Coğrafya ile tıp, fizik, kimya ve teknik konularda, insanlara faydalı olacak, daha nice bilinmeyen sâhalarda buluşlar gerçekleştiren insanlara ‘Kâşif’, varlığı bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarma işlemine de ‘keşif’ denilmektedir.
Coğrafî keşifler, dünyânın bilinmeyen bölgelerini ve zenginliklerini insanlığın hizmetine sunmuştur. Yeni topraklar, sonsuz gibi görünen zenginlikler, yeni mâden sâhaları, ticâret imkânları, hammade tedâriki gibi kolaylıklar sağlamıştır. Keşifler, sömürgecilik gibi insânî değerleri hiçe sayan olumsuzluklara sebebiyet vermişse de önüne geçilememiştir.
Tanınmış Türk coğrafya âlimi Fâik Sabri Duran, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki eserinde kutuplarla ilgilenen kâşifler hakkında bilgiler veriyor. Onların inanılmaz azimle, ölümü bile göze alarak gerçekleştirdiği gezileri, mâcerâ romanı sürükleyiciliğiyle anlatıyor. Kutup keşiflerinin çoğu filme alınmıştır. Kar, buz, tipi, -70 derecede yapılan yolculuklar filmlerin alâka ile seyredilen sahneleridir. Sâdece karlı-buzlu-fırtınalı filmler de vardır. Bunlardan biri, Alaska’da yaşanmış olayı konu edinir. Alaska’nın bir kasabasında öldürücü bir salgın hastalık çıkmıştır. Salgından kurtulmayı sağlayacak tek serum, bin kilometre uzaklıktaki dağın tepesindedir. Kasaba halkı, bölgelerinin tanınmış köpek ve kurt eğitimcisinden gidip o serumu getirmesini ister. Köpek eğitimcisi, kendi yetiştirmesi olan yaşlı bir Sibirya kurdunu, diğer eğitimli köpeklere liderlik etmesi için yanında götürür. Onun cesâret ve sadakatine güvenmektedir. Yetiştirici yolda korkunç bir fırtınaya yakalanır. Lider köpek ve eğitimcisi hayatta kalma mücâdelesi verir. Eğitimci, güvendiği köpeğinin zekâsı ve mahâareti ile kurtulur.
Fâik Sabri Duran’ın eseri de kutuplarda hayatla ölüm arasında sıkışan kâşiflerin hayatı, roman heyecanı ile okunuyor.
176 sayfalık eserde seyahatleri anlatılan coğrafya kâşifleri ve yazarın onlarla özdeşleştirdiği ifâdeler:
*Norveçli Kâşif Erik Thorvaldsson (0950-1003): Amerika Toprağına İlk Ayak Basan Avrupalılar. *Venedikli Gemici Marco Polo (1254-1324): Yalancılıkla İtham Edilen Bir Kâşif. *İspanyol Gemici Kristof Kolomb (1451-1506): Avrupa’da Coğrafî Keşifler Çağını Başlattı. *İspanyol Gemici ve kâşif Vasco Nünez De Balboa (1475-1519): Büyük Okyanusa İlk Defa Ayağını Atan Avrupalı. *Portekizli Denizci Ferdınand Mecellan (1480-1521): İlk Devriâlem, Portekizli Gemici Vasco Da Gama (1469-1524): Hindistan Yolunu Bulan Adam. *İspanya adına Meksika’yı işgal eden vâli Hernân Cortes (1485-1547): Büyük Bir İmparatorluğu Parçalayan Serseri. *İngiliz Kâşif Henry Hudson (1565-1611): Buzlar Arasında Bırakılan Adamlar. *İngiliz denizci ve kâşif James Cook (1728-1779): 18.Yüzyılın En Ünlü Kâşifi. *İskoç misyoner ve kâşif Davıd Lıvıngstone (1813-1878): Yamyamlar Arasında. *Britanyalı Seyyah John Franklın (1786-1847): Kuzeybatı Geçidini Geçerken Kaybolan Cesur Kâşif. *Amerikalı kâşif Robert Edwın Peary (1856-1920): Kuzey Kutbunu Keşfeden Kâşif. *Fransız kâşif Auguste Rene Caillie (1799-1838): Çöl Kahramanı. Norveçli denizci Roald Amundsen (1872-1928): Kutup Diyarlarının En Ünlü, Başarılı Kâşifi. *İngiliz kâşif Robert Falcon Scott (1868-1912) Güney Kutbunda Bir Facia. *Amerikalı Amiral ve kâşif Rıchard E. Byrd (1868-1957): Güney Kutbunu Keşfeden Kâşif. *İngiliz kâşif Ernest Shackleton (1874-1922): Güney Kutbunun Bir Başka Centilmen Kahramanı. *İsveçli coğrafyacı Sven Hedın (1865-1952): Asya’nın En Cesur Kâşifi. *Fransız ilim adamı Jean-Baptıste Charcot (1867-1936): Kutup Diyarlarının Centilmeni. *İsveçli mühendis, fizikçi, balon pilotu Salomon August Andree (1854-1897): Balonla Kutba Seyahat Etti. *İtalyan havacılık mühendisi Umberto Nobile (1885-1978): Zeplin ile Kuzey Kutbu’na Giden Kâşif. *İtalyan havacılık mühendisi Otto Schmıdt (1885-1978): Kuzey Kutbunda Aylarca Araştırmalar Yapan Rus İlim Ekibi Şefi.
Dünyânın en tanınmış denizci kâşiflerinden Marko Polo, gezi notlarını bir kitapta toplamıştır.
Fâik Sabri Duran’ın, Kâşifler Âlemi isimli eserinde Marko Polo’ya ayırdığı bol resimli bölümün özeti:
Avrupalılar arasında ilk defa Asya’da büyük bir yolculuk yaparak Çin’e kadar gidip dönen Marco Polo’ydu. Marco Polo bu uzun yolculuktan memleketine döndükten sonra bir seyahatnâme yazıp neşretmişti. Fakat bu kitabı okuyanlardan hiçbiri onun yazdıklarına inanmamıştı: ‘Amma da atıyor ha…’ demişlerdi, ‘Böyle şeyler olur mu hiç?’ diye de yazılmıştı. Marco Polo’nun adı yalancıya çıkmıştı.
Marco Polo’nun eserinde anlattığı şeylerin bir kısmı martaval olmakla beraber, doğru olanlar da vardı. Fakat son zamanlara gelinciye kadar Marco Polo’ya inananlar pek azdı. Sonradan anlaşıldı ki Marco Polo’nun gözleriyle görerek anlattıklarının çoğu doğrudur. Zâten umumîmiyetle uzak memleketlere ait hikâyelere pek fazla itimat edilmez. Çünkü eskiden uzak memleketlerden gelenlerin yalan söylemeleri âdet olmuştu. Öyle ya, dediklerinin doğru olup olmadığı nasıl anlaşılacaktı? Bu sebeple, özellikle bu eski devirlerde Marco Polo’ya çoğu kişinin inanmamış olmasına pek şaşmamalıyız.
Venedik’in parlak devriydi. Akdeniz ticâreti Venediklilerin elindeydi. Bunlar kervanlarla Uzakdoğu(dan gelen kıymetli eşyaları Akdeniz’in doğu limanlarından batı limanlarına götürürlerdi. Cenevizliler Venediklilerin elinden bu üstünlüğü almak isterlerdi.
İşte o zamanlar Venedik’in tanınmış ailelerinden olan Pololardan biri, Marco Polo, 1271’de babası ve amcasının refakatinde uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Bu, babası Niccolö Polo ve amcası ile, Marco Polo’nun ikinci seyahatleriydi. Bunlar daha önce Çin’e kadar gitmişler, hükümdar Kubilay Han’ın huzuruna çıkmışlardı. Kubilay, Cengiz Han’ın torunuydu. Papaya bir mektup yollamak ve ondan Hıristiyanlığı tâlim etmek üzere Çin’e birkaç papaz göndermesini rica etmek istiyordu. Kubilay, bu iki Venedikli tüccarın memleketlerine dönüşlerini fırsat bilmiş, papaya yazdığı mektubu onlarla göndermişti. Niccolö Polo papanın cevabını götürmek ve onun emriyle refakatine giren iki papazın yolculuğunu kolaylaştırmak üzere Çin’e yapmak istediği ikinci yolculukta, kardeşinden başka, o sıralarda 15-16 yaşlarında olan Marco Polo’yu da yanma almıştı.
Kubilay, o zaman Asya’daki en büyük imparatorluklardan birinin başında bulunuyordu: Tataristan*, Türkistan, Tibet, Çin-Hindi ve Çin onun idâresindeydi. Kubilay yaz mevsiminde yılın birkaç ayını, yeni kurduğu Hanbalık (bugünkü Pekin) şehrinde geçirirdi. Han, Çin’in zamanının en ileri ilim ve irfan merkezi hâline gelmesi için çalışıyordu.
Bütün Uygur bilginlerini, bilim adamlarını, matematikçilerini hep orada toplamıştı.
Her sene geniş ülkesinin uzak köşelerine heyetler gönderir, halkın içinde bulunduğu vaziyeti öğrenmek isterdi. Çekirge istilâsı, kıtlık, nehirlerin taşması veya kasırgalar gibi herhangi bir felâket yüzünden sefâlete düşmüş olanların bir sonraki sene vergilerini affeder, fakir halka dağıtılmak üzere yardım yollardı.
Kubilay’ın Hanbalık’ta etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş çok mükellef bir sarayı vardı. Hükümdar Venediklileri bu sarayda kabul etmişti. Genç Marco Polo hükümdarın nazarı dikkatini celbetmişti. Onu yanında alıkoymuş, hizmetine almış, mühim ve çok nâzik vazifelerle memleketin muhtelif yerlerine göndermişti. Marco Polo bu büyük hanlığın muhtelif kısımlarında konuşulan dilleri az zamanda öğrenmişti. Han’ın müşâviri ve yardımcısı sıfatıyla Asya’nın en ücra yerlerine kolayca sokulabilen Marco Polo birçok hârikalar görmüştü.
Sonradan neşrettiği seyahatnâmesinde, bu ziyâretlerinden birinde gördüklerini şöyle anlatır:
‘Gürcistan’ın kuzeybatısında bir memlekete vardım. Orada garip bir hâdiseye şâhit oldum. Burada büyük bir kaynaktan bir yağ çıkıyordu. Fakat bu yağ yenir gibi bir şey değildi. Bu yağ, yakmaya yarıyordu. Oranın halkı pek uzaklardan geliyor, bu yağdan alıp aydınlatma ve ısınma için yakmak üzere evlerine kovalar dolusu götürüyordu.’
İşte o asırlarda Avrupa’da kimsenin inanmadığı vakalardan biri de buydu. Bu petrol hikâyesine Orta Çağ Avrupa’sının en akıllı âlimleri bile martaval demişlerdi.
* * *
Seyahatname’sinin diğer bir yerinde Marco Polo, Hanbalık civarındaki dağlardan halkın topladığı siyah taşlardan bahsediyor ve bunların nasıl yakıldığını, hararetlerini uzun zaman nasıl muhafaza ettiklerini anlatıyordu. Sekizinci asrın bu Avrupalı genci Çinlilerin yüzlerce senelerden beri bildikleri maden kömürü karşısında hayretler içinde kalmıştı. Bu petrol ve kömür hikâyeleri gibi, Marco Polo’nun anlattığı diğer inanılmaz vakalar içinde daha birçoklarının Asya çöllerinde daha hakikî olduğuna şüphe yoktur.
Marco Polo bir çölden geçerken garip garip sesler işitildiğinden bahseder. Asya çöllerinde daha sonraları seyahat etmiş olan âlimlerin ifâdesine göre bunda da bir yanlışlık yoktur. Çöllerde garip yankılanma hâdiseleri vuku bulduğunu modern kâşifler de kabul ediyorlar. Lop çölün uyuyup kalan veya kervandan ayrılan yolcuların kulaklarına sesler fısıldanırmış, kervan halkının ayak seslerini ve boynundaki çıngırak çalınmalarını duyar gibi olan yolcular bu aksi sese inanır da gece karanlığında bu seslerin geldiği taraflara doğru giderse çölde yollarını kaybederlermiş.
* * *
Marco Polo, kendisinin görmediği ve başkalarından işittiği şeyleri de seyahatnâmesine ilâve etmiştir. Zümrüdüanka kuşu bunlardan biridir. Marko Polo der ki: ‘Bu koca kuş o kadar kuvvetlidir ki bir fili yakalayınca havaya kaldırır, sonra hayvanı yüksekten yere atar, paramparça ettikten sonra kendi de yere inerek avını rahat rahat yer.’
Kitabına ilâve ettirdiği resimler de çok gariptir. Güya Angamanan ismindeki bir adada yaşayan, köpek kafalı insanlar varmış. Bu ada, Bengal körfezindeki Andaman takımadalarından biri olmalıdır.
*Kubilay Han yönetimindeki Çin İmparatorluğu, Polonya’ya kadar genişlemişti.
Kitabın arka kapak yazısı:
15. yüzyıldan itibâren Avrupa’da yaşanan ilmî ve teknolojik alandaki gelişmeler, doğu ülkeleri kadar zengin olma arzusu, dünyâyı tanıma merakı ve cesur kâşiflerin yetişmesiyle birlikte yeni kıtalar, okyanuslar ve denizaşırı toprakların keşfi birbiri ardına gerçekleşti.
Binlerce yıllık medeniyetler, birbirlerinden habersiz geçen yüzyıllardan sonra kaçınılmaz olarak karşılaştılar. Eski Dünyânın insanlarıyla antik uygarlıklar arasındaki dîni, teknolojik, sosyal ve kültürel farklılıklar, elde edilen sayısız zenginliklerin yanı sıra savaş, yıkım ve kaosu da beraberinde getirdi. Öyle ki, antik imparatorlukların sonu gelirken modern dünyânın temelleri atıldı.
Kâşifler, dünyâ çapındaki bu dönüşümün başlıca neferleriydi. Kimi kralına ve ülkesine hizmet edip altın ve şöhret kazanmak için, kimi insanlığa faydalı olabilme ümidiyle ilmî araştırmalar yapmak için, kimi dizginlenemez merakıyla hayallerinin peşine düşüp yeni mâceralara koşmak için dünyânın dört bir yanını keşfetti.
Her birinin hayatı türlü tehlikelerle, tabiatın şaşkınlık verici hârikalarıyla ve tabiatın öfkesine karşı gösterdikleri çabayla doluydu: Açgözlülüğünün ve hırsının kurbanı olup acı içinde ölenler, ülkesinden meteliksiz ayrılıp zenginlik ve şöhret içinde geri dönenler, tabiatın ve ilkel medeniyetlerin bilinmezliklerinde kaybolup kendisinden bir daha haber alınamayanlar, keşfettikleri topraklara hayatını adayıp oraları yurt edinenler, ilmî araştırmalarıyla insanlığın gelişmesine katkıda bulunanlar da oluyordu.
Amaçlaı, hayalleri ve elde ettikleri ne olursa olsun, hepsinin ortak bir yanı vardı. Onlar cesâretleriyle dünyânın bilinmeyen topraklarına korkusuzca adım atarak insanlık târihine yön verdiler.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com WEB: www.bilgeoguz.com
FÂİK SABRİ DURAN: (1882-1943), Türk coğrafyacı, yazar ve eğitimci. 1882 yılında Üsküdar’da doğdu. İlkokulu Ravzaj Terakki okulunda, orta öğrenimini de Üsküdar İdadisi”nde yaptıktan sonra 1908’de Fransa’ya gönderildi. O sıralar morfolojide tanınmış Amerikalı coğrafyacı William Morris Davis’in Avrupa’da konferans şeklinde verdiği derslere de katıldı. 1912 yılında Sorbon Üniversitesi’ndeki öğrenimini tamamlayarak yurda döndü ve burada İstanbul Darülfünun’da kendi öncülüğünde açılan Edebiyat Şubesinde Coğrafya Öğretmenliğine başladı. Henüz öğrenciyken öğrenim görmek üzere gittiği Avrupa’da Güney İngiltere’ye seyahatler yapıp, orası hakkında İstanbul’da çıkan günlük gazete ve dergilerde ‘Avrupa Mektupları’ adı altında yazılar yayınlanmasını sağladı. Başarılarından dolayı Sultan İkinci Abdülhâmid Han tarafından 10 madalyayla taltif edildi. Üniversite şubesinin açılmasına yardımından başka Birinci Dünyâ Savaşı sırasında Almanya’dan dâvet edilen Prof. Erich Obst ile birlikte İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsünün kurulmasına öncülük etmiştir. 1920’den sonra öğretmenlik ve idârî görevlerde de bulunmuştur. Bunların arasında Mülkiye Mektebi, Yüksek Muallim Mektebi ve Mâliye Mektebi de bulunmaktadır. Fâik Sabri Duran, 1941 yılında toplanan Birinci Coğrafya Kongresi’nin çalışmalarına katıldı, ayrıca Türk Coğrafya Kurumunun kurucuları arasında yer aldı. Fâik Sabri Duran’ın ilköğretim dönemlerinde bile coğrafyaya karşı ilgisi bulunmaktaydı. Japon filosunun İstanbul’u ziyâreti sırasında birkaç Japon, subay okulunu ziyâret etmiştir. Küçük Fâik Sabri’nin tahtaya çizmiş olduğu düzgün Japonya Haritası ve Japonya hakkında verdiği bilgiler Japonların dikkatini çekmiş ve onu gemilerine dâvet etmişlerdir. Japonlar küçük Fâik Sabri’ye ipekli kâğıtlara basılmış Japonya resimleri hediye etmişlerdir. Sayıları 100’e yakın olan yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Bir Haftada Devriâlem (1906), Çocuklara Coğrafya Hikâyeleri (1914), Yeni Avrupa Coğrafyası (1915), Amerika ve Avustralya (1916), Beş Kıt’a Coğrafyası (1926), Amelâ Topoğrafya Mümâreseleri (Kanaat 1927), Ulûmu Tabiiye ve Riyâziye Cep Muhtırası (1928), Coğrafya Ders Hazırlıkları, Kanaat Kütüphanesi (1931), Büyük Devletler ve Komşu Hükumetler Coğrafyası (1933), Hayvanlar Âlemi (1934), Arzın Merkezine Seyahat (1934), Nereden Geliyoruz? (1934), Bir Türk Kızının Amerika Yolculuğu (1935), Yeryüzü – Gökyüzü (1935), Akdeniz’de Bir Yaz Gezintisi (1938), İnsanlar Âlemi (1939), Kâşifler Âlemi (1944). Fâik Sabri Duran bu kitabı bitiremeden vefat etmiş, 144 üncü sayfadan sonrası bir heyet kitabı tamamlamıştır. |