Aydınlar Ocağı’nca düzenlenen “Ekonomi Nereye Götürülüyor” konulu açık oturum bilgilendirici ve düşündürücü idi. Açık oturuma katılamama gerçekten bir kayıp sayılabilir. Toplantıda iktisadî hayatın götürülmek istendiği yer ortaya kondu. Hedef; sanayii çökertilmiş, tarımı perişan edilmiş, tarım alanlarının boşaldığı, orta sınıfın çökertildiği, dış borç, düşük kur- yüksek faiz ve sıcak para kuşatmasına alınmış, üretemeyen, işsizlik sorunu artan, tüketim nöbetine tutulmuş tam bağımlı bir Türkiye’dir.
“Üretme, borçlan, bol bol tüket ve pazar haline gel” çarpık anlayışının 1980’lere dayanan bir geçmişi vardır. Bilhassa 1988 sonrası uygulanan ve günümüzde de zirve yapan bağımlı politikalar; Türkiye’yi iflasa götürmekte; ama bazı politikacılar gününü gün etmektedir. Bazıları da ekonomiyi düşünmek bile istememektedir.
Türkiye’yi tam bağımlılığa götüren süreç; “Türkiye, Batı Dünyasının ayrılmaz parçasıdır”, “Medeniyet Batıdadır”, “Batı, demokrasi ve özgürlüklerin merkezidir”, “Suriye mi olacağız?”, “iktisadi korumacılık da ne demek?”, “serbest piyasa ekonomisi uygulayacağız” diye diye işletildi. Bunun için bir tetikçi de bulundu.
Aslında her önü açılan ülke için farklı tetikçiler vardı. Bize Kemal Derviş düştü. 1998’de Rusya Batı yardımını iktisadi krizi göze alarak reddetti ve kendine gelmeye başladı. Biz ise IMF ve Dünya Bankasına teslim olarak 2000 ve 2001 krizleri ile karşı karşıya kaldık, yanıltıldık. Latin Amerika ve Rusya kurtuldu, biz ise IMF’nin vazgeçilmez sevgilisi olduk.
Dünya Bankasının bir raporu çok dikkat çekici: “Siz bir üretim ülkesi olamazsınız”. Türkiye’ye yönelen asıl tehdit unsuru; ırkçı bölücülük, İslâmı yozlaştırıcı, Müslümanı uysallaştırıcı, inanç dünyasını küresel gücün eşgüdümüne sokmakla beraber; küreselleştirme tezgahıdır.
Küreselleşme, iyi anlaşılamadığı sürece gelişmekte olan ülke aydınları birçok şeyi fark edemezler. Uyutulma ve uyuşturulma sürer gider. Küreselleşme maskeli dolaştırıldığından size hep Dünyaya ve dışarıya mı kapanacağız sorusu sorulur? Küreselleşmenin pek uygulamada görülmeyen romantik tanımları yapılır ve pembe tablolar çizilir. Oysa konu dışa kapanmak değildir, zaten isteseniz de kapanamazsınız.
Önemli olan milli varlığımızı tehdit eden soyulma ve soydurulmadır. Ekonomik değerlerimizin el değiştirmesi ve ülkenin yoksullaştırılmasıdır. Bu süreçte işverenimiz memur ve müstahdem haline gelebilir. Aynen Mısır’da olduğu gibi… Orta ölçekli kuruluşlarımız zaten devre dışı kalır. Artık memuru ile müstahdemi ile tezgahtarı ile hizmetler sektörü dışına çıkamayan insanımız küreselleşmenin emir kulları olur.
Küreselleşme, bilginin, sermayenin, emeğin ve teknolojinin serbest dolaşımıdır. Ancak, izin verildiği oranda.
Bundan dolayı küreselleşmeyi bazıları, küresel planlı bir ekonomi olarak tanımlamaktadır. Sayısı belirli sanayi ve finans kuruluşları müsaade ettiği alanda sözde serbest piyasa ekonomisi uygulayabilirsiniz.
Küreselleşme, vahşi kapitalizmin kendini yenilemesi, hatta ona bir alternatif gibi sunulma tuzağıdır.
Küreselleşme, bazılarına göre demokrasi ve özgürlüklerin getirilmesidir. Aynen Irak’da olduğu gibi.
Yine küreselleşme uluslararası sermayenin egemenliğinin kayıtsız ve şartsız kılınması olduğu gibi; merkezi devletlere rakip alternatif egemenlik alanlarının o milli devlet içinde yaratılmasıdır. Ülke ekonomilerinin birbirini tamamlaması, desteklemesi, yaratılan pastadan herkesin adil pay alabilmesi Dünya’da barış ve istikrar ortamını gerektirir.
Klasik ideolojik çatışmaların yerini alan etnik ve mezhep çatıştırmaları, kamplaştırmalar küresel güç tarafından desteklenmektedir. Milli devletler ufalanmakta, milletler kalabalıklaştırılmakta, farklılıklar kutsallaştırılmaktadır.
Dünya’nın Kuzeyi ile Güneyi arasında gelir farklarının arttığı, küresel gücün pastayı bütünü ile alıp-gittiği yenidünya düzeni, istikrar ve barış mı getiriyor ki küreselleşme gerçekleşebilsin?
Gelişmekte ve satın alma gücü artan ülkeler hedef tahtasındadır. Daha fazla üretim ve pazar elde etme bunlar üzerinden sağlanacaktır. Küresel gücün çıkarlarına göre planlanan bu yeni oyunda küreselleşmenin başarısı J. Naisbitt’e göre, ekonomik ve siyasi parçaların ufak olmasına bağlıdır.
Bu tezgahın fark edilememesi için milliyetçilik, milli kimlik, milli menfaat öcü gösterilmeye çalışılır. Milliyetçilikten bazı farkları da olsa ulusalcılık da bir tehdit sayılır.
Küresel güç ise; milliyetçiliği uygular. Onun işbirlikçileri sözde İslamcı da olsa milliyetçiliğe saldırır. Hedef küresel gücün önünü açmaktır.