Kur’an’ın, münafık / inanmadığı hâlde inanmış görünen, ikiyüzlü şahısları tâyin etmeyerek / belirlemeyerek, genel bir sıfatla, onlara işaret etmesi; Hz. Muhammed’in siyasetine daha uygundur. Çünkü münafık şahısların tâyini ile kabâhatleri yüzlerine vurulsa idi; mü’minler / inananlar, nefsin desise ve hilesiyle vesveseye düşeceklerdi. Hâlbuki vesvese korkuya, korku riyakârlığa / gösterişe, riya nifaka / bozgunculuğa; insanı ikiyüzlülüğe sevkeder.
Eğer Kur’an münafıkları tâyin ile itham edip kötülese idi; Müslümanlar “Resûl-ü Ekrem kararsızdır! Kendine bağlı olanlara emniyet ve güveni yoktur!” şüphesine düşeceklerdi! Oysa bazen kötülük; ifşa edilmediği / şâyi olup duyurulmadığı takdirde, yavaş yavaş ondan vazgeçme ihtimali vardır. Fakat teşhîr edildiği / dile getirildiği takdirde; kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrîk eder / harekete geçirir. Daha çok fenalık ve kötülük yapmasına sebep olur.
En Yüksek Hakîkat
Dünyada en yüksek hakîkat, ana babaların çocuklarına karşı olan şefkatleridir. En yüce hukuk da, onların o şefkatlerine karşılık onlara hürmet etmek onların haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını büyük bir lezzetle evlâtlarının hayatı için feda ediyor, onlar için sarf ediyorlar. Öyle ise insanlıktan çıkmamış ve canavara dönüşmemiş her bir çocuğun farz olan bir görevi de, o muhterem, sâdık, fedakâr dostlara hâlisane ve içten hürmet, samîmî bir şekilde hizmet ve rızalarını kazanmak ve kalplerini hoşnut etmektir.
Amca ile hala; peder / baba hükmünde. Teyze ile dayı; ana hükmündedirler.
Öyleyse ey insan! Aklını başına al! Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın! “Ceza amelin / fiil ve yapılanın cinsindendir.” sırrıyla, sen ana-babana hürmet etmezsen, senin evlâdın da sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana önemli bir defîne; onlara hizmet et, rızalarını al. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun ve hoşnut et ki, onların yüzünden hayatın rahatlık içinde geçsin. Rızkın da bereketli olsun. Yoksa onların varlıklarından rahatsız olmak ve ölümlerini temennî etmek / dilemek ve onların nazik ve çabuk üzülen ve kırılan kalplerini rencîde edip incitmekle “Dünyayı da, âhireti de kaybetmiştir.” âyetine hedef olursun!
Misilsiz Güzellik
Ebedî, sermedî / daimî, misli olmayan / benzersiz bir cemâl / güzellik; elbette ayna gibi onun isimlerini görecek ve kendinde gösterecek hayranlarının; ebediyet ve bekâsını ister. Hem kusursuz ebedî mükemmel bir san’at; mütefekkir / düşünen ilân edicisinin devamını ister. Hem nihayetsiz / sonsuz bir merhamet ve ikram edicilik; muhtaç teşekkür edicilerinin devamlı nimetlendirilmelerini gerektirir.
İşte o âynalık eden; müştak / özleyici, o dellâl / ilân edici mütefekkir / düşünen, o muhtaç müteşekkir / şükredici; en başta insan rûhudur. Öyle ise sonsuzluk yolunda; o cemâl, o kemâl ve o rahmete eşlik edecek, bâki kalacaktır. Değil insan rûhu, hattâ en basit varlık tabakaları dahi yok olmak için yaratılmamışlar. Bir çeşit bekâya kavuşacaklar. Hattâ rûhsuz, önemsiz bir çiçeğin; görünen vücûdu yok olsa bile, bin cihetle bir çeşit bekâya mazhar olup varlığı devam eder.
İnsan rûhunun; ne derece kesin bir şekilde bekâya mazhar ve ebediyetle bağlanmış ve sonsuzlukla ilgili olduğunu anlamazsan; nasıl “Şuur ve bilinç sâhibi bir insanım.” diyebilirsin?
İhlâs
Kurtuluş vesîlesi yalnız ihlâsta / Allah’ın rızasını esas yapmaktadır. İhlâsı kazanmak çok önemlidir. Çünkü bir zerre ihlâslı amel; batmanlarla hâlis olmayan amele tercih edilir. İhlâsı kazandıran sebep; sırf Allah’ın emri olduğu için yapmak. Neticesinin ise, Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu bilmek ve Allah’ın işine karışmamaktır.