Laiklik, Din ve Devlet işlerinin birbirinden kesin olarak ayrılığıdır. Tabiidir ki bu her iki taraf içinde söz konusudur. Yani hem devlet her türlü din veya kiliseden bağımsız kalacak hem din ya da dinler devlet katında serbest olacaktır. İdeal olarak verilen bu tanımın uygulamada tam olarak gerçekleşmesi pek mümkün olmamaktadır.
Dinle devlet işlerinin ayrılığı esas olan siyasi hukuki ilke olarak tarif edilen laiklik kitabı dinlerin devlet yönetimine müdahalesi, dini esas alan devlet yönetimi veya din işlerini devlet yönetimine karıştırmama şeklinde de izah edilebilir.
Biz öncelikle İslam ülkelerinde ki laiklik anlayışı ve uygulaması üzerinde duracağız.
Türkiye Cumhuriyeti de bir İslam ülkesi olduğu için bu kategori içerisinde değerlendireceğiz. İslam ülkelerinde laikliğin ortaya çıkışı tarihi gelişim ve uygulama şekliyle bu konulardaki tartışmalar laikliğin doğup yayıldığı batı ülkelerine göre farklılık gösterir. İslam dünyasında dini otorite ile siyasi otorite arasında tarih boyunca batıdakine benzer bir çatışma söz konusu olmadığından 19. yüzyılın başlarından itibaren görülen laiklik süreci iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin ve gelişmelerin etkisiyle başlamıştır. 1. ve 2. dünya savaşlarını takip eden yıllarda İslam toplumlarının bağımsızlıklarını kazanmaları ve ulus devlet ilişkileri şeklinde yapılanmaları ile birlikte Din – Devlet ilişkileri devletin kimliği ve yönetim şekliyle ilgili tartışmalar canlanmış, Farklı eğilimler ve Fikri oluşumlar ortaya çıkmıştır. Osmanlılar hilafetin dini değil millete bırakılması gereken dünyevi bir mesele olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı İslam alimleri de İslam dininin devlet hayatından tamamen uzak tutulması gerektiği fikrini savunmuşlardır.
Bağımsızlıklarını kazanma sürecinde İslam ülkelerinin çoğunda devlet yönetimini elinde bulunduran siyasetçilerin ve bu eğitimi almış olan entelektüellerin modernist bir İslam yorumuna sıcak baktıkları veya laik ve milliyetçilik ekseni etrafında bir siyaset üretmeye çaba sarf ettikleri görülür. Bunun sonucu olarak siyaset hukuk ve eğitim alanlarında batı modellerini benimseme çabalarıyla birlikte laikleşme süreci de hız kazanmıştır. Genellikle hukuk ve eğitim alanlarında batı modellerini benimseme çabalarıyla birlikte laikleşme sürecide hız kazanmıştır. Genellikle hukuk ve eğitim alanlarındaki uygulamalar bu alanların dini çevrelerin ve gelenekçi ulemanın elinden çıkarak devletin kontrolüne geçmesi sonucunu doğurmuştur. Bir kısım ülkelerde dini faaliyetler doğrudan devlet tarafından düzenlenmiştir.
Anayasalarında devletin laik olduğu ifade edilen Türkiye, Nijerya ve Senegal ile şeri hukuka dayalı bir yönetim tarafının benimsendiği Suudi Arabistan ve İran bir tarafa bırakılırsa İslam Ülkelerinin önemli bir kısmı bu alanda karmaşık ve eklektik bir yapı arz eder. Dini referanslı hükümler içerenlerde dahil İslam ülkelerinin anayasaları ve hukuk sistemleri önemli ölçüde batılı modellere dayanmaktadır. Milli ideolojiler devlet kurumları siyasetçiler ve partililerde genellikle laik eğilimdir.
Türkiye Cumhuriyeti laikliği her ne kadar resmen 1937 yılında benimsemişse de bu gelişmeye yol açan süreç Cumhuriyet öncesine uzanır ve esas itibariyle Tanzimat’ın ilanıyla başlar, Gülhane hattı hümayununun ilanıyla birlikte ve adli yapıda hem uygulanan konularda önemli değişiklikler yapılmaya başlanmış bu dönemde Ticaret, ceza hukuk ve ceza yargılaması Cumhuriyet döneminde de Medeni Hukuk alanı Batılı ve laik bir karaktere bürünmüştür. Şeriye mahkemelerinin kalkması, hilafetin ilgası, Tevhid-i Tedrisat kanununun kabulü tekke ve zafiyetlerle Türbelerin kapatılması ve nihayet 1937’de laikliğin açık biçimde anayasal bir prensip olarak Esas teşkilat kanununda yerini alması bu dönemde laiklik istikametinde atılmış önemli adımları oluşturmaktadır. Aynı ilke 1961 ve 1982 Anayasalarında da yerini ve önemini korumuştur. 1982 Anayasası Laikliği Cumhuriyetin temel ilkelerinden sayarak değiştirilmeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek maddeler arasına almıştır. Anayasa Md. 4.
Laikliğin en önemli argumanı din ve vicdan hürriyeti sağlaması ve bütün dinlere eşit mesafede bulunmasıdır. 1982 anayasası bir taraftan herkesin din ve vicdan hürriyetine sahip olduğunu Anayasa 14.madde hükmüne aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenlerin serbest bulunduğuna din ve ahlak eğitim ve öğretimin devlet gözetimi ve denetimi altında yapılacağını din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alacağını belirtirken diğer taraftan kimsenin devleti sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasi ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceğinin ve kötüye kullanamayacağını hükme bağlamıştır.
Anayasanın 24. maddesinin göndermede bulunduğu 14. madde ise temel hak ve hürriyetlerin demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılmasını yasaklamaktadır. Temel hak ve hürriyetlerin durdurulmasını düzenleyen anayasanın 15. maddesi ise savaş seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde dahi durdurulmayacak olan temel hakları düzenlerken kimsenin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlamayacağına da yer vermektedir.
Laiklikle ilgili anayasada yer alan önemli bir düzenleme Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olanıdır. Anayasanın 136. maddesinde idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı Laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir. Hükmünü getirmektedir. Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı zaman zaman eleştiri konusu olmakta ise de Din hizmetlerinin cemaatlere bırakılmasının da kendine özgü problemler doğurabileceği Milli birlik ve bütünlüğü bozabileceği iler sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesine göre de Hıristiyanlığın aksine Toplumsal – Kamusal hayatı da düzenleyen İslam dininin kötüye kullanılması devletin ve laik İlkesinin yok edilmesi sonucunu doğurur. Bu sebeple Diyanet işleri Başkanlığının anayasal bir kurum yapılması tarihten ve ülke şartlarından süzülen bir sorumluluktur. Ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir din hizmetleri sınıfının varlığı da Anayasaya aykırı değildir.
Yukarıda izaha çalıştığımız İslam ülkelerinde Laiklik anlayışı genel olarak anlatmaya çalıştığımız bilgilerdir.
Araştırdığımız ve okuduğumuz kitaplar, ansiklopediler, makaleler inceleme yazılarının laiklikle ilgili bölümlerinde tarif sadece din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması şeklinde izah edilmektedir. Yani devlet işleri derken devletin yönetim şekli ve müesseseleri akla gelir. Din işleri de insanların inandıkları dinin koyduğu hükümleri noksansız olarak uygulayabilme hürriyetidir.
Devletin işleri kanunlarla tayin edilmiş çerçeve içerisinde yürütülmektedir. Devlet yönetiminde dindar insanlar bulunur. Buna kimse engel olamaz. Ancak devlet yönetimini şeri hükümlere göre yönetme eğilimine girerse o zaman laiklik ilkesi zarar görür ve buna kimse müsaade etmez ama kangren haline gelmiş başörtüsü İslami bir inancın gereğidir. Bunu laiklik içerisinde değerlendirmenin hiçbir hukuki tarafı yoktur.
Başörtülü yönetici olsa ve ben devletimi şeri hükümlere göre yöneteceğim derse o zaman laiklik zarar görür. Yoksa laiklik insanların dışı ile ilgilenmez. Başörtülü hanımlar mevcut kanunlara uyan bir yönetim tarzı benimsemişlerse onlar başları örtülü olsa da laik kişilerdir. Ancak yönetimi ellerinde bulundurduklarında da artık herksin başını örteceğiz, kimse başı açık dolaşamayacak gibi tavırlar içerisinde olursa o zaman laiklik anlayışına ve Anayasaya aykırı hareket etmiş olurlar. Laiklik Anayasasının teminatı altındadır. Kimse dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz hükmünü esas alırsak mesele kökten çözümlenmiş olur.
Son olarak yaşanmış fıkra gibi bir olayı anlatarak yazıma son vermek istiyorum. MHP davasında Oflu Halil amca tutuklu olarak yargılanmaktadır. O zaman ki sıkıyönetim mahkemelerinde tutuklu olan sağcılara Laiklik öğretiliyordu solculara da İstiklal Marşı. Mamak cezaevinde komutan Halil amcayı çağırmış gel bakalım Halil amca anlat Laiklik nedir? Halil amca da dersi dinlemediği için hemen Karadeniz zekâsı ile ” Komutanım kim ki namazını kılar, orucunu tutar Laiktur, Cennete kim ki bunları yapmaz Layıktur Cehenneme ” der.
Türkiye de Laiklik daha çok tartışılacağa benziyor. Çünkü taraf haline getirilmiş Laik olanlar olmayanlar diye Milletimiz bölünmüş Laiklik gerçek anlamında izah edildiği ve kabul edildiği zaman mesele çözümlenecek kanaatindeyim.