Kur’anı Anlamaya Doğru

106

     Takarrür etmiş /
kabul görmüş usûl, metot ve esaslardan biri de şudur:

     Akıl ve nakil
(âyet ve hadis) tearuz ettikleri / birbirine ters düştükleri zaman, akıl asıl
itibar edilir. Nakil ise, te’vîl olunur / akla aykırı olmadığı açıklanır. Fakat
o akıl, akıl olsa gerektir.

     İnsan sırf aklım
var, soyut akıl sahibiyim diye ehil olmadığı, her yönüyle bilmediği bir konuda
fikir ve görüş ileri süremez sürmemeli.

     Meselâ bir
edebiyatçı, potansiyel olarak sadece aklım var diyerek, fizik konusunda fikir
ve görüş ileri süremez. Fizik konusunda bir fizikçi, başka bir fizikçi ile
tartışırsa, bundan doğru, yeni ve güzel görüşler ortaya çıkar. Aksi takdirde
kör bir dövüş olur. Yersiz sürtüşme, huzursuzluk ve anlaşmazlıklar kendini
gösterir.

     Velhasıl akıl ve
nakil zahiren / görünüşte karşı karşıya geldikleri zaman, ancak ilâhiyatçı bir
kimse; nakli yani vahiy ve hadisi; akla ters düşmeyecek şekilde açıklar ve âyet
ve hadisi doğru bir şekilde yerine koyar. Görünüşte olan zıtlığı giderir.

     Zaten Prof. Ali
Fuat Başgil’in de belirttiği gibi, “Akıl ve nakil, iki nakiz / zıt değil, iki
mütemmim (bir fikir ve görüşün birbirini tamamlayan iki kanadı)dır. Aralarında
ihtilâf / anlaşmazlık var gibi görünürse de, bunun sebebi ya aklın selim
(sağlam) ya da naklin sarih (açık) olmamasıdır.”

     Hem aklı olmayanın
dinsel sorumluluktan uzak tutulması da, aklın önemini belirtir. Zımnen /
dolaylı olarak vahiy ve hadisin akla mugayir / aykırı olamayacağının da bir
göstergesi sayılır.

     X

     Hem de tahakkuk
etmiş (gerçekleşmiş)dir ki: Kur’an’ın her bir tarafında intişar eden / yayılan
esas maksatlar ve asıl unsurlar dörttür. Onlar da şunlardır:

     İsbatı Sânii Vâhid yani sanatla yaratıcı ve
bir olan Allah’ın varlığını ispat.

     Nübüvvet /
peygamberlik. Çünkü “Beşerde nübüvvet zarurîdir. / Doğru yolu bulmakta insan Peygambere
muhtaçtır.”

     Haşri cismanî /
öldükten sonra beden ve ruhumuzla, hesap ve kitap için, kıyamette yeniden
diriliş.

     Adalet ve ibadet.

X

     Hemen belirtelim
ki, “Kur’an’ın yüzde doksan dokuzu güzel ahlak. Yüzde biri de siyasettir. Onu
da, ulu’lemr / ilgililer düşünsün.”

     Tüm İslâm
âleminde, bu yüzde bir için, silâha sarılan örgütler var!

     Oysa İslâm ülke ve
devletlerinde siyaset ve siyasî gayeler için silâha sarılmaya cevaz yoktur.

     Çünkü yurt içinde
silâha sarılınca; kurunun yanında yaş da yanar; 
nice mazlumlar, çoluk çocuk, kadın kız, ihtiyar erkek ve kadınlar ölür!
Vatan harabeye döner. Suçlu suçsuz birbirine karışır!

     En tehlikeli olanı
da, dış düşmanlara, aradıkları fırsat verilmiş, vatanın işgaline zemin hazırlanmış
olur!

     Silâha ancak
saldıran ve tecavüz eden haricî / dış düşman için başvurulur. Bunda bile barış
imkânları değerlendirilir; Silâh en son çare olunca, silâha sarılmaktan artık
kaçınılmaz.     

     Dünya küçüldü.
Gizlisi saklısı kalmadı. Radyo, televizyon, gazete, dergi gibi yayınlarla
sesimizi yurt içinde ve dışında duyurmak mümkün. Zaten “Lâ ikrahe fiddîn. / Dinde
zorlama yok.” İmkânımız dâhilinde hepimize, sadece tebliğ vazife ve görevi
düşmektedir. Tebliğ görevini yapar; kabul veya reddi muhatabımıza bırakırız.
Kabul veya reddi tabii karşılarız. Neticeye göre müspet insanlık tavır ve
davranışımıza halel getirmemeli, insana durumundan dolayı asla cephe almamalı.
Daima insanların hayrını istemeli ve onun için çalışmalıyız.

     Dinde hassas,
fakat aklen muhakeme yürütmekte noksan kişiler; samimi olmalarına rağmen, dine
öyle zarar verirler ki, akıllı düşman bu konuda, o gibilerin çok gerisinde
kalır. Aslında, bu gibiler gölge etmeseler; dine en büyük hizmeti yapmış
olurlar.

     Zaten dinini iyi
bilen bir kimsenin her yaptığı, dine uygun olacağı için, o kimse aynı zamanda
dine de, en büyük hizmeti yapmış oluyor.

 

Önceki İçerikCanbaza Bakma, Zambaza Bak!
Sonraki İçerikEskiden Aşklar Vardı…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.