Oğuz Çetinoğlu: ‘Sosyoloji’ olarak bilinen toplum biliminin ilgi alanı hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Doç. Dr. Süleyman Doğan: Efendim öncelikle bu söyleşi fırsatını verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Sosyoloji (latince socio+logos); ‘Toplum Bilimi‘ veya ‘sosyal olayların bilimi‘ veyahut ‘sosyal teşkilatlanma ve sosyal değişimler bilimi‘ olarak da bilinmektedir. Sosyoloji, sosyal hayatımızda var olan sosyal gerçekleri (sosyal olaylar ve olguları), insanların meydana getirdiği grupları, grupların davranışlarını ve sosyal kurumları, olduğu gibi inceleyen pozitif bir sosyal bilim dalıdır. Bir başka ifadeyle, sosyoloji, bir takım varsayımlardan çok; var olan gerçekleri ortaya koymaya çalışan, sosyal gerçeğe eğilen bir ilimdir.
Toplumla ilgili fikir ve düşünceler insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak toplumu ve toplumla ilgili olayları ilmî olarak araştırıp, incelemeyi oldukça yeni bir gelişme olarak değerlendirebiliriz. Bu bağlamda sosyoloji iki yüzyıllık bir geçmişe sahip bir ilim dalıdır. Sosyoloji 19. yüzyılda, özellikle Batı Avrupa toplumlarında meydana gelen önemli siyasî, sosyal, ekonomik ve entelektüel gelişme ve değişmelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Batı Avrupa toplumlarında meydana gelen büyük değişimler modern toplum denilen bir toplum biçimini ortaya çıkarmıştır. Modern toplum, eski topluma ait birbirinden kopuk toplulukların bütünleşmesini, gelenek ve dinden kopmayı, bireyleşmeyi, rasyonelleşmeyi, kentleşmeyi, eşitsizliği kapsayan bir dizi süreçle ortaya çıkmıştır. İbni Haldun (1332-1406). Prof. Dr. W. Barthold’a göre İbni Haldun, tarih felsefesinin en mümtaz simalarından birisi olduğu kadar, toplumbiliminin ilk büyük kurucusudur. Toplumla ilgili kanunları, tarihî hadiselerden çıkaran İbni Haldun, cihan tarihinde, büyük devlet ve medeniyetlerin kuruluşunda göçebe unsura yer verdiği, bunların medenî halk içerisinde yaşayıp milliyetlerini kaybettikleri hakkındaki fikirleri bugün bile geçerlidir. Ayrıca, 1332-1406 yılları arasında yaşamış ünlü İslam tarihçisi ve düşünürüdür. Temel eseri Mukaddime olan İbni Haldun, bir tarihçi olarak, deneyime, gözleme dayanan, konusu kültür varlıkları ve sosyal hayat olan, toplumun geçimini, kültür safhalarını, içyapısını, geçirdiği değişim ve dönemleri inceleyen ilim olarak tanımladığı tarih ilminde, önemli bir kilometre taşı oluşturur.
Sosyoloji kelimesi ilk olarak Fransız bilim adamı August Comte (1798-1857) tarafından kullanılmış. Daha sonra Comte’u takip eden Fransız sosyologu E. Durkheim, sosyolojinin konusu, yöntemi ve akademik hayatta yer alması konusunda önemli çalışmalar yaparak sosyolojinin gerçek olarak kurulmasını sağlamıştır. Daha sonraki gelişmeler sosyolojinin bütün dünyada giderek daha çok yayılmasına sebep olmuştur Sosyolojiye önemli katkı sağlayan başlıca düşünürler E. Durkheim, Karl Marks, M. Weber, V. Pareto, G. Simmel, W. Mills ve T. Parsons’dur. Türkiye’de sosyolojinin kurucusu ise Ziya Gökalp’dir.
Çetinoğlu: Ülkemizde seçilmiş ve tâyin edilmiş yöneticiler, toplum bilimi uzmanlarından yeterli ölçüde yararlanıyorlar mı?
Doğan: Türkiye’de sosyolojiden hala yeterli derecede yararlanıldığı söylenemez. Sosyoloji kültürünün Türkiye’de kâmil manada anlaşıldığı ve o nispette toplumun yararına istifade edildiğini söylemek zordur. Ancak son zamanlarda bu alanda ciddi araştırmalar da yapılmamış değildir.
Sosyoloji, fertten ziyade toplumun aynasıdır. İnsanın, sosyal diye vasıflandırabileceğimiz bütün davranışları, sosyolojinin ilgi alanına girmektedir. Her ne kadar insan ruhuna pek yakın olan ilgi alanlarını, değerleri ve duyguları ihtiva eden meseleleri ele alıyorsa da sosyoloji, bir şeyin iyiliği veya kötülüğü, uygunluğu veya uygunsuzluğu gibi hususlarda yargıda bulunmaktan uzak durmaya, yani tarafsız kalmaya gayret etmektedir. Sosyoloji, insanların birbirleriyle kurdukları sosyal ilişkileri, sosyal gruplar, kurumlar ve kuruluşlar arasındaki ilişkileri, toplu eylem, toplu direniş gibi topluluk ve fert davranışlarını, değişik düzeylerde bütün sosyal etkileşim biçimlerini, sosyal yapı özelliklerini ve bu yapıda ortaya çıkabilecek değişme eğilimlerini belirli bir yöntem dâhilinde inceleyen, sosyal gerçekleri ve süreçleri sistematik ve ilmî olarak mercek altına alan bir ilim dalıdır.
Batılılar bugüne kadar toplum bilimini, eski tabirle cemiyet bilimini, diğer toplumlara sızmada etkin bir şekilde kullanmışlar ve başarılı da olmuşlardır.
Çetinoğlu: İnsanoğlu’nun kendisini, olumsuz yönde etkileyen faktörlerden arındırması mümkün mü, nasıl?
Doğan: Efendim, insan hiç şüphesiz mükemmel yaratılmıştır. Mükemmellik Yaradan’dan ileri gelmektedir. Mükemmel yaratılan insanın ömrü geçicidir. O halde insan yaşadığı bu dünyada mükemmel yapısıyla ve mükemmeli temsil ettiği oranda hayatına yön vermesi gerekir. İnsanın yaratılışında iyilik ve kötülük yapma kabiliyeti iradesine verilmiştir. İmtihanın sırrı da burada saklı olsa gerekir. İnsanın olumsuz yönde etkileyen faktörlerden arınmasının başlıca yolu kendini ve Rabb’ini tanımasından geçer. ‘Kendini bilen Rabbini bilir‘ fehvasınca (1) insan bu dünyada yaşar ancak başka bir âlemin karşılığında yaşadığı şuurunda olursa kanaatimce olumsuz faktörleri bertaraf edebilir. Mümin ve Müslim için bu dünya mutlak mutluluk yeri değildir. Gerçek âlemin küçük bir ayinesidir. Olumsuz yönde etkileyen faktörleri bertaraf etmenin en önemli yollarından biri de hiç şüphesiz terbiyedir yani eğitimdir. Birey küçük yaştan itibaren düzgün ve doğru bir şekilde eğitilirse olumsuz düşünce ve menfi tutum ve davranışları, müspet ve doğru düşünceye sevk edebilir. Bunun için daha ilkokulda çağında çocuklarımıza düşünce eğitimini vermemiz gerekir. Düşünen birey ve aklını kullanan kişiyi olumsuz faktörler daha az tesir eder.
Çetinoğlu: Bizler; ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz müddetçe de iman etmiş sayılmazsınız.’ Tebliğinin muhataplarıyız. Beşerî ilişkilerimize, bu tebliğ merceği ile baktığımızda neler görüyorsunuz?
Doğan: Efendim gerçekten can alıcı soruyu sorudunuz. Bizler fert olarak da toplum olarak da bu soruyu zaman zaman, döne döne sormamız gerekir. İman etmek başlı başına büyük bir lütuf olduğu gibi onu muhafaza etmek te azim, sabır ve fedakârlık ister. Aslında hakikî manada iman eden mümin dünyaya meydan okur. Hakikî manada iman etmenin yolu da müminlerin birbirini sevmesinden geçiyor. Hatta sadece müminlere değil diğer insanlara da, ‘Allah yarattı‘ diyerek şefkat ve hürmet göstermek icap ediyor. İman böyle bir şey. Yunus ve Mevlana misali. Ve bütün bunların ötesinde Peygamber Efendimizin bağışlama ve hoşgörüsünü göstermek. Efendimiz amcasını parçalayan zatı bile affetti. İşte böylesine bir iman. Bu zamanda tebliğ etmek eskisi gibi nasihat etmekten konuşmaktan öte temsil etmenin, örnek olmanın daha etkili bir yol olduğu kanaatindeyim.
Sorduğunuz Hadisi Şerifte Müslümanların bir ve beraber olmasına da vurgu yapılmıştır. O sebeple Müslümanların birlik ve beraberliği de öncelikle imandan ve sevgiden geçer. Bu sevginin kavi olması için de hakikî manada birbirimizi sevmeli ve birbirimizin dertlerini dert edinmeliyiz.
Çetinoğlu: Batılı toplum mühendisleri, Türk insanını ve toplumunu dönüştürecek projeler düzenleyip uygulamaya koyuyorlar. Türk milleti olarak bizim, biz kalarak gelişmemizi sağlayacak projeler hazırlanması, hangi bilim dalı uzmanlarının görev alanındadır? Bu görev, gerektiği şekilde yapılabiliyor mu?
Doğan: Aslında sorunuzun muhatabı sadece ilim adamları değildir. Ancak bunu ilmî seviyede incelersek, sosyal bilimler Türkiye’de yıllardan beri ihmal edilmiş bir alandır. Hatta bazı çevreler tarafından sosyal bilimciler ilim adamı olarak bile görülmez. Ülkelerin ilerlemesi ve gelişmesi teknolojiye bağlı olmakla birlikte onun düşünce boyutu tamamen sosyal bir alandır. Düşünce üretilmeden, düşünce eğitimi ve öğretim yapılmadan nasıl icat yapılır, nasıl teknolojik gelişmeler yapılır? Bunu ciddi manada düşünmek gerekir. Sosyoloji ve pedagoji doğrudan insan ve toplumu inceleyen bilim dalı olarak toplumla ilgili olay ve olguları ciddi bir şekilde inceleyen devletin önde gelen yöneticilerine yol göstermelidirler. Mesela Türkiye’de hala zengin sınıfın sosyolojisi incelenmiş değildir. Zengin sınıfı gibi sanat erbabı, ilim erbabı ve siyaset erbabı da sosyolojik verilerle analiz edilmiş değildir.
Çetinoğlu: Toplum yapımızdaki değişimin sebep ve sonuçları, (var ise) olumsuzlukların giderilmesi konusundaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Doğan: Toplum yapısının değişindeki en önemli göstergelerden birisi ailedir. Aile yapımızın değiştiği bir gerçektir. Toplum yapısındaki değişimi, aileleri tahlil ederek belirleyebiliriz. Bugün toplumda olumsuzluklar varsa ki vardır, bunun giderilmesi için öncelikle aile ve okul yapısına bakmak lazım. Bugünkü soysal hayat içinde ailenin ve okulun rolünden çok medya daha fazla bireyi tesiri altına almaktadır. Değişim ve dönüşüm evlerdeki televizyon, diziler ve internet yoluyla çok daha etkili bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Batının ve onun yerli işbirlikçileri sayesinde cemiyet yapımız bozulmakta ve onun yerine daha sorumsuz ve tembel bir nesil oluşturulmaya çalışılmaktadır. Onun için ebeveynler çocukları ile daha fazla ilgilenmeli ve çocuklarına daha fazla zaman ayırmalıdır. Çocukla kim ilgileniyorsa çocuk onun çocuğu olmaktadır. Geleceğimizi inşa edecek olan çocuklarımızla ne kadar ilgilensek azdır.
Çetinoğlu: Ülkemizde evler büyürken aileler küçülüyor. Bu değişim yeni nesilleri nasıl etkiliyor?
Doğan: Sözünü ettiğiniz büyüme ve küçülme sadece ev ile aile arasında değildir. Mesela iletişim teknolojilerindeki gelişmelere rağmen insanlar birbirleriyle iletişim kuramıyorlar. Bu durum yaman bir çelişkidir. İnsanların zihinlerindeki mukaddesleri alıp her şeyi aynîleştirirsek o zaman birey boşlukta kalmakta ve hatta yalnızlaşmaktadır. Aile dediğimiz şey, teşkilatlı toplumun en küçük yapısı, nüvesi ve çekirdeğidir. Evlerimiz büyüdü, çocuklarımız azaldı. Kazancımız arttı, bereketi azaldı. Yiyeceklerimiz çoğaldı, ağzımızın tadı azaldı. Şehirlerimiz büyüdü medeniyetten yoksun insanlar çoğaldı. Bütün bu durumlar gerek sistem olarak gerekle aile ve okulda bireylerin ciddî eğitilmediğinin birer göstergesidir. Eğitimin her şeyden önce bireye iyi bir şahsiyet, kişilik ve karakter vermesi gerekir. Eğitime özel önem vermemiz, değer ve geleneklerimizi, gelişen ve değişen şartlara göre uyarlayarak nesillerimizi eğitmemiz icap eder. Aksi takdirde nesillerimiz heba olacaktır.
Çetinoğlu: Kültürel değerlerimizi ve tarihî süreç içerisinde oluşan sosyal kodlarımızı yeni nesillere aktarabiliyor muyuz?
Doğan: Maalesef doğru düzgün aktardığımız söylenemez.
Bir kere toplum kültür değerleriyle yaşar. Kültürün insan davranışları için referans oluşturması toplum açısından çok önemlidir Bir toplumda bireyler arası ilişkilerin düzenlenerek toplum hayatının meydana geldiği bilinmektedir. Kültür, sosyal kurumlarla çok sıkı bir ilişki içinde bulunur. Sosyal kurumlarda temel olarak toplum içerisinde bireyler arasındaki sosyal ilişkileri düzenler. Kültür ve kurumlar arasındaki ayrımın daha çok analitik olduğunu kabul edersek; kültürü toplumdaki kişilerin ortaklaşa paylaştıkları toplam kurumların bileşkesi olarak tanımlayabiliriz. Kurum kültürün en geniş parçasını oluşturur. Kültürün en küçük ve indirgenemez temel oluşturucusu, yürürlükteki davranış örüntüsüdür. (2)
Sosyal rol, statü ve etkileşim formları ise sosyal kurumların oluşturucuları olarak değerlendirilir. Kültür bünyesinde bir topluma veya gruba ait temel değer, norm ve davranış kalıplarını içerir. Bir toplumun kültürü onun inançları, ahlakı, sanatı, hukuku, dili, gelenek, görenek örf ve âdetlerden oluşan karmaşık bir bütündür Sosyal kurumlar ise düzenlenmiş, tesis edilmiş veya yapılanmış davranış örüntüleri ve bunlardan oluşan sosyal bütünlerdir.
Kültürel değerleri yok ederseniz onların kodlarıyla oynarsanız âdeta bireylerin genleriyle oynamış olursunuz. O da cemiyet yapısına dinamit koymaya eşdeğer bir davranıştır. Sosyal kodlarımız tarihî süreç içerisinde bazı değişimleri geçirmesi ve sosyal yapıyı ve dokuyu bozmadan dönüşmesi normaldir. Normal olmayan bu yapıyı bozucu bir takım içeriden ve dışarıdan yapılan girişimlerin verdiği tahribat, toplum için büyük bir felaket olur. O sebeple kültürel değerlerimize ve tarihten gelen sosyal kodlarımıza sahip çıkmamız gerekir.
Çetinoğlu: İstatistikler, boşanmaların sayısında artış olduğunu bildiriyor. Boşanmalar, toplum yapısını nasıl etkiliyor?
Doğan: İnsanın sosyal bir varlık oluşu, toplumun hem sebebi ve hem de sonucu olarak ortaya çıkar. İnsanların yapısı ve mahiyeti (temel özelliği) onların bir arada yaşamasını gerektirmiş ve böylece toplum hayatı ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda toplum hayatı da insanları tarihî süreç içerisinde değiştirmiştir. İnsanların; toplum hayatından etkilenirler ve hatta şahsiyetileri, toplum hayatıyla belirlenir.
Ancak burada önemli olan insan mı? Toplum mu? Ayrımı değil, insan ve toplum arasındaki etkileşimdir. İnsan ve toplum bir bütünün iki önemli yüzü ve gerçekliğidir.
Bugün medya ve televizyon kuruluşları nesillerin doğru ve düzgün eğitilmesi ve muhafazası için azami gayret göstermek mecburiyetindedir. Kamu hizmeti yapan kuruluşların kamunun zararına değil yararına iş yapmak mecburiyeti vardır. Televizyon dizilerinde her türlü çarpıklık vardır. Bu dizelerde; ihtiras, hırs, aldatma, ihanet, hıyanet, şiddet, saygısızlık, ahlaksızlık, çarpıklık, yalancılık, tecavüz gibi kötü huylar, iyi gibi gösterilmektedir. Bu çarpıklıkların önüne geçemezsek geleceğimizden emin olamayız. Çünkü çocuk bugün taklit eder yarın tatbik eder. Yani çocuk gördüğünü yapar. Bu diziler ve medyanın yanlış yönlendirmesiyle Türklerin kültürel kodlarıyla oynanmakta ve adeta genlerimiz değiştirilmeye çalışılmaktadır. En önemli kurumumuz olan aile yapımız bozulmaya çalışılmaklardır.
Aile yapısı ve kutsiyeti bozulunca adeta genlerle oynanılması sonucu boşanmalar baş göstermektedir. Bir kere evlilik kurumu en önemli millî ve dinî değerimizdir. Aile bireyleri sevgi, saygı ve sorumluluk üçgenini ihmal etmeleri sonucu boşanmalar artmıştır. Boşanmaların artması demek toplum dengesinin bozulması manasına gelir. Bir başka ifadeyle boşanmalar toplum yapısı için ve geleceğimiz için tam bir felakettir. Günümüzde boşanma medya ve diziler yoluyla teşvik edilmekte ve desteklenmektedir. Boşanmaların önüne geçmenin bir yolu da; ev, okul ve medyada bu müessesenin yüceltilmesidir.
Çetinoğlu: Kişinin millî ve mânevî değerlerinden kopmaksızın modernleşmesi mümkün mü, nasıl?
Doğan: İnsan duygu, düşünce ve davranışlardan oluşan bir bütündür. İnsanı insan yapan sadece düşüncesi değil, aynı zamanda sosyal bir varlık olmasıdır. Toplum içinde yaşamasıdır. Başkalarından etkileniyor olmasıdır. İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarının sosyal yapı içinde bir bütün oluşturması gerekir. Bu bütünlük içinde sosyal toplumda yaşayan insanın bütünlüğünden parçalar farkı şekilde çalışırsa ruhî denge bozulur. Ruhî denge bozulduğunda fizyolojisi de bozulmuş olur. Bir grup hücre bütünden farklı çalışmaya başlarsa şizofreni ortaya çıkar. Aynı durum bireyde olduğu gibi toplum için de geçerlidir. Yani orkestradan bir çalgı aleti yanlış çalarsa o orkestra tamamen bozulmuş olur. Toplumda böyle bir yapı söz konusudur. İnsanın psikolojik yapısı ile fizyolojik yapısı bir orkestra gibi çalışır.
Manevî değerlerden kopmadan kendi tarihî ve kültürel yapısına uygun olarak gelişmesi ve değişmesi mümkündür. Modernleşmeyi biz gelişme ve değişme olarak ele alırsak insanın değerlerine bağlı kalarak mümkündür. Ancak modernleşmeyi dinî ve millî değerleri yok ederek gerçekleştirmekse bu mümkün değildir. O sebeple modernleşme adına millî ve dinî değerlerimizden koptuğumuzda biz biz olmaktan çıkarız. Benim kanaatim pekâlâ değerlerimize sahip çıkarak değişim, gelişim ve dönüşümümüzü değişen dünya şartlara göre ayarlayabiliriz. Bu da modernleşmedir ki bunu yapabiliriz.
Çetinoğlu: Tarihsiz ve geleneksiz, örf ve âdetlerinden kopuk, dolayısıyla ahlak anlayışında çöküntüler bulunan insanların çoğalması ile toplumda ne tür değişikler beklenir?
Doğan: Toplumun ortak temel değerleri vardır. Bunların en önemlilerinden biri de kültürel değerlerdir. Kültürel değerlerimizi korumak için son derece dikkatli olmak durumundayız. Televizyonlarda yayınlanan dizilerden özellikle ‘Aşk-ı Memnu‘, ‘Yaprak Dökümü‘, ‘Hanımın Çiftliği‘, ‘Aşk ve Ceza‘, ‘Ömre Bedel‘ çarpık ilişkiler, kötü örnek ve modeller, ahlak dışı gayri meşru hayatlar, gelenek ve kültürümüze aykırı davranışlar sergilemekle, toplumun dengesini bozmaktadır. Bir dizide, bir eserde olması gereken en önemli özellik; sanat, felsefe ve estetik bugün adı geçen dizilerde yoktur. Yapılan dizilerde toplumun kültürel dinamiklerine dinamit konduğu gibi geleceğimizi emanet edeceğimiz nesillerimiz, çocuklarımız da yanlış yönlendirilmekte, düne kadar mukaddes gördüğümüz değerler ayaklar altına alınmaktadır. Yeğen yengesine; komşu, komşusunun eşine; evli kadın bir başka erkeğe özendirilmekte; ar, ahlak ve namus gibi değerlerimizle adeta alay edilmektedir. Böyle giderse hem kültürümüz, hem ahlakımız ve bizi biz yapan değerlerimiz bir bir elimizden çıkacak ve özellikle gençler boşluğa itilecektir. Bu durum sosyal barışı ve dokuyu zedeleyecektir. Sosyal dengeyi koruyup kollayan ve koruyan devlet dediğimiz aygıt bunu yasalarla engellemelidir. Gençlere kötü örnek olan yukarıdaki dizilere bir kıstas ve standart getirilmelidir. Bunların sebebiyet verdiği olumsuzluklar, porno filmlerinden daha kötüdür.
Çetinoğlu: Ülkemizde karşı karşıya bulunduğumuz Kürtçülük problemi, toplum bilimleri açısından nasıl görünüyor?
Doğan: İçinde yaşadığımız toplumun ekonomik yapısı, aile düzeni, kültürü, yönetim biçimi, nüfusu, dini, ahlak anlayışı sosyal davranışlarımızı şekillendirir. Mesela; hangi partiye oy verdiğimiz, eş seçimimiz, yaptığımız meslek, boş zamanları değerlendirme biçimimiz, sosyal şartlardan etkilenir. İnsan davranışları üzerinde sosyal şartların etkili olması sosyal davranışın çözümlenmesinde, toplum ve toplum hayatıyla ilgili olgu ve süreçlerin bilinmesini önemli bir hale getirmiştir. Bilindiği gibi insanlar toplum içinde yaşayan sosyal varlıklardır. Toplum halinde yaşamak insan için mecburî, kaçınılmaz ve onun tabiatıyla ilgili bir özelliktir. İnsanların sosyal varlık olduğu; yani diğer insanlarla ilişki kurarak bir arada bulunması birçok filozof ve sosyologun paylaştığı temel bir fikirdir.
Asıl sorunuza gelince; ‘Kürtçülük Problemi‘ Türkiye için en önemli problemlerden biridir. Bir kere tüm provokasyonlara rağmen geniş anlamda bir Türk-Kürt çatışması yok, buna karşı bir istek de yok. Bu durum önemlidir ve ciddi bir şekilde düşünülmesi gerekir. Bugün PKK çizgisinde mecliste temsil edilen parti var. Bunlar aleni terörist başını savunuyorlar ve onun hapisten çıkmasını, hürriyetinin verilmesini, hareketin başına geçmesini, PKK’nın siyasî bir yapıya dönüşmesini istiyorlar. Bunlar şu anda şiddet yüklü Kürtçülük yapıyorlar. Bir de hiçbir şekilde şiddeti siyaset aracı olarak görmeyen bir kitle var. Kimlikleri konusunda duyarlı olsalar da siyasetin temeline kimliği oturtmuyor bu Kürtler. Bunlar işinde gücünde insanlar. Aslında son on yılda doğu ve güneydoğuya devlet ciddi manada yatırımlar yaptı. Batıda ne varsa artık doğu da var. Doğu ile batı hemen hemen eşitlendi. Fabrikaların aynı oranda yapılmaması ise sermayenin çekinmesindendir.
PKK yanlısı Kürtler kimlik üzerinden siyaset ürettiği için ayrımcılık yapıyor. Mecliste temsil edilen PKK yanlısı Kürt politikacılar hep Kürtler için politika üretiyor, ülkenin bütünü için hiçbir şey söylemiyor. Diğer yandan normal vatandaş ise bütünleşmekten yana. Kürtlüklerinin kabulü ve saygı görmesi karşılığında bu ülkeye sadakatle bağlı olduklarını her fırsatta söylüyorlar. Ötekilerin sadakati ise pazarlığa bağlıdır. Bu önemli bir ayırım olarak önümüzde duruyor. Dağa gitmeyi engellemek için şiddetin bir siyaset aracı olarak kullanılmasını engellemek lazım. Bunun için ehl-i insaf ve vicdanının sesine kulak veren Kürtleri muhatap almalıyız. Madem ayrılmak istemeyen geniş bir kitle var. Bizim muhatabımız onlar. Onları karşımıza alıp sormalıyız. Bir sürü sivil toplum kuruluşu var, kamu önderi var. Arkalarında bir sosyal çevre olan insanlar var.
Demokratik açılımın önemli ayaklarından biri, sosyo-kültürel alanda yaşanan kimlik sorunlarının çözümüdür. Bu kimlik sorunlarının çözümünde sadece siyasîlerin bir niyet beyanında bulunması yeterli değildir. Tarihe ve topluma mal olmuş önemli şahsiyetlerin de bu sürece dâhil edilmek suretiyle sürecin toplum nezdinde kabul görmesi sağlanabilir. Toplumda herhangi problem alanının çözülmesinin yolu, o problemin topluma mal edilmesinden geçiyor. Bunun yolu da toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşan sivil toplum kuruluşlarının, cemaatlerin, tarikatların bu anlamda seferber edilmesinden geçtiğidir. Eğer bir mesele topluma mal edilip çözülmek isteniyorsa, toplumda karşılığı olan dinî ve sosyolojik şahsiyetlerin, cemaatlerin, tarikatların ve sivil toplum kuruluşlarının seferber edilmesi gerekir.. Ancak bunlar kanalıyla topluma nüfuz edebilmek mümkündür. Siyasî aktörlerin problemin çözülmesi gerektiğine işaret etmesi bir problemin çözümü için yeterli değildir. Bu problemin çözümü büyük oranda eğitim ve insanlara iş vermekten geçmektedir.
(1) fehva: kavram, anlam.
(2) örüntü: harçsız örülmüş duvar.
Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN 1965 yılında Aksaray’ın Ortaköy ilçesinde doğdu. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden 1988 yılında mezun oldu. 1995 yılında İngiliz Kültür’ün bursunu kazanarak İngiltere’de, Birmingham University Politic Science And International Study (Politika ve Uluslar arası İlişkiler) Master Programına katıldı.
1999 yılında Eğitim Felsefesi, Sosyolojisi ve Pedagoji alanında yaptığı çalışmalarla akademik Dr. unvanı aldı. Sırasıyla Fırat, Abant İzzet Baysal, İstanbul, Trakya ve Fatih Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilatı Ulusal Ajans proje değerlendirmesinde (AB’e bağlı Leonardo Da Vinci proje uzmanı) bağımsız (AB) dış uzman olarak görev yaptı. Araştırma, inceleme ve bilimsel toplantılar maksadıyla elliden fazla ülkeye gitti.
Uzun yıllar çeşitli günlük gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarılığı yapmıştır. Halen Önce Vatan gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
2001 yılında Moldova Gagauz Özerk Cumhuriyeti Meclisi tarafından verilen Şeref Madalyası sahibidir.
Çevre konusunda yaptığı çalışmalarıyla 2002 ve 2004 yılında INEPO (Milletlerarası Çevre Olimpiyatları Projesi) milletlerarası çevre basın üçüncülüğü ve jüri özel ödülü kazanmıştır.
Yayınlanmış kitaplarından bazıları şunlardır: 1-Eğitimde Başarının Şartları: (İstanbul 1998), 2- Sivil Demokrasi Çağrısı: (İstanbul 1999), 3- Şimdiki Çocuklar Harika: (İstanbul 2001), 4- Çocuklar Küçük Bir Şey Değildir: (İstanbul 2002), 5- Mutlu Aile Mutlu Çocuk: (İstanbul 2003), 6- Varolmanın Yolunda Zengin Olmak: (Editör olarak, M.Uyar ve M. Çetin ile birlikte), Mehmet Tanrısever. İstanbul 2005), 7- Başarıya Yürüyenler: (İstanbul 2006), 8- Ailenin Aynası Çocuk: (İstanbul 2006), 9- Ailede Sevgi Eğitim: (İstanbul 2009), 10- İnsanlar Konuşa Konuşa: (İstanbul 2011). |