“İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene;
— Benim Ahmed’imi gördünüz mü? Diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altondan kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun İstanbul yolunun aksine gidiyor.
— Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdad’a mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:
— Benim Ahmed’imi gördün mü?
Hayır… Hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. En alasından cehennemi gördü.
………….
Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!” (Falih Rıfkı ATAY, Zeytindağı, s. 117-118)
27 Şubat akşamı kandil kutlamaya hazırlanırken acı bir haberle sarsıldık. İdlip’te konuşlu bir taburumuz hava saldırısına uğramıştı. Şehit sayısının 100’ün üzerinde olduğu söyleniyordu. Resmi makamlar hemen devreye girdiler. Youtube, Facebok, Twitter ve Instagram’a erişim engeli getirildi. 9 şehit olduğu yönünde bir açıklama yapıldı. Zaman içinde sayı önce 22’ye sonra 33’e çıkartıldı. Sayı her şeyden daha önemliydi çünkü!!!
Hâlbuki günlerdir İdlip’teki askerlerimizin açık hedef halinde olduğu söyleniyordu. Yakın hava desteği olmadığı için askerlerimiz sürekli risk altındaydı. Birkaç gündür İdlip’ten şehit haberleri geliyordu. Bu şehitlerden biri olan Teğmen ….’e ait olan ve çekimin yapıldığı tarihten bir gün önceki hava saldırısından nasıl kurtulduklarını anlatan bir video sosyal medyada dolanıyordu. Yani saldırı göz göre göre gelmişti ve hem saldırının böyle göz göre göre gelmiş olması hem de askerlerimizin adeta sahipsiz bırakıldığı hissi acımızı kat be kat artırdı.
Suriye’den her şehit haberi geldiğinde olduğu gibi dün gelen haber de şu tartışmayı gündeme getirdi; Bizim Suriye’de ne işimiz var? Suriye sorununun başlangıcının 9. yıldönümü yaklaşmasına rağmen Suriye’de ne işimiz olduğunun cevabı hala bugüne kadar verilmedi. Her birimiz puzzle’ın parçalarını bir araya getirerek bu soruya cevap aradık hep. Bulduğumuz cevapların ne kadar doğru olduğunu kontrol edecek bir imkânımız ise hiç olmadı.
2011 yılı Mart ayı gelene kadar Suriye ile diplomatik ilişkilerimiz son derece iyiydi. Erdoğan Esat ve ailesini, Esat da Erdoğan ve ailesini misafir ediyordu. İki ülke arasında vizeler kaldırılmıştı hatta sınır kapılarından pasaportsuz (sadece kimlikle) geçişler için çalışmalar yapılıyordu. Bunun dışında iki ülke arasındaki ticari ilişkiler iyi bir seyirde devam ediyordu. Pasaportsuz geçişlerden sonra ticari ilişkilerin daha da artması bekleniyordu. Özellikle Suriye inşaat sektörünün Türk müteahhitlerce domine edilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. İki ülke arasındaki bu işbirliğinin her iki ülke için de ciddi ekonomik kazançlar sağlayacağı ortadaydı. Peki, birden bire ne oldu da Türkiye Suriyelileri silahlandırarak ve onlara eğitim vererek Esat’ı devirmeye karar verdi?
Sorunun cevabını tıpkı bir film jeneriği gibi parça parça sahneleri bir araya getirerek aramaya çalışacağız. Erdoğan’dan “BOP’un eş başkanıyım” açıklaması geldi önce. ABD Irak’ı işgal etti. Gürcistan’da “Gül Devrimi”, Ukrayna’da Turuncu Devrim gerçekleşti. Her iki ülkede de Rusya irtibatlı yönetimler devrilip ABD’ye yakın kişiler iktidara geldi. Arap Baharı diye bir süreç başladı akabinde. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarlar değişti. Son olarak Arap Baharı Suriye’ye sirayet etti. Türk hükümeti Esat’ın çok kısa sürede devrileceğini iddia ediyordu ama böyle bir şey gerçekleşmedi. Türkiye’de “Çözüm Süreci” diye bir süreç başladı, iktidara yakın kişiler çözüm sürecinden dolayı Türkiye içindeki PKK’lıların Suriye’ye gideceğini ve orada Esat’a karşı savaşacaklarını iddia ettiler.
IŞİD diye bir bela ortaya çıktı daha sonra ve Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’ta farklı gruplarla savaşmaya başladı. Birden bire Türkiye’nin gündemine Kobani diye bir şehir girdi. IŞİD, Kürtlerin kontrolündeki Kobani’yi kuşatmıştı ve şehir düşmek üzereydi. Kobani düşerse IŞİD’in şehirdeki Kürtleri soykırıma uğratacağı söyleniyordu. Irak’tan gelen bir grup kimine göre “peşmerge” kimine göre “PKK’lı terörist” Türkiye topraklarından geçerek Kobani’ye sevk edildi. Yedikleri lahmacunların parası lahmacun yedikleri ilçenin kaymakamlığı tarafından ödendi.
Bir yandan IŞİD belasının diğer yandan artık Kuzey Suriye’de nerdeyse bir devlet haline gelen PYD/PKK’nın büyümesinden ve Türkiye sınırları için bir tehdit oluşturur hale gelmesinden dolayı Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtı’nı gerçekleştirdi. İki yıl sonra da PYD/PKK unsurlarına yönelik Zeytin dalı Harekâtı gerçekleştirildi. Türk ordusunun Zeytin dalı Harekâtı’nda başarıyla ilerlemesi, PYD/PKK unsurlarının Suriye rejimiyle anlaşması ve kendi hâkimiyetlerindeki bazı bölgeleri rejime bırakmalarıyla sonuçlandı. Artık sahada Türkiye’nin karşısında Suriye rejimi ve Rusya ittifakı vardı.
Sahneler bunlar, bu sahneleri istediğiniz gibi birleştirip bir film haline getirmeyi size bırakıyor ve baştaki soruyu tekrar soruyorum. Türkiye Suriye hükümetiyle iyi ilişkilerini devam ettirseydi şu an Suriye topraklarının tamamında dilediği gibi at koşturuyor olacaktı. O halde Türkiye neden durup dururken Suriye’ye müdahale etti?
Benim cevabım; Türkiye’nin Suriye’ye BOP’un bir parçası olan Arap Baharı’nın bir sonucu olarak ve tamamen ABD-İsrail ikilisinin menfaati doğrultusunda müdahale ettiği yönünde. (Müdahaleden kastım Suriyelilere silah ve eğitim verilip rejime karşı bir kalkışma başlatılmasıdır. Fırat Kalkanı ve Zeytin dalı Harekâtları kast edilmemektedir) Çatışmaların başladığı 2011’den bugüne kadar Türkiye’nin ne kazandığı ne kaybettiği ortada. Burada şunu özellikle ifade etmek zorundayım; ben her zaman olduğu gibi Suriye konusunda da devletimin yanında ama devletimi kötü idare edenlerin karşısındayım. Türkiye’yi idare edenler bu devletin imkânlarını başka devletlerin menfaati için heba ettiler. Türkiye’yi idare edenler, masaya poker fişi yerine Ahmetlerin hayatlarını sürdükleri bir kumar oynadılar ve biz yüzlerce Ahmet’i bu kumarda kaybettik!