Kur’an’da Tevhid

99

     Kur’an’ın baş
konusu Tevhid’dir. Allah’ı birleme. Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, tüm
cihana duyurmak; her yerde, her şeyde Allah’tan başkasının etki, hâkimiyet ve
hükmünün olmadığını, olamayacağını bildirmektir. 

     İnsanın ancak bu
şuur ve bilinçle yaşaması gerektiğini vurgular. “Lâ ilâhe illallah.” sözünü
zihinlere nakşeder. İnsanın, her zaman ve her yerde tehlîl, yani “Lâ ilâhe illallah.”ı
zikretmesini,  tekrarlamasını ve her fırsatta
söylemesini öğütler.

     Nitekim kelime-i
tevhid / tevhid kelimesi, bu şekli ile “İnnehüm kânu iza kıyle lehüm lâ ilahe
illallah.” / “Çünkü onlara: ‘Allah’tan başka tanrı yoktur.’ denildiği zaman.”
(Sâffât: 35) ve  “Fa’lem ennehu lâ ilahe
illallah.” / “Bil ki Allahtan başka ilah yoktur.” (Muhammed: 19) âyetlerinde
yer alır. Zaten her varlık üzerinde bu yazı, bu cümle mânen vardır. Ki buna
lisan-ı hâl / hâl dili diyoruz. Çünkü yapılan her iş, her hareket, yani her
fiil; fâilini, yapanı; o işi işleyeni gösterir. Tıpkı gördüğümüz her nakış;
nakkaşını, o nakşı işleyeni gösterdiği gibi. Tıpkı her resim ressamını, o resmi
yapanı. Her beste bestekârı; o besteyi yapanı gösterdiği gibi. Tıpkı
Süleymaniye Camisi’nin Mimar Sinan’dan haber verdiği gibi.

     Ama “Resmin
yanında ressam, binanın yanında mimar, bestenin yanında bestekâr görünmüyor!
Ben ise gördüğüme inanırım!” denirse, deriz ki: Göz, sadece baş gözünden ibaret
değil. Ayrıca basar / maddî göz yanında, basîret / mânâ gözü de var. Yine akıl
gözü, ilim gözü, feraset ve hikmet gözü gibi birçok gözler de var.

     Kaldı ki, baş
gözünün yanlış gördüğünü, ilim gözü düzeltir. Meselâ: Dolu su kovasına sokulan
bir çubuk eğri görünür. Ama onun eğri olmadığını, ilim gözü düzeltir.  Demek ki her görünüşe aldanmamalı.

     Her fâil / yapan;
fiilinin / yaptığı iş, hareket ve oluşunun mânen yanındadır. Demek ki,
görenedir  görene, köre ne be dostlar?

     Yeter ki, tevhid-i
hakikiyi / gerçek tevhidin farkına varalım. Her şey üstünde kudret sikkesi /
damgasının, rububiyet / İlâhî terbiye ve tedbir hatemi / mührünün, kaleminin
nakışlarını görebilelim. Böylece, doğrudan doğruya her şeyden onun nûruna karşı
bir pencere açalım. O’nun birliğine ve her şey onun kudret elinden çıktığına
şahit ve tanık olalım. Uluhiyeti / ilahlığında, rububiyeti / Rablığında ve
mülkünde hiçbir şekilde, hiçbir şeriki / ortağı ve muini / yardımcısı
olmadığını bilelim. Bütün bunları şuhûda / görmeye yakın bir yakîn / kesinlikle
tasdik edelim. Onaylayıp iman getirelim. Getirelim ki, bir nevi / bir çeşit
daimî bir rûh huzuru bulalım.

     Beyanı mucize olan
Kur’an; tevhid ve ferdiyeti / Allah’ın birliğini pek çok tekrar ile kuvvetli
bir hararetle, yüksek bir halâvet / tatlılıkla ders vermektedir. Nitekim bütün
enbiya / nebiler, asfiya / muhakkik, tahkik ehli, araştırıcı bilgin zâtlar ve
evliya / veliler en büyük zevk ve saadetlerini kelime-i tevhid / tevhid
kelimesinde, Allahın bir ve tek olduğunu belirten “Lâ ilâhe illallah.”
cümlesinde buluyorlar.

      Çünkü kelime-i tevhid / tevhid kelimesinde;
azamet-i kibriya / Allahın kıyasa gelmeyen büyüklüğü kendini gösteriyor. Her
şeyin ona muhtaç; fakat kendisi hiçbir şeye ihtiyaç duymayan / samedanî olan
Allah’ın mutlak Rububiyet / Rablık saltanatının tahakkuk etmesi / gerçekleşmesi
içindir ki, Resul-i Ekrem ferman etmiş / buyurmuş:

     “Ben ve benden
evvel gelen Peygamberlerin en ziyade / en çok, en faziletli / en üstün ve en
kıymetli sözleri ‘Lâ ilahe illallah.’ / ‘Allah var ilah diye bir şey yok.’
kelâmı / söz ve cümlesidir.” İmam-ı A’zam da demiştir ki: “ ‘Lâ ilahe
illallah.’ tevhide / Allah’ın birliğine en büyük, eşsiz bir alem / işaret,
nişan ve isimdir.”

     Tevhid, yalnız
tasavvur / tasarıdan ibaret bir marifet / bilgi değildir. Belki mantık ilminde,
tasavvura mukabil / ona karşılık, marifet-i tasavvuriyeden / tasavvur
edilebilen marifet ve bilgiden çok kıymetli ve değerlidir.

     Bürhan ve delilin
neticesi, ilim denilen tasdik ve doğruluğun kabulüdür. Hakiki tevhid öyle bir
hüküm, tasdik, iz’an / anlayış ve kabuldür ki; her bir şeyle Rabbini bulabilir
ve her şeyde Hâlikına / Yaratanına giden bir yolu görür ve hiçbir şey huzuruna
mani / engel olmaz.

Önceki İçerikSorgulama!
Sonraki İçerikStrateji Uzmanı, Emekli Subay Suat Gün ile Doğu Türkistan’ı konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.