“At yularından, insan sözünden tutulur.” sözünü hem söyleyiş güzelliği hem anlam açısından pek severim. Söz; bağdır, kimliktir, şahsiyettir, senettir, aynadır. Kısacası, kişi sözü kadar insandır.
Bir toplum ya da topluluğa aidiyeti gösteren resmi belge niteliğindeki kimlikten bahsetmiyorum. Mecaz anlamıyla, kendi içimizdeki tutarlılığımızın, cemiyet içindeki saygınlığımızın, insan ve eşya tasavvurumuzdaki seviyemizin yansıması olarak adlandırdığımız kimliktir bizim için asıl olan.
Adına şahsiyet yansıması da diyebileceğimiz kimliğimizi, yaratılıştan getirdiğimiz fıtrat kodları ve yetişme sürecinde karşılaştığımız çevre refleksleri biçimlendirir. Kişi, baskın olan tarafa meyleder, bu da kişiden kişiye değişir. Bundan dolayı, kişiye, kendisini tanımak için ailesi ve memleketi sorulur.
Şahsiyeti yüksek, kimliği saygın kişide doğruluk esastır, yalan arızi bir durumdur. Öyleyken insan niçin yalan söyler?
Yalan, zaaflarımızın ürünüdür. Kuvvetli insan, sağlam ruh sahibi biri, yalan söylemez. Yalan söyleyen, hastadır, sebepsiz yalan söyleyenler psikopatlardır. Nurettin Topçu, “Onlar yalanı yalan olduğu için severler, kullanırlar ve hazırladıkları yalanın yalan olmadığına kendilerini de inandırmak isterler. Başkalarını ve kendilerini yine kendi uydurdukları yalanın doğruluğuna inandırdıkları nispette ruhları tatmin olur, ancak böylelikle yaşayabilirler.” der.
Hırsız yalan söyler; kendini temize çıkarmak ve yaptığı suçu bastırmak, gizlemek, önemsizleştirmek derdindedir. Çocuk, yaptığı yaramazlığı arkadaşının üzerine atmak veya korktuğu için yalan söyler. Kadın, bazen hayatta yalnız ve sahipsiz kalmaktan korktuğu için yalan söyler. Gayz ve garaz nedeniyle söylenen yalan, yalanların en çirkinidir. İlimce ve servetçe hemcinsinden geri kalanlar, kin ve garaz içine düşebilirler. Aşkta ulaşılmaz olana da bütün sefil ruhlar garazkâr olabilir. Topçu yine, “Duygusuz, aşığın garazkârı; dinsiz, dindarın garazcısıdır.” der. Âşık ve dindar, her zaman iftiraya muhataptır. Her iftira, yalandır.
İnsan ilişkilerinde yalan, hafife alınmamalıdır. İftira, çamur gibidir, tutmasa da iz bırakır. Yalan söyleyen mutlaka uyarılmalı, yalanıyla yüzleştirilmeli, yalan derhal çürütülmelidir. Sürekli söylenen yalan, oğluna babasını bile öldürtebilir. Mark Twain, “Her zaman doğruyu söyle; ne dediğini hatırlamak zorunda kalmazsın.” der. Peygamberimiz, bir Müslümanda asla bulunmaması gereken niteliğin “yalan söylemek” olduğunu vurgular.
Yalanın karşıtı, sıdk yani doğruluktur. Ziya Paşa, “İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah / Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah” beytiyle bir ayete telmihte bulunur. İnsana yakışan doğruluktur. Yalan ile doğru asla bir arada bulunmaz.
“Doğruluk, âlemin varlığının devamını sağlayan temel esaslardan biridir. Onun yokluğu halinde âlemin ne düzeni ne bekası olur. O, övülmüş erdemlerin anası, peygamberliğin vazgeçilmez esaslarından biridir. Doğruluk, takvanın tabii sonucudur.” diyen Ahmet Davutoğlu, Tevbe suresindeki: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla birlikte olun.” ayetini tanık olarak kullanır “Duruş” isimli manifesto niteliğindeki hacimli eserinde.
Yalan, hakikati gizlemektir, insanın kendisine yaptığı zulümdür. Muhakememizi yapma cesareti gösterdiğimizde, söylediğimiz her yalanın bizi ezdiğini, vicdanımızı yaraladığını, hiçbir zaman mutlu etmediğini itiraf edeceğiz. Aksine, maddi kayıplarımız olsa da, her doğru duruşumuzun ve sözümüzün bize moral, güç, özgüven, cesaret verdiğini göreceğiz. Yalan, kişiyi yaşarken bile öldürür, doğruluk ölmüşken bile yaşatır.
Bir arkadaşım, otobüsle yaptığı uzun seyahat esnasında önde oturan ve gelinini sürekli kötüleyip onun gıybetini yapan iki kadından yaşlısına, onları hiç tanımadığı halde, “Teyze, senin kötülediğin o gelinin var ya, iki sıra arkada oturuyor ve senin dediklerini hep duydu.” der. Bu söz üzerine kadın, deprem olmuşçasına fırlar, geriye döner, “Eyvah, hani nerde?” diye bağırır. Bu bir şakadır, gelinin otobüste olmadığını o da bilmektedir. Kıskançlık ve kin kaynaklı olarak söylediği yalanlar, yaptığı dedikodular onu bu gülünç hale düşürmüştür.
Doğruluk değer katar, yalan değersizleştirir. Hepimiz, yaratılıştan gelen yüksek değere sahibiz. Değer katan doğruluk, bir emanettir. Bunu korumak zorundayız.
Hayatımızı, kazanmamız gerekenler üzerine değil, kaybetmememiz gerekenler üzerine kurarsak, yol haritamızı buna göre çizersek daha doğru yapmış oluruz.