Kültür Bakanlığı eski müsteşarlarından Acar Okan ile yazarımız Oğuz Çetinoğlu’nun yaptığı röportaj:

85

Oğuz Çetinoğlu: Tanıdığım bildiğim kadarıyla siz, tesadüfen dünyaya gelmiş, mümkün olduğu kadar iyi ve olabildiğince uzun yaşayıp sonra da bir vesile ile çekip gitmeye programlanmış bir insan değilsiniz.

Programınızı, daha lise yıllarında kendiniz yaptınız. Bir davanın adamı olmayı; yalnız istekle değil, şuurla benimsediniz. Davanız neydi, hedefinize ne kadar yaklaşabildiniz?

Acar Okan: Sorunuzda, tevazuuma aykırı olarak beni hak etmediğim derecede methediyorsunuz. Teşekkür ederim. Bunu peşinen belirterek cevap vereyim: Davam elbette Türk milliyetçiliğidir. Türk-İslâm kucaklaşmasını (Bendeniz sentez tabirini benimsemiyorum) özümsemeye, yaşamaya ve yaşatmaya gücüm nispetinde gayret ettim. Kerkük’lü bir babanın çocukluğumdan itibaren anlattığı dünya Türklüğüne hasret hikâyelerle büyüdüm. Babam aynı zamanda öğretmenimdi. Sonuç elbette böyle olacaktı… Sonra arkadaş çevrem, öğretmenlerim ve nihayet askerî öğrencilik ve subaylık dâhil dokuz yıl giydiğim üniforma beni epeyce “şahin” yaptı. İlk okuduğum kitaplar milliyetçi neşriyattır. Türkçülüğümün doğuşundaki altyapı budur. Sonra Türk Ocağı ve (sizin de içinde bulunduğunuz) Üniversiteliler Kültür Kulübü (Derneği) ham bilgilerimi ve hissiyata dayalı yönelişlerimi olgunlaştırdı. Yakînen bilirsiniz 1960’lı yıllarda bu dernekte toplanan bir avuç gençlik (toplam 50-60 kişi). Kendimizi özel bir “Elit” eğitimine tâbi tuttuk; çok okuduk, çok düşündük, (o zamanlar kırık döküktü ama sonra gelişti) çok yazdık. Başkalarından farklı olarak propagandayı değil eğitimi ön plânda tuttuk; dostluğu ve nefs eğitimini rehber edindik. Sonucu biliyorsunuz; bu bir avuç kadrodan pek çok Bakan, Milletvekili, Müsteşar, Genel Müdür, Rektör, Dekan, Profesör ve kaliteli iş adamı yetişti. Hiçbir üyemiz vasıfsız kalmadı. Başlangıçta “Türk milletinin yönetimine” taliptik, sonuç da öyle oldu… Çok şükür (bendeniz de dâhil) hemen bütün dostlarım önemli görevlerde bulundular. Sonuç küçümsenemez… Topluca olmasa da pek çoğumuz fiilen politika da yaptık. Bilgi ve tecrübe birikimimizi takım olarak politikaya yönlendirebilsek elbette sonuç daha parlak olurdu. Ama politikanın çirkin labirentlerinde kaybolma korkusu (hikâyesi bu sahifelere sığmaz) bizi bir süre sonra politikanın dışına taşıdı; bir kısmımız politikada kaldı, gerisi dernekçilik ve neşriyatla yetinir hâle geldi. Bunlar da küçümsenemez, işin mayasıdır ama çıkış noktamızı dikkate alırsak yetmez; yetmedi… Böylece dava yolundaki hedefimize tam ulaşamamış olduk. Bunun kusuru tamamen bize aittir; siyaset zeminine bahane bulmak yanlış olur. Yıllarca nefs eğitimi yap, nefsini törpüle, sonra da nefslerin kılıç gibi bileyli olduğu politikaya atıl… Olmadı… Günlük siyaset bize uymadı; biz de ona uymadık… Her neyse, noksan da kalsa ulaştığımız noktayı ben küçümsemiyorum. Hiç değilse kafalarına ve gönüllerine yön verdiğimiz, katkı sağladığımız bizden sonraki nesiller siyaset yapıyorlar ve iyi işler becerenleri de var. Bunun ruhî tatmini bile az değildir. Sonuç olarak söyleyebilirim ki, davamızdaki hedefin zirvesine tam varamadıysak da, fethettiğimiz tepeler gelecek taarruzlara mevzi teşkil edecek kadar çoktur.

Çetinoğlu: Düşünüyor, düşündüklerinizi yazıyor ve makaleler, kitaplar hâlinde yayınlıyorsunuz. Davet aldığınızda topluluklar önünde konferanslar da veriyorsunuz. Bu hizmetlerinizle, sizden beklenenleri yeteri ölçüde verebildiğiniz kanaatinde misiniz? Sizin daha aktif ve etkileyici bir kişiliğe sahip olduğunuza inanan dostlarınız, köşesine çekilmiş bir emekli görüntüsü verdiğinizi söylüyorlar. Söylenenler doğru mu? Potansiyelinizi ve enerjinizi kısıtlayan sebepleri de sorabilir miyim?

Okan: Bu söylenenlerin bir kısmı, beni tahrik etmeye yönelik faaliyetlerin mûcidi bâzı dostlarımın şakası… Abartıyorlar, asla inzivaya çekilmedim. Hayatımın en verimli okuma ve yazma dönemini yaşıyorum. Ancak benim gibi çok aktif bir hayat yaşamış biri için biraz durgun… 70 yaşımı aştım ama kendimi 120 yıl yaşamış gibi farzediyorum. Duble bir hayat; yani delicesine bir hız ve yoğunluk… İçinde bulunduğum bilinen 3 ihtilâl ve darbe teşebbüsü, bilinmeyenlerle birlikte 6 badire; mesleğinden koparılma, işsizlik, takibatlar, soruşturmalar, mahkemeler, tekrar yeni tahsil ve ikinci hayatı kurma, siyaset, 18 defa iş değiştirme ve nihayet önemli bürokratik görevler… Tabii bütün bunları üstüste koyarsanız delicesine aktif bir adam çıkıyor. Şimdiki hayatım ise daha âsûde… Galiba biraz da yorulmuşum… 45 yıl hizmet az değil tabii…

Çetinoğlu: Türk dünyasına kara sevda ile tutkunsunuz. Bu sebeple Türk dünyasının meselelerine Kerkük kapısından girelim:

Irak Türkleri acı dolu yıllar yaşadı. Kerkük’te, Telafer’de, Tuzhurmatı’da binlerce kişi öldü. Ay Gazete’de ve Kardaşlık Dergisi’nde, ‘Yine Kuzey Irak‘ başlıklı yazınızda; ‘Bıçağı gırtlağında duyanların can pazarındayız.’ diyerek feryat etmiştiniz. Bu feryatlar devam edecek mi?

Okan– Feryadımız maalesef devam edecek gibi görünüyor. Irak Türkleri Lozan’dan beri bahtsız bir zeminde çırpınıyor. Bugüne kadar hiç gülmediler, yüzlerinin biraz tebessüm edebildiği seneler ise çok az oldu. Bazı kültürel haklarının tanındığı dönem çok kısa sürdü. Hep sürgün, hapis, mülklerinin ellerinden alınması ve katliam kaderleri oldu. Özellikle Amerika’nın İngilizlerin yönlendirmesiyle Irak üzerinde emeller beslemesi ve Ortadoğu haritasını yeniden çizme hevesleri, iki körfez harbi ve son işgâl tuz biber ekti… Amerika müttefiki (!) Türkiye’yi bu dönemde iki defa kandırdı. Kuzey Irak’ta eliyle bir Kürt devletçiği kurdu. “Irak’ın toprak bütünlüğü korunacaktır” diye diye (henüz resmen tanınmasa da) orada bütün organlarıyla bir Kürt devleti kurduruldu. Saddam’ı ilk harekâtta düşürmedi, sonra ikinci harekâtta düşürdü; aradaki süreci bu iş için emrivâki şeklinde kullandı. Türkiye’nin sürecin başlangıcında yeterince caydırıcı ve kararlı bir politika izleyememesi, tepkilerine müeyyide koyamayışı veya tutumuna Amerika’nın kulak asmayışı, askerî tabirle “yığınakta hata” idi. Bu hata zehirli meyvalarını sonra kademe kademe gösterdi ve bugünlere gelindi. Saddam zulmüne karşı kuzeyde emniyet şeridi oluşturulması tam bir Kürt haritasına dönüştü (Bu konuları makalelerimde daha önce uzun uzadıya ele aldığım için burada uzatmayacağım). Başlattığımız Ankara Süreci denilen toplantıları durumu biraz düzeltecek gibi görünüyordu; Amerika farkına vardı; hem Türkiye’yi, hem de Türkmenleri devre dışı bırakıp Kürt âşiret şeflerini barıştırmak üzere Washington sürecini başlattı. Bu arada yetkililerimiz “Vazgeçemiyeceğimiz kırmızı çizgili haklarımızdan tâviz vermeyiz” dediler ama Amerika’nın bu altı kırmızı çizgili taleplerimizi fazla ciddiye almadığı görüldü. Bugünkü durum kötüdür. Kuzey Irak ve Kerkük asayişi ve yönetimi Kürtlere ve peşmergelere emanet… Türk bölgelerine ve özellikle Kerkük’e yoğun bir Kürt iskânı devam ediyor ve referandum hazırlıkları yapılıyor.

Amerika, Irak’ın Kürt, Şiî ve Sünnî Arap bölgeleri olarak üçe bölünmesine seyirci… Belki de bunu baştan beri böyle plânladılar. Doğan ve gelişecek olan kaostan şikâyetçi görünmüyorlar.

Netice, sadece Türkmenlerin değil Türkiye’nin millî birliğinin de aleyhindedir. Bu yüzden bıçak gırtlağımızdadır. Musul ve Kerkük Türkiye’nin tabii uzantısıdır, hinterlandıdır. Ayrıca devlet bütünlüğümüzün kilidi olduğu için de şuurlu bir şekilde Misak-ı Millî’ye dahil edilmiştir. Ne var ki, bu topraklar Lozan ve sonrası çeşitli siyasî entrikalarla ve düzmece referandumlarla bizden koparıldı. Şu anda yapılabilecek hamlelerin tohumunu çok önce kaybetmişiz. Ama her şeye rağmen mücadeleye devam etmek gerekiyor.

Çetinoğlu: Gidişatı değiştirmek mümkün olabilir mi? Bunu kimler yapabilir?

Okan- Gidişatı değiştirmek zor ama imkânsız değildir. Komutanlarımızın, konuyla ilgili servislerimizin ve diğer devlet organlarının ısrarlı bir yönlendirmesiyle Hükümet ciddî ve inandırıcı bir diplomatik atakla; evvelâ Amerika ve müttefiklerine, sonra şimdiki Irak hükümetine ve nihayet son senelerde küstahlaşan Kürt âşiret reislerine; “Bu konu bizim can damarımızdır. Taleplerimize uymayanlar sadece Türkmenlere değil Türkiye’ye de düşmanlık etmiş olurlar. Düşmana nasıl davranılacağı bellidir. Üstümüze fazla varırsanız bütün gücümüzü kullanır, yapılması gerekeni yaparız. Bölgede etnik ve mezhep esaslı çatışmalar kaçınılmaz gibi görünüyor. Böyle bir durumda kimse bizden seyirci kalmamızı isteyemez” denilmelidir. Çıkış yolu budur…

Çetinoğlu: Irak’ta Türkmenler ile Araplar bir cephede toplanamazlar mı? Hiç değilse birbirlerine destek olamazlar mı? Güçler birleşirse, Irak siyasetinde nasıl bir aritmetik tablo ortaya çıkar?

Okan- Irak’ta Türkmenlerle Araplar elbette bir cephede toplanabilir ancak Irak’ın geleceği cephelerin artmasına değil azalmasına bağlıdır. Aslında Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasını Türkiye de, İran da, Suriye de, Irak devleti de ve hatta diğer Arap devletleri de istemez. Kürt devletini sadece Amerika, İsrail ve Kürtler ister. Bu konuda ağırlığını koyanların çoğu Ortadoğulu bile değildir ama harita çizerler. Bunların karşısında çok geniş bir cephe oluşturulması mümkündür ve bu yapılmalı; İran, Suriye, Irak ve diğer Arap devletleri bir konferansta bir araya getirilerek Türkiye’nin önderliğinde ittifaklar oluşturulmalıdır. Türkmenlerin bir kısmı Şiîdir ama bu şimdiye kadar bizim Türkmen bütünlüğümüzü zedelememiştir; bundan sonra da zedelemez… Bâzı Şiî gruplarıyla da ittifak yapılabilir. Müttefiklerimizi artıracak bir politika üretmeliyiz. Irak’ta bütün etnik gruplara ve mezheplere eşit haklar tanıyan bir anayasal düzene ve kardeşçe yanyana yaşamaya uygun bir yapılanmaya ihtiyaç var. Türkmenler, başkalarına tanınacak haklardan fazlasını istemiyorlar. Nüfus nisbetlerini esas alan bir temsil, kültürel ve iktisadî haklar ve korkusuz yaşama… Bunlara çağımızda “çok” diyen çıkabilir mi?

Çetinoğlu: Türkiye; ne zaman Musul, Kerkük meselesi ile ilgilenmeye kalkışsa, bir takım gaileler çıkartıldı. 1925’te Şeyh Sait İsyanı, 1930’da Dersim Ayaklanması gibi…  Nasıl yorumluyorsunuz?

Okan– Sadece Kerkük meselesinde değil, ne zaman Türkiye bir atağa kalkacak fırsatları yakalasa, başımıza bir takım gâileler çıkarılır. Bu yüzlerce defa sahneye konulmuş bir “Kanlı Kavak” oyunudur. Türk dünyası 5 yeni Cumhuriyetle zuhur ettikten; Orta Asya, Kafkaslar, Bakanlar ve Ortadoğu üzerinde daha müessir bir cihanşümûl politikaya geçmemiz mümkün hâle geldikten sonra (yâni en avantajlı olduğumuz dönemde bile) açmaza düşürülmemiz için çalışıyorlar. Neredeyse “evdeki bulgurun” derdine düşeceğiz… Ya iktisadî sıkıntılar ve dış borçlar, ya Avrupa Birliği, ya Kıbrıs, ya Kuzey Irak, ya Ermeni meselesi, ya Kürt meselesi tezgâhın üzerine hemen çıkartılıyor. Bu oyunlara alıştık. Güçlü ve kararlı devlet bunları aşmayı bilmelidir. Zaten güçlü değilsen seni Anadolu’da bile yaşatmazlar. Türkiye artık büyük devletler safında yer alacaksa, özellikle Türk dünyasının zuhurundan sonra, uzun vâdeli, ufuklu bir cihanşümûl politikaya atılmalıdır. Bunda geç kaldık; hâlâ daha gecikmeye devam ediyoruz.

Çetinoğlu: Günümüzde Irak Devleti şeklen ve kâğıt üzerinde var. Yakın bir gelecekte Irak Devleti, resmen parçalanacak. Bu durumda, Musul’un Türkiye’ye verilmesini istemek hakkımız doğuyor. Bu hakkı kullanmak için teşebbüse geçmek bir tarafa, hakkımızın varlığından bile söz edilmiyor. Netice itibariyle milletlerarası müzakereler, çekişmeli pazarlıkların yapıldığı zeminlerdir. Bu müzakerelere Türkiye böyle bir tezle katılmalı değil midir?

Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Okan– Söyledikleriniz de dâhil pekçok yeni diplomatik atak mümkündür; hiç değilse denenmelidir. Irak’ın yeni haritası çizilirken, eski yeni bütün haklarımız ve taleplerimizle masaya dâhil olmalıyız. Bizim de fikrimiz sorulmalıdır. Sormuyorlarsa sordurmalıyız. Kullanılacak o kadar çok argümanımız var ki, bunları niçin kullanmayalım? Türkiye’yi bile tehdit edecek plânlar yapılırken biz bekle gör politikası izleyemeyiz.

Çetinoğlu: Irak Türkmeni Gençlere 17 adet açık mektup yazıp kitaplaştırdınız. Mektuplarınız okundu, mucibince amel olundu mu?

Okan– Mektuplarım okundu ve kısmen de mûcibince amel olundu. Her istediğimiz hemen olmuyor; zaman lâzım, zemin lâzım…. Ama başımıza gelenlerden yeterince ders aldığımız kesin… Aziz şehitlerimiz Ata Hayrullah, Nejdet Koçak, Abdullah Abdurrahman ve nicelerinin torunları Türkmen gençlerine güveniyorum. Geleceğimiz onlara emanet… Biraz imkân bulduklarında neler yapabileceklerini biliyorum. İnşallah toplumları için güzel bir gelecek hazırlayacaklar. Irak’ın en tahsilli, en kültürlü, en şuurlu gençleri Türkmenlerdir. Ümidimiz onlardadır…

Çetinoğlu: Kerkük kapısından Türk Dünyası’na açılalım. Türk Dünyası isimli kitabı yazıp, Türk Dünyası’nın Aksakal’ı Galip Ağabey’imize ithaf ederek yayınladınız. Aziz ve Muhterem Galip Ağabey’imizi, bu konuşma vesilesiyle bir defa daha ve rahmetle anıyoruz. Hepimizin üzerinde emeği, dolayıysa hakkı vardır. O’nun hakkını helâl ettirilebilmesi için çalışmak mecburiyetimiz vardır. Asıl konuya geçmeden önce bu husustaki duygu ve düşüncelerinizi açmak ister misiniz?

Okan– Galip Erdem ağabeyimizi rahmet ve minnetle anmamak ne mümkün? Pekçok mektubum onunla başlar, onunla biter… Bizde ve sonraki nesillerde emeği çok… Türk Cumhuriyetleri daha istiklâline kavuşmamışken, ilk Türk dünyası ziyaretimi Sayın Namık Kemal Zeybek ve Galip Ağabeyle birlikte yapmak en güzel hâtıramdır. Türk dünyası kapısına gelince; o kadar çok söylenecek şey var ki; kitap hacmi değil, ansiklopedi hacmi bile yetmez. Bu mülâkâta sığdıramam. Onun için gençlere “Türk Dünyası 1996” isimli kitabımı tavsiye ederim.

Çetinoğlu: Türkiye sevdalılarının, birlik-bütünlük ve güçlü devlet hasretini çekenlerin gözlerine bıçak gibi saplanan, beyinlerine iri bir mıh gibi çakılan olaylar yaşanıyor. Bir kısım insanların bunları görmezlikten gelişinin sebebi ne olabilir?

Okan- Tesbitinize tamamen katılıyorum. Öyle bir değişme ve gelişme sürecinden geçiyoruz ki, âdeta ustura sırtında seyrediyoruz. Bir kısım insanların bunları görmezden gelişi, bence daha çok bu konularda eksik eğitim görmüş olmalarına dayanır. Tabii gaflet ve hattâ bâzen ihanet içinde olanlar da var ama istisna… Yalnız, sıradan insanlar için geçerli olabilen eksik eğitim siyasîler ve özellikle yöneticiler için bahane olamaz. Noksanın var idiyse yönetime tâlip olmayaydın… Olan biteni beyninde ve yüreğinde tam duyabilenler sadece Türk milliyetçileridir. Piyasa eğitimine ve bir kısım medyaya yön verenlerin önemli bir bölümü entel görüntülü yarı aydınlar ve kozmopolitler oldu. Toplumumuza millî tepkilerini ve reflekslerini kaybettirmek için en büyük gayreti asıl düşmanlarımızla birlikte ama onlardan daha çok kozmopolit zümreler gösterdi. Türk dünyası ile meşgûl olmayı “Turancılık ve ırkçılık” yaftası ile yıllarca karikatürize ederlerse sonuç budur… Bizde nedense maymun taklitçiliği ve kozmopolitlik çok revaçta… Yıllarca bütün tahmin ve tesbitlerinde yanılmış olanlar hâlâ el üstünde tutuluyor. Hayatı boyunca hiç hâtalı tahmin ve tesbit yapmamış milliyetçilerin ise fikri bile sorulmuyor. Yarı aydınların gerçek münevverlere galebesini sağlayan bir kısım medyadır. Gerçek münevverler öne çıkmadıkça ve piyasa yarı aydınlara mahkûm kaldıkça bu şuursuzluk ve idraksizlik devam edecektir.

Çetinoğlu: 1996 yılında; ‘Türk dünyası, dünyaya bakışımızı ve hayatı yorumlayışımızı kökünden değiştirecek büyüklükte bir ufuktur.’ diyordunuz. Bu ufku görebilenler ve kavrayabilenler, keyfiyet ve kemiyet itibariyle size ümit veriyor mu?

Okan- Bu ufku kavrayabilenler adet olarak çok ama yeterince müessir değiller. Zâten müessir oldukları dönemlerde büyük işler yapıldı. Türkiye halkı Türk dünyası gerçeğini artık öğrendi ve sevdi. Türk dünyası gerçeği tanrının bir lûtfu olarak en az zayiat ve en az emekle (dünyadaki konjonktürel gelişmenin sonucunda) kucağımıza düştü. Meselenin topluma mâloluşu kazancımızdır. Lâkin ufuk o derece büyük ki, dar kafalılar, kısır yürekliler ve bir kısım siyasî için iki numara büyük geliyor. Taşıyamıyorlar, korkuyorlar… Eski statik ve ürkek politikalardan ve yüzünü sadece Batıya çevirmiş bir kısım entellerden o derece etkilenmiş bir toplumumuz var ki, bu hantal gövdeyi kımıldatmak için ateşe daha çok odun atmak gerekiyor. Heyecanlarını, hayâllerini, ideallerini aşındırmış ve küllendirmiş bir kısım zevatın büyük bir ülküye intibakı zor oluyor. Ama ümitsiz değilim… Zâten ümidimi kaybetsem bunları niye yazayım ki?…

Çetinoğlu: Türk dünyasında Türk rönesansını gerçekleştirenler, Ahmed-i Yesevî Hazretlerinin ilim ve iman meş’alesi ile Anadolu’yu aydınlattılar. Anadolu coğrafyasını vatan hâline getirdiler. Bu eşsiz vatanda yaşamakta oluşumuzu Sultan Alparslan’a, Çağrı ve Tuğrul Beğlere, Melikşah’a, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a ve savaş alanının diğer alp yiğitlerine, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Hezretleri, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi alperenlere borçluyuz. Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu borçlarımızı ödeyebildik mi?

 

Okan– Bu borcun ödenmesi bitmez. Çünkü anayurdumuza, atayurdumuza, tarihimize ve atalarımıza olan borcumuz ebediyen sürecektir. Belki Osmanlının en güçlü olduğu döneme rastlasaydı daha çok borç ödeyebilirdik. Türk dünyasının zuhuru Türkiye’nin iktisadî bâzı sıkıntılarının olduğu döneme denk gelince; gerçi lokmamızı bölüştük ama tam istediğimiz gibi olmadı. Resmî görevim dolayısıyla bütün kayıtlar klasörler dolusu bende, iyi biliyorum; Türkiye’nin yaptıkları kat’iyen küçümsenemez. Türkiye bütün imkânlarını zorlayarak siyasî, iktisadî, askerî, mâlî, sosyal, kültürel ve eğitime dönük hizmetleri sergilemeye çalışmıştır. Üstelik istiklâline yeni kavuşan kardeşlerimizin çok kısa zamanda tamamlamaları gereken çok önemli inkılâplara ihtiyacı vardı. Onun için yapılanlar bizi tam tatmin etmedi. Birbirimizden ayrı geçen çok uzun dönemin biriktirdiği ihtiyaçlar ve hasret o derece çoktu ki, ne yapsak tatmin olamazdık. Nitekim çok iş yapıldı ama gönül dolusu ferahlayamadık. (Neler yapıldı, neler yarım kaldı, bunların sadece bahis başlıkları bile bu sahifelere sığmayacağı için yine kitabıma atıfta bulunacağım). Son yıllardaki durgun dönem olmasaydı daha çok mesafe kat’edebilirdik ama olmadı. Asıl soru son senelerdeki durgunlukta düğümleniyor. Türkiye niçin fren yaptı? Bir bilebilsem size de anlatacağım…

Çetinoğlu: Türk dünyası ile ilişkilerimizde; dikkatsizliklerimiz, bilgisizliklerimiz, şuursuzluklarımız kadar ihanetler de yaşandı mı?

Okan– Türklerin ihanetine rastlamadım ama çağın modasına uyarak kendisine bir “etnik takıntı” bulanların olmuştur. Fark etmez, marjinal seviyededir ve esasa müessir değildir. Asıl ihmâller, bilgisizliğe dayalı “hazırlıksız yakalanmak”, dikkatsizlikler, sevgisizlikler, şuursuzluklar ve gafletler oldu. Bütün bunlara rağmen şuurlu bâzı siyasîlerin, bürokratların, müşavirlerin ve özellikle gönüllü kuruluşların ve nihayet devlet ricalinin güvenini kazanan bir avuç kadronun olağanüstü gayretiyle önemli işler başarıldı. Türk dünyası işi akıl kadar gönül ve sevgi de ister. Bu dünyayı sevenler, bilenler ve üzerine titreyenler ise milliyetçilerdir. Diğerleri kaybedilen koyunu türkü söyleye söyleye arıyorlar… Ve tabii eksik kalıyor…

Çetinoğlu: İslam ülkeleri coğrafyasında bir dağınıklık var. Birleşmeleri mümkün görülmüyor. Önder konumuna en yakın ülkeye destek verilmese bile, hiç değilse köstek olmamak gibi uyumlu-akıllı tercihler kullanılması arzu edilir. Arzular gerçekleştirilebilse, bütün İslâm ülkeleri kazançlı çıkar. Böyle bir oluşuma hazırlanmak yerine, İslâm ülkeleri batıya entegre olma çabası içerisinde.

Türkiye’nin Türk dünyası ile ilgili problemlerin çözümünde yeterli ölçüde aktif olamayışının sebebi, entegre olmak arzularının dışa vurumu mudur?

Okan: Gerek bizde ve gerek İslâm ülkelerinde Batıya entegre olma sevdâsı had safhada… Hepimiz çağdaş ilme ve teknolojiye elbet muhtacız. Bu doğru ama çağdaşlaşmanın yolu ille de Batının siyaseten ve iktisaden dümen suyuna girmekten geçmiyor. Sepetin üstüne herkes için câzip çağdaşlaşmayı koyup altından Avrupa Birliği’ni veya Amerika’yı çıkartmak aldatmacıdır. Meselâ; Kanada, Japonya, Asya Kaplanları, Çin, Avustralya, Yeni Zelanda, Kore v.b. pekçok ülke bu entegrasyonun dışında çağdaşlaştılar. Bizde ikisini özdeşleştirmek kolaycılıktır ve tembel harcıdır. Amerika’ya, IMF’ye, AB’ne tâbi olunca iş bitecek sanıyorlar. Batılı dostlarımız asıl ihtiyacımız olan ilmî altyapımızı güçlendirmek için parmaklarını oynatmazlarken, üst yapımızla ilgili kültürel mekanizmalarla oynuyorlar. Kafaları sadece AB’ne entegrasyona takmak yerine, Türk dünyasını ve Asya’yı da dikkate alan yeni alternatifler aranması gerekiyor. Aslolan kendi dünyamızdır. O yoksa biz de yokuz… Diğerleri sonra gelir.

Çetinoğlu: Bu durumda, bir İslâm dünyasından söz edilebilir mi? Yoksa menfaat ilişkileriyle bile bir araya gelemeyen, getirilmeyen İslâm ülkelerinden mi söz etmeliyiz?

Okan: İslâm dünyasını iki bölümde mütalâa etmek kanaatimce en doğrusudur. Birinci Müslümanlar, Müslüman ahâli ve Müslüman ülkelerin vatandaşlarıdır. Bunlar İslâm Birliğinden bahsederken her hâlde samimidir. Ancak ikinci bölüm, yâni Müslüman ülkelerin çoğu Emir ve Şeyhlerden ve diktatörlerden müteşekkil yöneticileri için aynı şeyi söylemeyeceğim. Bu şeflerin hemen tamamına yakını Amerika ile kolkoladır. Sermayeleri içiçedir. Siyasetlerine Amerika yön verir. Irak ve Suriye’de hüküm sürmüş Baas Partisi’nin kurucusu Hıristiyan Mişel Eflâk idi. Parti yöneticilerinden bir kısmı Mason’du. İsviçre bankalarında gizli hesapları vardı. Baas Partisi programı Arap milliyetçiliği, İslâm ve sosyalizm karışımı bir hilkat garibesi idi. Ahali sokaklarda Yahudileri tel’in ededursun, yöneticiler Siyonistlerle kolkola olan Masonlardan oluşu dikkat çekicidir. Amerika’nın İslâm dünyasında ve özellikle Ortadoğu’daki eylemlerine kaçı karşı çıktı? Arap şeyhlerinin biriken paraları Avrupa’nın ve Amerika’nın hangi bankalarında yatıyor? Bu bankalarda Yahudi sermayesi ne derecede? Bu sualleri sokaktaki Araplar hiç araştırmaz. Yumrukları havada göz yaşları içinde liderlerini yüceltmeye çalışırlar. Samimi bir İslâm Birliği ideali güdüldüğüne şahsen inanmıyorum.

Çetinoğlu: Türkiye sizce bir İslâm ülkesi mi? Aksini söyleyenler var. Onlar sizce hangi düşünceyi temsil ediyor olabilirler?

Okan- Türkiye elbette bir İslâm ülkesi… Bunun aksini söyleyenlerin bir kısmı bizim Müslümanlığımızı beğenmeyen, yeterli bulmayan bâzı Arap ülkeleri ve Acemlerdir. Oysa en aydınlık, en samimi, en temiz, en sâde İslâmiyeti yaşayanlar Türkler olmuştur. Bizi beğenmeyenler kendilerine baksınlar!.. Aksini söyleyenlerin diğer bir kısmı da, Müslüman oluşumuzdan rahatsız olanlardır. Bunları tasnif ve tavsif etmeyeceğim. Herkes hissesine düşeni alsın!.. Türklerin ve Türkiye’nin Müslüman oluşu farklı bir husustur, rejimimizin lâik oluşu farklı… İkisini birbirine karıştıranların kafası karışık demektir. Türkiye İslâmî bir rejimle yönetilmediği sürece lâiktir ama Müslümandır.

Çetinoğlu: Yunanistan, batının şımarık çocuğu. Günümüzde ise batının taşaronu. Bu sebeple Batı Trakya Türklüğünün trajik durumunun iyileştirilmesi konusundaki temennilerimiz, ümitsiz bir bekleyiş hasretinden öteye geçemiyor. Fakaaaatt… Filistin, Keşmir, Karabağ, Doğu Türkistan ve Kerkük’te ve hatta Kırım’da yaşayan Müslümanlar ve Müslüman Türkler için İslâm dünyası… pardon… İslâm ülkeleri neden sessiz kalıyorlar? Bu soruya İslâm ülkeleri yöneticilerini rencide etmeden nasıl bir cevap verilebilir?

Okan- Yunanlılar bu şımarık çocukluktan ömür boyu yararlandılar. Savaş alanlarında bizi hiç yenemediler ama barış masalarından ağabeyleri sayesinde hep kazançlı ayrıldılar. Batı Trakya Türklüğünün veya Kıbrıs Türklerinin yıllarca hakları gasbedilirken Batının hiç sesi çıkmadı. İslâm ülkelerinin de sesi çıkmadı. Hadi, Batının neden sessiz kaldığını biliyoruz; peki, Müslümanlara ne oluyor? İşte bunun cevabı karışık… Kıbrıs meselesi dâhil Yunanistan’la aramızdaki bütün meselelerde (Pakistan hariç) bizim yanımızda hiç yer almadılar. Neden? Bir kere Müslüman dayanışması zayıf… İkincisi Arap ülkeleri bizi hiç sevmiyor… Bunun tarihî kökleri ise İngilizler tarafından dizayn edilmiş de ondan… Politik çalışmalar elbette yaparız ama kimseye bizi sevmeleri ve desteklemeleri için yalvaracak değiliz. İslâm şuuru doğru olarak yerleşirse ve kazığın ucu kendilerine de batarsa akılları başlarına birgün gelir… Dünya siyaset zemininde Müslüman ülkelerin haklarını savunmak (eskiden olduğu gibi) yine biz Türklere düşüyor; onlar bizi savunmasa da…

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim. Bu röportajın, Türkiye ve Türk dünyası için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

 

 

ACAR OKAN:

1941 Bozüyük doğumlu… Baba tarafından Kerkük Türkmenlerinden, ana tarafından Karacabey Türkmenlerinden…

İlk ve orta tahsilini Bozüyük’te tamamladıktan sonra Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nde okudu. Buradan 1958’de mezun olarak Kara Harp Okuluna gitti. Harbiye’yi 1960 yılında piyade subayı olarak bitirdi. 1961 yılında da Piyade Okulunu tamamlayarak, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na Teğmen olarak tâyin edildi. Burada görevdeyken 1962 yılı 22 Şubat olayları vesilesiyle re’sen emekli edildi. Emeklilikten sonra bir taraftan memuriyet, matbaacılık, kitapçılık ve gazetecilik yaparken Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Bir süre serbest avukatlık yaptıktan sonra Başbakanlık Müşaviri olarak tekrar devlet memuriyetine döndü. Uzun yıllar Başmüfettiş olarak görev yaptı ve nihayet Teftiş Kuruluş Başkanı oldu (1988). Bir yıl bu görevde kaldıktan sonra Kültür Bakanlığını Müsteşarlığına tayin edildi. 1989-1992 yılları arasında bu görevde kaldı. Sonra Türk Dünyası ile ilişkilerden sorumlu Başbakan Başmüşaviri olarak uzun yıllar hizmet etti. Nihayet 45 yıllık toplam hizmetten sonra 2003 yıllında Emekli Müsteşar sıfatıyla emekli oldu.

Çeşitli konularda inceleme ve araştırmalar yaptı. Orkun, Türk Yurdu, Ocak, Devlet, Töre, Sözcü ve Kardaşlık dergileri ile Ayyıldız gazetesi ve Aygazete’de makaleleri neşredildi. Yurt sathında pekçok konferans verdi. Ayrıca Yesevî Üniversitesi’nde ders ve konferanslar verdi.

Yazılarının bir kısmı ayrıca kitap hâline getirilmiştir: “Irak Türkmeni Gençlere Mektuplar” Arapça ve Türkçe iki kitap olarak neşredildi. Türk Ocakları Yıllığı 1996’daki “Türk Dünyası” isimli uzun makalesi de kitaplaştırıldı. “Yesevî Torunlarına Mektuplar” (125 mektup) da kitap olarak neşredilmek üzeredir.

Evli ve iki çocukludur. Eşi emekli felsefe öğretmeni Nurdan hanım ve çocukları da Ertuğrul ve Mustafa Emre’dir.

 

 

 

Önceki İçerikBaşiskele’de Millî Mücadele – 3
Sonraki İçerikMevlânâ’nın Mesnevîsi (16)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.