Kezâ “Ömrümüz Bitse Bizim Bitmez Derdimiz”

53

Türk tasavvufuna farkında olmadan giren ve bilmeden çok katkı veren mutasavvıf Müslüm Gürses hazretleri bir
sözünde der ki:  “Ölüm herkesi bulacaktır ve toprak altında düz yatmak için üstünde dik
duracaksın.

            Tasavvufta
var olan iman iştiyakı, inşirah duygusu, belli zikir kalıpları üzerinden sağlanan konsantrasyon, bazı maddî motifler
üzerinden kazanılan manevî arınma
eğitimi gibi temel özellikleri bağrında barındıran Müslümcülük de başlangıçta koyu bir tarikat ve teo-politik
bir klan
hüviyetinde idi.

            O
zamanlar Müslümcü Hareket’in en çok
eleştirilen jilet–damar–acı üçgeni en çok mürit/müşteri toplayan
en bâriz farklılığıydı. Zira jilet, insanın
doğallığına vurulmuş bir darbe
olarak sakal da kesebilir insan da. Jilet
çekmek
aslında jiletin fonksiyonuna
bilinçsiz bir isyandır
. Uzayan kılların karşılığı olarak üretilen soğuk cismin uzayıp giden acıların sıcak karşılığına tahvil edilmesi
olayıdır.

            Jilet çekme seansı da bir güç gösterisi ve meydan okumadır. Teknolojiyi ve onun kapitalizmini küçümseme, onu farklı bir anlayışla yenme arzusudur.
Akan kan sizin bakışlarınızdaki korkudadır, damlayan bedende değil.
Bir kesiğin vereceği acı, ruhu ızdırap
cenderesine alınmış insanlar
için önemsizdir. Kendine jilet atan biri
zaten dünyaya tümden tekme atmış demektir
. Ve kendisine böyle davranan
birine feleğin kötülükleri ne yapabilir?!

            “Damar” ise Müslümcülük’te yüreğin ham borusudur. Damara hitap etmek yüreğe
hitap etmektir, kalbi titretmektir.
Kansa akıcılığı yani hayatı simgeler. Jilet
& damar kardeşliği Müslümcülüğün yaşamsal ünitesidir
. Hayatına son
verecek bir itikatsızlığa asla düşmez Müslümcü.
Ancak ‘Acı çekme özgürlüğü’ne,[1]Acıların bize umudu
buldurması
’na[2]
ve “Acılar ülkesinde yolcusuz yolları
bekleme
[3]
terapisine taliptir.

            İşbu
mevzu da nereden çıktı? Olay nasıl gelişti? diye televizyonunuzun ya da
telefonunuzun medya ayarlarıyla
oynamayınız ey halkım. Hâsılı kelâm; Türk
Milleti ritmini aramaktadır
. Ve bir müddet/mühlet daha arayacaktır.

            Çer-çöpten
ibaret piyasa müziğini
kastetmiyoruz. Millet sosyolojisi bazen
ırmaklar bulup akmak ister
. İşte o
dikey hareketlilik toplumsal ruhun
nabzıyla
buluştuğunda milletin
damarlarında
aynı duygu–düşünce–davranış
da müsellesen akmaya başlar.

            Toros Yaylalarındaki Karacaoğlan estetiği ve Türkmen
töreli Dadaloğlu delikanlılığı, Viyana önlerine yürüyen Mehterân
cesareti ve Cumhuriyet coşkusunun marşlarına yansıyan saflığı, zûlme karşı Pir Sultan Abdal kararlılığı ve millet sevgisindeki Âşık Veysel duyarlılığı ve
dahi 60-70-80’lerin karmaşasına arabesk
temelli halk isyankârlığı
işbunun tezahürlerindendir.

            Popüler kültür Türk’ün ritim bozukluğudur.
Pop müzik ve klip emperyalizmi Haçlı belâsı, Moğol istilâsı,
mezhep tasallutu, devşirme şiddeti, yokluğun yakıcılığı, cahilliğin cazibesi ve kardeş kavgasından daha hafif, daha masum
değildir.

            Mevzuya
mübareğin bir virdiyle şimdilik son verelim:

“Aşktan yüzümüz gülmedi diye

 Tanrıya bu
isyan bu sitem niye?

 Hepimize canı o
verdi ise

Kul günahkârsa Tanrı ne yapsın?”  [4]



[1]
Söz: H.Hüseyin KORKMAZGİL, müzik: Ahmet KAYA

[2]
Şiir: Mehmet Akif İNAN

[3]
Sözleri Havva YANBOLU’ya ait “Sevdiğim
Sensin
” şarkısından..

[4] Başlıktaki sözle birlikte
Ne Yapsın” adlı şarkının sözleri: Şakir
ASKAN