik adına insanlara zulmetmeyecek, kiliseye gidenle gitmeyen herkes birbirine saygılı olacak zaten medeni dünyada da bu böyle olmaktadır. Bu gün bu konuda en çok konuşan insanlar ilkokulda öğrendikleri bilgilere yenilerini ilave etmemektedirler. Yeniliğe ve gelişmeye kapalı bu zihniyetin 1789 öncesi kilisenin tavrından ne farkı vardır.

Dünya dönüyor dediği için Galile’yi giyotine mahkûm eden baskıcı zihniyetle bugün sudan sebeplerle partileri kapatan yöneticilere siyaset yapma yasağı getiren zihniyetin birbirinden ne farkı vardır.

Birinde din adına diğerinde laiklik adına zulmediliyor. Neticede zulüm zulümdür.

Birazda İslam tarihindeki uygulamalarına bakalım:

Medine döneminde Necran’lı Hıristiyan bir gurup Peygamber (sav)!i ziyarete gelir. Mescidi Nebi’de görüşme esnasında Hıristiyan grubun ibadet vakti geldiğinde peygamberimiz onlara ibadet yapmaları için müsaade eder, onlarda mescidte ibadetlerini rahatça yerine getirirler.

Hz. Ömer (r.a) Müslüman idaresi altında yaşayan başka dinlere mensup insanların köleleştirilip, sömürülmelerine karşı çıktığı gibi onların inanç ve ibadet özgürlüklerini, mabetlerini, dillerini ve örflerini koruma konusunda çok hassas davranmış; Müslüman valilere gönderdiği mektuplarda Müslüman olmayan topluluklara haksızlık yapılmasını, onlardan fazla vergi alınmasını yasaklamıştır.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’da toplanıp korku ve panik içerisinde bekleşen Hıristiyan halka ve din adamlarına inanç ve ibadetlerinde tamamen hür olduklarını söylemiş, inançlarından dolayı hiçbir baskıya maruz kalmayacaklarının teminatını vermiştir.

İspanya’da zulme maruz kalan Yahudilere Osmanlı kendi topraklarını açmış, onları zulümden kurtardığı gibi inanç ve ibadetlerine de saygılı davranmıştır.

Başka inançlara baskı ve zulüm olsaydı İslam dini Avrupa içlerine kadar, Afrika’ya, Hindistan’a ve balkanlara kadar yayılıp asırlarca oralarda tutunabilir miydi?

Tüm inançlara ve inanç mensuplarına saygılı olmak İslam inancının temel prensibidir. “Dinde zorlama yoktur.” Ayeti bunun en belirgin örneğidir.

İnsanları zorla Müslüman yapmak İslam dininin yasaklamış olduğu bir husustur. İnsanları bilgilendirdikten sonra tercihlerine saygı duymak bizim görevimiz, dinimizin de emridir.

Herkesi cennete zorla göndermek müslümanın görevi değil ki, tercihini cehennemden yana kullanana insana da saygı göstermek gerekir. Allah yolunu açık etsin, sağ salim dibine kadar gitsin.

Laiklik devletin yasama görevini yerine getirirken dinlerden bağımsız hareket eder tüm inançlara ve onların mensuplarına eşit mesafede dururlar. İnsanlar mahkemeye gittiklerinde inançlarına göre değil de yaptıklarına göre yargılanırlar. Mahkeme önünde tüm insanlar makam, mevki, sosyal statü farkı olmaksızın eşit muameleye tabi tutulurlar. İmtiyazlı kesim olmaz, suç işleyenler cezalandırılır, mağdurların da mağduriyeti giderilir. Bütün inanç sahipleri o devletin vatandaşları olmaları sebebiyle birinci sınıf vatandaşı olup saygıya layıktırlar.