Diyanet İşleri Başkanı Ali
Erbaş’ın milletin sinir
uçlarına dokunma cüreti ilk
değil.
Kurtuluşumuzun sembolü olan milli bayramlarımızda, Çanakkale Savaşı ve
İstanbul’un Fethi yıldönümlerinde okunan hutbelerde Atatürk’ün adını andırtmayan
ve camileri örtülü siyasi propaganda merkezleri haline getiren bir resmi
görevliden bahsediyorum.
Ayasofya’nın ana binasının
da ibadete açıldığı Cuma namazı hutbesinde, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş (Ayasofya
dâhil) camilerimizin özgürlüğünü borçlu olduğumuz Atatürk’ün adını an(a)madan
O’na lanet okudu. Hem de önceden yayımlanan resmi hutbe metni dışına çıkarak.
Rifat Börekçi’nin, Ahmet Hamdi Akseki’nin makamında oturan bu zatın
maalesef Cumhuriyetin temel ilkeleri, kurumları ve değerleriyle problemi
vardır.
İslamcı mahalleden yetişen Levent Gültekin’in ifadesiyle, “İslamcı
hareketin” temel inançlarından biri şudur: “Türkiye Cumhuriyeti Batı’ya
dini anlamda ciddi tavizler verilerek kuruldu. Yani cumhuriyeti kuranlar,
dinsiz bir ülke (laiklik böyle yorumlanıyordu çünkü) vaat ettikleri için
Batılılar cumhuriyetin kurulmasına müsaade etti.”
Cumhuriyetimizin kurucusu
olan Atatürk’ü de bu yüzden hiç sevmezler.
“Böyle baktıkları için Ayasofya’nın
ibadete açılması bir anlamda yüz yıl önce verilen bu tavizin ve
beraberinde gelen esaretin de sonu anlamına geliyordu.
Dinin toplumsal hayatı belirleyen bir norm
olmasının önünde, Lozan’da Batı’ya verildiğini sandıkları bu tavizin
büyük bir engel teşkil ettiğini düşünüyorlardı.
Bu nedenle Ayasofya’nın
camiye çevrilmesi asıl amaca giden yoldaki en önemli adımlardan
biriydi.”
Bu yüzden Erdoğan’ın, Ayasofya’yı müzeye çeviren 1934 tarihli
Bakanlar Kurulu kararı için, “Tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe
ihanettir” demesi bu inancın sonucu olsa gerektir.
Ali Erbaş’ın sarf ettiği
cümleler, yaptığı nankörlük ve densizlik tesadüf değil, ideolojik
bir tavır alıştır.
*********************************
Vakfiye’de Yoksa Kim Neden Uydurdu?
Diyanet İşleri Başkanı Ali
Erbaş’ın Ayasofya’daki ilk Cuma hutbesinde sarf ettiği“vakfedenin
şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” cümlesinin dayanağı olan iddiayı
Cumhurbaşkanı Erdoğan da dile getirmişti.
Erdoğan, Fatih’in vakfiyesinde, “Ayasofya’nın
camilikten çıkarılmaması, iptal ve tebdil edilmemesi, vakıf hükmünün
yürürlükten kaldırılmamasını” vasiyet ettiğini belirtti.
Ayrıca Erdoğan, “Fatih’in vasiyetine
uyulmaması durumunda, uymayanlar için de büyük günah işlemiş olacaklarını, tüm Müslümanların
lanetinin ilelebet üzerinde olacağını tarihe not düştüğünü” vurguladı.
(10.07.2020)
Oysaki Fatih
Sultan Mehmet’in vakfiyesinde böyle bir cümle yok!
Bu gerçeği tarihçi Murat
Bardakçı ta 2012’de bir TV programında açıklamıştı. Bardakçı, Vakfiyede bu
anlama gelebilecek herhangi bir beyan bulunmadığını, vakfın ve devletin parasını
kendisi için harcayacak hırsızlara yönelik beddua olduğunu söylüyordu.
Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde
kimseye bir lanet okumadığını Diyanet İşleri Başkanının
bilmemesi mümkün değil.
Bilmiyorsa sorsaydı. Murat
Bardakçı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu üyesidir. Tarihçi Prof.
Erhan Afyoncu ise Milli Savunma Üniversitesi Rektörü. Bu iki
tarihçi uzman “Fatih Sultan’ın vasiyeti sayılan
vakfiyesinde böyle bir lanet olmadığını, bunu bilmeyenlerin cahil olduğunu” bize olduğu
gibi O’na da anlatırlardı.
Acaba Cumhurbaşkanını bile
kim yanılttı, vakfiyede böyle bir ifade olduğuna kim inandırdı?
Bu açıklamalarda sözü edilen
ama vakfiyede olmayan bir beyana dayanarak, ima yoluyla da olsa, Atatürk’e
lanet okunmasının arkasındaki gerçek kastın araştırılması gerekir.
*********************************
Atatürk’e Fesli Kadir’in Gözüyle Bakan Bizden
Değildir
Atatürk hem bu vatanın
kurtarıcısı ve hem de Sevr Antlaşmasına göre işgal edilen bütün illerimizde
bulunan (Ayasofya ve diğer selatin camiler dâhil) camilerimizde ezan okunup,
namaz kılınmasını borçlu olduğumuz büyük Türk’ün adıdır.
Peki, CB
Erdoğan ve DİB Ali Erbaş’ın bu sözlerine şaşırdık mı? Hayır.
Çünkü Erdoğan ve Erbaş,
tescilli Atatürk düşmanı Fesli Kadir’e (Kadir Mısıroğlu) çok saygı ve
muhabbet duyuyor olmalılar ki, hastanede ziyaret edip fotoğraflarını kamuoyu
ile paylaşmışlardı.
Ben Ali Erbaş’ın Fesli
Kadir’i ziyareti sonrası şu cümleleri yazmıştım: Fesli
Kadir’i ziyaret etmek, meydan okumadır… – Ruhittin SONMEZ
Diyanet
İşleri Başkanı’nın 10 Kasım’da resimleri servis edilen Fesli Kadir ziyareti sıradan bir
mesaj değildi.
Çünkü bu
adam sıradan biri değil. Kutsal dinimizi kullanarak, dinimize en büyük
hizmeti yapan devlet adamlarının başında gelen Atatürk’e ve
Cumhuriyetimizin temel değerlerine saldırılarıyla tanınan bir
cibilliyetsiz.
İstiklal
Harbimizde “Keşke Yunan
galip gelseydi” diyebilecek kadar Atatürk ve Türk düşmanı…
Türkiye
Cumhuriyeti devletimizin kurucusu Atatürk’e nefretini “10 Kasım’da saat
9.05’de kenefe gidin” diye açıklayan bir terbiyesiz…
“30 Ağustos zafer değil, yenilgidir… Mustafa Kemal’in verdiği
zararı Yunan vermezdi” diyen
bir meczup…
“Atatürk’ü sevenler ahmak ya da sahtekârdır” diyen bir edepsizdi…
Atatürk, “İslamiyet’in
doğru anlaşılmasına, doğru bilinmesine ve kutsal dinimizin din bilgisi
olmayanların veya istismarcıların elinde zarar görmemesine özen gösteren” bir
liderdi Diyanet İşleri Başkanlığını bunun için kurmuştu.
24 Temmuz Atatürk’ün en
büyük siyasi başarılarından olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi Lozan
Antlaşmasının yıldönümü idi.
Fesli Kadir yaşadığı
sürece siyasal İslamcı kesime “Lozan hezimettir” diye telkin etti.
Böyle bir
günde kendi kurduğu Diyanet’in Başkanı dâhil bir kesimin, Atatürk’ü şükran ve
minnetle anması gerekirken, lanet okuması tesadüf değil.
****
Ayasofya’nın
Cami statüsüne dönmesi bütün partilerin desteğiyle oldu. Buna rağmen böyle
sevinçli bir günün bile milleti ayrıştırma, Atatürk’e hakaret etme, marjinal
dini grupları cesaretlendirme, milletimize karşı bir meydan okuma aracı olarak
kullanılması çok acı.
Rahmetli Yaşar
Nuri Öztürk’ün sözü ile bitirelim:
“Atatürk’e saldırmak daha kaliteli bir dindar olduğunuz değil, daha
kaliteli bir şerefsiz olduğunuz anlamına gelir.”