Kürtçe Üzerine

73

Herkesin okuması gereken ve bilhassa Kürt kardeşlerimizin; sadece okumakla yetinmeyip,  üzerinde derin derin düşünmeleri gerektiğine de inandığım bazı alıntılar: 

“Ana dilde eğitim”, “mahkemede Kürtçe savunma hakkı” ve “özerklik” isteniyor. TBMM çatısı altında Kürtçe grup toplantısı yapılıyor!

İşin tuhafı, bu hengamede kimse “Bu Kürtçe nedir, eğitim yapılır mı, özelikleri ve tarihçesi nedir, yazı dili var mıdır, bir kültür ve medeniyet dili midir?” diye sormuyor…

Osmanlıcanın Arapça, Farsça kelimelerden oluşması gibi, batı ile ilişkileri zayıf kalan Kürtlerin Arap-Fars etkisi altında dillerinin de değişim geçirdiği, Arapça-Farsça-Türkçe kelime dil bilgisi kurallarından oluşan Kürtçe’nin tarihi bir kökü bulunmadığı, yapay olarak yakın zamanlarda Avrupalı dilciler tarafından yazıya geçirildiği ve böylece ortaya çıktığı gerçeği karşımıza çıkıyor.

Bugün Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne aykırı siyasi amaçlara “alet” edilen Kürtçe, dil bilimciler tarafından bir “dil” olarak kabul edilmiyor. Bırakın dilcileri, aklı başında Kürt aydınları bile gerçeği başka türlü anlatıyorlar: (Mustafa Önder, Yeniçağ, 21 Kasım 2010, s.12)

(Nitekim,) 1881-Ergani doğumlu, Dr. Şükrü Mehmet Sekban, Ankara Hükümeti’ne karşıydı ve Kürtçenin resmi lisan olmasını istiyordu. Fransızca yazdığı “Kürt Sorunu” adlı metinde, “Ben bilhassa öğretimde Kürt dilinin tanınması üzerinde durmuştum. Bu, hepimiz için bir idealdi. Mütarekeden beri Irak Süleymaniye’de, sekiz seneden beri de Kürtçe konuşan sancaklarda eğitim dili Kürtçedir. Okul öğretmenlerinin mükemmel, okul kitaplarının kusursuz olduğunu farz edelim. İyi ama, bu okullardan mezun olanlar, okul bitince ne okuyacaklar? Hiç!” itirafında bulunuyor.

Çünkü vernaküler bir dil olan Kürtçe, yapısı uygun olmadığı için üretemiyor. İngilizlerin Irak’taki Süleymaniye Kırmançasını bir yazı dili haline getirip, diğer üç dili de (Goranice, Lurca ve Kalhurca) kapsayacak şekilde mekteplerde okutma hilesi işe yaramıyor!

Süreç içinde Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti hayranı olan Dr. Sekban: “Bugünden başlamak suretiyle, bir asırlık sürede, en iyi şartlarla gelişecek bir Kürt dili bile kültürlü devletlerin seviyesine ulaşmaya yeterli olmayacaktır. Namuslu insanlar olarak itiraf edelim ki, Kürt halkının kendi diliyle eğitim zarureti hususundaki inancımız artık iflas etmiştir.” Demek zorunda kalıyor!

Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı, “Sınır toplumları” diye nitelediği Erzurum, Kars, Ağrı, Erzincan, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Diyarbakır, Urfa, Adıyaman, Tunceli, Bingöl ve Malatya’da çalışmalar yapmış. “Türko-Kürtler’de Uygarlık ve Ağızlar Hakkında Düşünceler” adlı kitapta şöyle diyor. “Sınır toplumları, merkezi yönetime geçebilmiş toplumların siyasi sınırlarında oluşur. Ancak bu siyasi sınırlar tarih akışı içerisinde durağan değildir. Bu nedenle sınır toplumları aynı coğrafi yörelerde değişik devletlere tabi olurlar. Çeşitli etnik gruplara mensup klan, aşiret, boy halinde kalırlar. Devlet yapısına geçemezler. Hangi ülke sınırında oluşmuşlarsa, o ülkenin genetik yapısıyla kaynaşırlar ve erirler. Sınır toplumları, oluştukları yörede sorun çıkarırlar; “mensubiyet”, “kimlik”, özdeşleşme” hissinden yoksun olmaları, siyasi oyunlara kurban edilmelerine de neden olur, bir yöresel vernaküler dil kullanırlar. Kendilerine özgü bir alfabeleri olmadığı gibi, edebiyat dilleri de gelişmemiştir. Mahalli gelenek ve törelerle yetinirler.”

Kaşgarlı, “Gothe Peşye Kurda” (Kürt Atasözleri) adlı risaleyi şöyle eleştiriyor: “Kürt

atasözü olarak derlediklerini ne ilmi bir süzgeçten geçirmişler, ne de yüzyılların ötesinden gelen Türk atasözleri ile karşılaştırmışlar. Bu kitapçıktaki atasözlerinin pek çoğu Türkçeden tercümedir.”

Bir Kırmanca atasözü örneği veriyor: “Agır bı erde dıkeve hışk u ter hıhevra dışewıtin.” Bu, “Yer tutuşur, yaşla birlikte kuru da yanar.” Şeklinde Türkçeye çevriliyor ama gerçek karşılığı, “Kurunun yanında yaş da yanar.”

Kırmança ve özellikle de Zazaca’da, bugünkü Türkçe’de kullanılmayan eski Türkçe kelimelerin varlığının ortaya çıkarılması, onların Turanilik bağlantısını gösterir ve bu halkın kullandığı dilin yöresel bir vernaküler “ağız” olduğunun ispatıdır! (Mustafa Önder, Yeniçağ, 28 Kasım 2010, s. 12)       

Niyetimiz kardeşlerimizi incitmek değil…Tarih süzgecinden gelen “kardeşliği” bozmaya yeltenenlere, art niyetini “özgürlük” kavramının arkasına saklayan ve kendi ülkesindeki vernaküler dillere ana dil hürriyeti vermeyip bize dayatan AB’ye gerçeği göstermektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili ve eğitim dili Türkçedir ve Kürtler de bu memlekette “azınlık” değil, “asıl unsur”dur.

Şimdi “ana dilde eğitim ve savunma hakkı” isteyenlere soruyoruz:

Kürtçe kursları neden kapandı?

Yazar Mehmet Uzun’u yatağa düşüren de bu çıkmazdı herhalde (değil mi?)…(Mustafa Önder, Yeniçağ, 5 Aralık 2010, s.12)

Önceki İçerikBuhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi
Sonraki İçerik“Demokratikleşme”ye doğru Türkiye’nin Ağacı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.