Oğuz Çetinoğlu: Türkiye ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasındaki petrol arama sahaları meselesinde, hak ihlalleri ve anlaşmazlıklar var. Bu durum, bölge barışını tehdit ediyor. Bu problemle alakalı düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Dr. Emete Gözügüzelli: Esasen mesele deniz yetki alanları üzerine hâkimiyet hakkı meselesidir. Yani bu deniz alanları üzerinde hâkimiyet haklarının icra edilmesidir. Bu haklar içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) hakları vardır. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2004 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’na (BMGK) bir mektup göndererek problemin başlangıcı olan 2003 yılı sonunda Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında olan sözde MEB anlaşmasını tanımadığını, bu anlaşmanın Türk deniz yetki alanları ihlaline sebep olduğu gibi Kıbrıslı Türklerin de görmezden gelinmesinden ötürü itirazını tebliğ etti.
Öncelikle deniz alanlarının sınırlandırılması konusunda Doğu Akdeniz ve Ege’de yaşanan ihtilafa istinaden Türkiye’nin özellikle de Güney Kıbrıs’ın MEB sınırlarının geçerliliği olmadığı yönünde ortaya koyduğu tavır Yunanistan ile var olan Ege ihtilafı için de geçerlidir. Bu sebeple Türkiye sınırların hakça ilkeler temelinde öncelikle belirlenmesi gerektiği yönünde uyarısı fevkalade yerinde ve Rumların deniz alanlarında gerçekleştirmeye çalıştığı sözde egemenlik iddialarına kesin cevap olması bakımından manidar olmuştur. Zira Yunanistan ve GKRY gerek Ege’de gerekse Doğu Akdeniz’de gerginliği tırmandırma yönünde hareket etmektedirler. Bu adımlarında ise adeta Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin bölgedeki hâkimiyet hakkını görmezden gelerek, hâkimiyet alanlarına tecavüz etme teşebbüsleri söz konusu olmuş ve bunlar Türkiye’nin kararlı duruşu ve bölgedeki hamleleri ile tarumar edilmiştir.
Çetinoğlu: İtirazdan sonraki gelişmeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Dr. Gözügüzelli: Dışişleri Bakanlığımızın Birleşmiş Milletler’e (BM) gönderdiği mektuba cevaben BM Güney Kıbrıs Dâimi Temsilcisi’nin BM Genel Sekreterine ‘Türkiye’nin milletlerarası hukuka ve BM kriterlerini uymadığını, yaşanan ihtilafın ise tek müsebbibinin Türkiye olduğunu‘ vurgulaması hiçbir surette işbirliği temelini öngören ve probleme çözüm bulma düşüncesi içerisinde olmadığını göstermiştir. Bu tutum mevut problemin hızlı bir şekilde tırmanacağının işaretidir.
Çetinoğlu: Türkiye’nin kendi MEB sahasına sondaj ve arama gemisi göndermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Gözügüzelli: Türkiye, yakın zamanlara kadar, Yunanistan’la aralarındaki problemi, diyalog yoluyla çözmek taraftarıydı. BM’e gönderdiği mektuplarında da milletlerarası hukuka saygılı bir şekilde bölgede hareket edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ancak süreçte Rum tarafı iyi niyetle kendisine sağlanan tahammülü görmezden gelerek özellikle 2007’den sonra sözde hidrokarbon faaliyetlerini de ilerletmek isteyerek kendisine tanınan sınırları aşmıştır. Nihayetinde Türk devleti satın aldığı iki sondaj gemisi ve iki sismik araştırma gemisi ile Doğu Akdeniz’de fiili ve etkin varlık ve hâkimiyetini hem kendi haklarını Fatih sondaj gemisi ile ilerletme hem de Kıbrıs Türk hakları için Yavuz sondaj gemisi ve Barbaros sismik araştırma gemisi ile göstermiştir. Yani Türkiye kendi sahalarına sondaj gemisini göndermesi, burada benim haklarım var, korumakta kararlıyım mesajıdır, çok yerinde bir harekettir. Takdire şayandır. Nitekim aradan geçen zaman içerisinde sıkıntılı bir durum olmamış, böylece Türkiye hak ve menfaatlerini korumaya kararlı olduğunu göstermiştir. Bundan sonraki benzer durumlar için de bir ihtar mahiyetindedir. Sonrasını gayri hukûkî işler yapanlar düşünsün.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs ve Ege problemleri hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
Dr. Gözügüzelli: Sözünü ettiğiniz problemler kısa zaman diliminde baş göstermiş değildir. Soğuk savaş döneminde yer alan ideolojik savaşların yerini bugün teknolojinin de gelişmesi ile enerji savaşlarına bırakmış ve özellikle de kıyı ülkesi devletler egemenlik alanı iddialarından dolayı zaman zaman savaşın eşiğine gelebilmişlerdir. Japonya Çin arasında devam eden MEB anlaşmazlığı, Kuzey Buz Denizi anlaşmazlıkları, Arjantin’in Falkland adalarında baş gösteren MEB ve kıta sahanlığı anlaşmazlıkları, Hazar Denizi ve daha pek çok kıyı devletinin bugün hâlen ihtilaflar içerisinde bulunduğu görülmektedir.
Ege ve Kıbrıs’ta deniz sınırlarının belirlenmesi konusundaki ihtilaflar ise her iki ülkeyi belli dönemlerde savaşın eşiğine getirebilecek ölçüde gerginliklere sebebiyet vermiştir. Gergin durum hâlen devam etmektedir. Deniz yetki alanlarının belirlenmesi meselesi esasen bir egemenlik konusu olduğu için önem kazanmaktadır. Her ne kadar bugün devletler milletlerarası kuruluşlar bünyesinde mahallî ve milletlerarası ölçekli birliklere yönelse de millî devlet kavramı hâlen önemini korumakta ve özellikle komşu ülkeler ile ilişkilerde bunun önemi daha da ön plana çıkabilmektedir. Zaten Türkiye ile Yunanistan arasında var olan anlaşmazlıkların 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 1 Haziran 1995’te Yunan parlamentosunda onaylanması ve bunun ardından karasularını 12 mile çıkarma kararını uygulama talebi ile ihtilaflar zincirine bir yenisini de eklemiştir. Türkiye söz konusu sözleşmeyi kabul etmemiştir. Gerçi bu konuda adım atamazlar, zira bu bir savaş sebebi olarak 1995 yılından beri Türkiye için geçerlidir.
Çetinoğlu: Batı Trakya meselemize geçebilir miyiz?
Dr. Gözügüzelli: Güneyin de sondaj çalışmalarını başlatması, problemin karmaşıklığını daha da artırmıştır. Ancak artık Kıbrıs Türkleri de haklarının fiili ilerletilmesi safhasındadır. Bu çok önemlidir. Bu durumda müzakere sürecinde dahi ele alınmayan ve muhtemel anlaşmadan sonra gündeme alınması Rum tarafınca istenen yer altı kaynaklarının paylaşım problemi devam etmektedir. Türk tarafının ortak hidrokarbon komite önerisi dahi ret edilmiştir. Bu tutumları problemi daha da karmaşıklaştırmakta ve krizi yükseltme hamleleridir. Lakin her şartta Türkiye kararlıdır. Aktif olarak bölgededir. Deniz Kuvvetlerimize ait gemilerimiz su altı ve üstünde, hava kuvvetleri ile 24 saat devriyedir. Bakınız Türkiye blöf yapmıyor. Ama yine de işbirliği için uyarıyor, masaya dâvet ediyor. Ancak bu diyaloğun da sırf müzakere olsun diye değil sonuç odaklı olması için görüş ortaya koyuyor. Bu da olması gerekendir. Atılacak adımların sonunda hakkaniyet esas olmalıdır. Hakkaniyet demek küçük bir kıyı uzunluğuna sahip bir ada devletinin kat be kat büyük kıyı uzunluğu olan bir ana kara devleti karşısında eşit paylaşım değil hakça paylaşım olmasıdır. Yani herkes sahip olduğu kıyıya göre deniz alanına hükmedebilir. Öte yandan Kıbrıs meselesine dair anlaşmazlık devam ediyor. Bunun adı egemenlik paylaşım problemidir. Ancak hâlen Kıbrıs’ta dönüşümlü başkanlık Rumlarca kabul görmemiş, AB öncelikli hukuk olmamız yönünde talebimiz dahi dikkate alınmamış ve hatta Kıbrıs Türkleri kadar Rumların da can ve mal güvenliğinin teminatı olan Garanti Antlaşmalarının mevcudiyetinin devam üzerine karşı talepler söz konusudur. Taraflar arasında bu konulardaki ihtilaflar hâlen devam etmektedir. Bütün bunların ötesinde federal devlet ve federe devlet oluşumunda dahi algı farklılıkları söz konusudur. Hem de KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’nın ve Türkiye’nin iyi niyetle müzakerelerde çaba sarf etmesine rağmen bunlar olmaktadır. Sanırım adada en iyi çözüm sağlam sınırların belirlendiği iki komşu devletin varlığının milletlerarası toplum tarafından da kabul göreceği bir statü her iki toplum için de daha hayırlı olacağı kanaatindeyim.
Çetinoğlu: Birinci bölümde olduğu gibi Batı Trakya meselesine de kuşbakışı mâhiyetinde yorumunuzu lütfeder misiniz?
Dr. Gözügüzelli: Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 45. senesine geldik, ama sırf bu harekât yapıldı diye Yunanistan bünyesinde yaşayan Batı Trakya Türklerinin başına neler geldiği hiç söz konusu edilmedi. Oysa orada yaşayan Türkler de tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi yüzyıllardır Türk varlıklarını devam ettiren insanlardır. Girit Türklerinin akıbeti ortadayken, bugün Rodos, İstanköy, Gümülcine veya Batı Trakya Türklüğünün yaşadığı dramı görmezden gelmek söz konusu olamaz. Pek tabi ki herkesin dilinde aman şu Kıbrıs meselesi artık çözülsün inancı ve beklentisi olsa da Rum-Yunan ikilisinin diğer unsurlarla birlikte uygulamamakta direndiği ana insan hakları meselelerini ortaya koymak gerekiyor.
Çetinoğlu: Lozan Antlaşması ile elde edilmiş haklarımız var.
Dr. Gözügüzelli: Evet var. Aynı zamanda Lozan Barış Antlaşması ile kazanılmış haklarını kullanamayan bir Türk azınlığının dramı da var. Onlar Yunanlılar gözünde ‘Yunanlı Müslümanlar‘ veya ‘Türkçe konuşan Yunanlılar‘dır. İşte bu kadar basit… Suriye’de Esad Rejiminin Türkmenlere uyguladığı siyaset de böyle… Türk adı her ülkenin ve hayatın her alanında yasak… Oysa Suriye bir otoriter rejim hâkimiyeti olan bir ülke, Yunanistan da demokrasinin beşiği olarak adlandırılan bir ülke… İkisinde de aynı zihniyet hâkim. Ne garip değil mi?
Çetinoğlu: Yunanistan, KKTC’nin kurulması sebebiyle Batı Trakya Türklerine baskılarını artırdı…
Dr. Gözügüzelli: Hellenizm ruhu, Türklerin her alanda çökertilmesi gayesine yöneliktir. Bu gayeye ulaşmak için Yunanlıların Türklerin yaşadıkları yerlerde toprak veya iş yerlerini almaları tavsiye edilmiştir. Türk bölgelerine nüfuz etmesi öngörülüp uygulanmıştır. Bugün Kıbrıs’ta 4 hürriyet kapsamında Kıbrıs Türklerinin bir sınırlama öngörülmemesi hâlinde ve Avrupa Birliği (AB) Hukuku hâline gelinmemesi neticesinde başımıza gelecek tablo böyle olacak… Bugün mesela Gümülcine’de Türklerin ana cadde üzerinde hiçbir dükkânı, yeri kalmamıştır. Hep kenar mahallelerde veya bataklık olarak bilinen Kalkanca gibi yolu sokağı kötü yerlerde hayat mücâdelesi veriyorlar.
Çetinoğlu: Neler yapıldığını kısaca hatırlatmanız mümkün mü?
Dr. Gözügüzelli: KKTC ilanından sonra Batı Trakya Türklüğüne, Türk adını kullanmaları tamamen yasaklandı. Türklerle mücadeleyi gaye edinen Yunanlı örgütler arttırıldı. Türk adında dernek kurulması engellendi. Türklere ait dönüm dönüm tarlalar gasp edildi. Vakıf mallarına, müftülük makamına, eğitime her alanda Yunanlılar yerleştirildi. Bir anlamda Batı Trakya Türklüğü eğitimsizlik ve işsizlik karşısında yıkıma, göçe veya asimilasyona zorlandı.
Mesela Kalkanca anaokuluna 1984 yılında Türk öğretmenlerin tâyini yasaklandı. 1995’de azınlık okullarında da spor, müzik, İngilizce ve diğer dersler yapılacak dendi ama bunları Yunan öğretmenlerce yapılması kararı alınıp uygulandı. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği 1936’da kuruldu ama adı Türk diye kapatıldı. Bugün kanunen yok, illegal çalışıyorlar. Evet 21. yüzyıldayız. Kendi derneklerini dahi Türk adı ile açamayan ve alenî şekilde Türküm denmesini yasaklayan, Lozan’daki vakıflar, müftülük gibi haklarımızı da gasp eden bir AB üyesi Yunanistan ve buna göz yumanların dünyasında yaşıyoruz…
Çetinoğlu: Rahmetli Dr. Sâdık Ahmet büyük mücadeleler başlatmıştı…
Dr. Gözügüzelli: Batı Trakya Türklüğünün meşru mücadelesinde 1980’lerden sonra damga vuran büyük bir kahramandı.
Çetinoğlu: Hizmetlerini de anabilir miyiz?
Dr. Gözügüzelli: 1985 yılında, Gümülcüne müftüsünün seçimle iş başına gelmesi için harekete geçmiş ve 15.000 imza toplamıştı. Bunu yaptığı için tevkif edildi. Ardından okullarda Türk öğretmenlerin tayininin engellenmesi ve Türk adı ile sivil toplum derneklerinin kurulmasını yasaklayan ve hatta kurulu olup Türk adı taşıyan derneklerin kapatılmasını öngören kanuna karşı protesto yürüyüşü düzenledi. Gösterinin engellenmesi için Yunanlılarca barikatlar kurulup engellemeler olsa da on bin civarında Türk bir araya geldi ve sesini yükseltti. Sâdık Ahmet mücadelesi ile Batı Trakya Türklüğü davasında Yunanistan’a baş kaldırır noktaya ilerliyordu. Ancak hapishane ve mahkeme koridorları O’nun için normal hayat gibi olmuştu. Yine 1990 yılında batı Trakya Türklerine ‘Türk‘ dediği için iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Para cezası ile serbest kaldı. Bağımsız milletvekili olarak iki defa seçilince 3 Eylül 1990’da siyasî parti kurdu. Partisi ile büyümesinin önünü kesmek için Yunanistan 1993’te yeni bir kanun yaparak seçilme barajını yükselterek Türklerin parlamentoya kendi partileri altında girmelerini engelledi. Dr. Sadık Ahmet’in akıbeti mi? Lozan Antlaşmasının yıldönümünde 24 Temmuz 1995’te şüpheli bir trafik kazası neticesinde öldürüldü… Katledildi… Sonrasında ne mi oldu?
İşte bugünün 21. yüzyılın Batı Trakya problemleri Doç. Dr. Turgay Cin’in kalemi ile şöyle;
1981 yılında AB üyesi olan Yunanistan’da, Batı Trakya Müslüman Türklerinin doğup büyüdükleri bölgelerinde kamu hizmetlerinde istihdam edilmeme meselesi: Yunanistan uyruğundaki Batı Trakya Müslüman Türkleri memur, savcı, yargıç, polis gibi mesleklerde istihdam edilmiyor. Bunun sebebi sorulunca dil bilmeyle ilişkili meseleye atıfta bulunuluyor.
Çetinoğlu: Yunanistan vatandaşlığından çıkarılanlar oldu…
Dr. Gözügüzelli: Yunanistan yönetimi 1955’ten 1998 yılına kadar, 43 yıl boyunca ister Yunanistan sınırları içinde olsun, isterse Yunanistan sınırları dışında olsun, Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun 19. maddesini gerekçe göstererek, Yunanistan uyruklu Müslüman Türkleri vatandaşlıktan çıkarttı. Bunların mağduriyetleri bugün de devam ediyor.
Taşınmaz mülk edinmede izin sistemi problemi: 1991 yılına kadar Batı Trakya Müslüman Türklerinin taşınmaz mülk edinmeleri yasaktı. 1991 yılında ilgili kanunda yapılan bir değişiklikle, gayrimenkul satın alma hakkı kazandılar. Ancak, illerdeki bir komisyondan izin alma sistemi getirildi.
Siyasî katılım ve temsildeki problem: Milletvekili seçimlerinde, bağımsız olarak seçime katılacaklar için yüzde 3 barajı getirilerek, Batı Trakyalı Türk bağımsız milletvekillerinin seçilmesi engellendi. Diğer taraftan, yerel yönetimlerde uygulanan ‘Kapodistrias Planı’ ile Müslüman Türklerin yaşadığı iller, nüfus yoğunluğu Yunanlılar lehine olacak şekilde, Ortodoks Hıristiyanların yaşadığı illerle birleştirilerek, Türklerin vali ve belediye başkanı seçilmeleri engellendi.
Eğitim ve öğrenim hürriyetindeki problemler: Batı Trakya’daki azınlık okulları Yunan devletinin mülkiyetinde değildi. Okullar azınlığın kendisi tarafından seçilen encümenler tarafından yönetiliyor, öğretmenlerin maaşları yine veliler tarafından ödeniyordu. Bunların hepsine son verildi ve yavaş yavaş okullar Yunan devletinin mülkiyetine geçerken, eğitim kalitesi düşerek, öğrenciler Türkçe öğrenememe durumu ile karşı karşıya kaldılar.
Teşkilatlanma hürriyetinde yaşanan problemler: İsimlerinde ‘Türk’ ve ‘Batı’ kelimeleri bulunan derneklerin kurulmasına mahkeme tarafından izin verilmiyor.
Vakıflar meselesinde yaşanan problemler: Vakıf yöneticilerinin seçimle iş başına gelmeleri ve mülk edinme hakları engelleniyor ve doğrudan Yunan makamları tarafından tâyin ediliyor.
Din ve vicdan hürriyeti konularındaki problemler: Baş müftülük makamı hâlen boş. Müslüman Türklerin Müftüleri Ortodoks Vali tarafından tâyin ediliyor. Azınlığın çoğunluğu ise müftülerin kendileri tarafından serbest seçimle seçilmesi gerektiğini savunuyor. Yunanistan devleti ve şahıslar tarafından hukuk hileleri, baskılar ve keyfî kamulaştırmalar ile ele geçirilmiş olan vakıflara ait mülklerin iade edilmesi.
Yunanistan bir AB ülkesi ve başta en büyük problemleri kendilerini Türk azınlık olarak bile kabul edilemeyecek bir uygulamaya mâruz kalıyorlar. Bu Yunanlıların hâkim olduğu her toprakta böyle… Rodos’ta, İstanköy’de, Batı Trakya’da ve hatta Güney Kıbrıs’ta…
Peki şimdi mi? Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı dünya azınlık haklarından mahrumdur. Kültür ve kimliğini korumaktan, iktisadî ve siyasî haklardan mahrumdur. Yunanlı siyasî partilerin altında ancak seçimlere katılabilmekte ve kesinlikle Yunanistan aleyhine veya Batı Trakya Türklüğü hakları çerçevesinde faaliyet yürütememektedirler. Halk suskun… Haklarımız verilmiyor diyor ama en acısı da konuşmak ve mücâdele etmekten Yunanistan içinde korkuyor… AB’den beklenti içinde arayışlarda olsa da AB onlara ‘hassas azınlık‘ ismini koymuş durumda…
Anlatacak konu çok… Ama Kıbrıs’ta Türk ve Müslüman varlığımızın sâhip olduğumuz Devlet çatısı altında ne kadar büyük önemi olduğunu bu yaşanılan dramlara baktığımızda daha net anlamak mümkün. Bugünü şu Yunanlılar altında olan Türkleri ve 2003’ten beri ırkçılık temelinde Kıbrıs’ta Türklere saldırılar gerçekleştirerek Hellenizm ruhu diye siyaset yürüten Rum politikacıların resmî beyanlarına bakarak anlayabiliriz. Sahi dünden bugüne söylemlerde ne değişti? Yorum sizin…Anlayana!!!!
Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Dr. EMETE GÖZÜGÜZELLİ: Lefkoşa doğumlu olan Emete Gözügüzelli, Yakın Doğu Üniversitesi İktisâdî ve İdârî Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yine aynı okulda ‘Etnik Çatışmalar ve Makedonya’nın Güvenliği‘ konusunda yüksek lisans tezi kabul edildi. Girne Amerikan Üniversitesinde Deniz Hukuku üzerine doktorasını yüksek şeref ile tamamladı. 2002 Ağustos ayında dönemin Bakanı tarafından Dışişleri Bakanlığına çağrılarak göreve başladı. Eylül 2005 yılından itibaren TBMM’de uzman/danışman olarak görev aldı. Şuan Akdeniz Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Devletler Hukuku Ana Bilim Başkanı ve öğretim üyesidir. Aynı zamanda Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi’nde Deniz Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanıdır. Ankara Hukuk Fakültesi DEHUKAM Deniz Hukuku Master İngilizce programında da misafir öğretim üyesi olan Gözügüzelli, pek çok şehir ve ülkede konferanslar vererek akademik çalışmalarda bulunmuştur. |