Karşıtlık ve Yalakalık Körlüğü

53

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin.” sözünde yatan muhteşem mana kavranıp eyleme dökülse ne görüşülecek gündemi olmadığı için formaliteden açılıp kapan İsviçre Meclisini ne de yeryüzü nimetlerini kardeşçe paylaştığı söylenen Bhutan Krallığını örnek göstermeye gerek kalacaktır.

Bir fikre, kişiye, siyasete, olaya taraftarlığımız ya da muhalifliğimiz bizi kör ediyor. Kişiliğimizi yok ediyor, yükümüzü artırıyor.

İnsanlar bir fikre, düşünce sistemine, ekole taraftar olabilir. Ancak bu taraftarlık onu yalaka, dalkavuk durumuna düşürmemelidir. Kişi yanlış yapabilir, düşünce yanlış olabilir, bu durumda savunucusu olduğumuz fikrin ağırlığını nasıl kaldırabileceğiz? İnsanlar düşüncelerini değiştirebilir, yanlışlarını kabul edebilir, bu doğaldır. Ancak insanların bağnazlık derecesinde taraftar olması bir hastalıktır. Böyle bir ruh hali, ne kolay tedavi edilebilir ne de böyle bir yük kolay taşınabilir.

Ölümüne karşıtlık ya da muhaliflik de sağlıklı bir ruh hali değildir. Siyasi bir muhalefet sözcüsünün, “Kardeşim biz muhalefetiz, iktidar doğru da yapsa biz eleştirmek, karşı çıkmak zorundayız.” dediğini hatırlıyorum. Bu ne biçim bir mantıktır, bu ne iflah olmaz bir ruh halidir, bu ne hastalıklı ahlaktır? Sürekli karşıt olmak, inanın,  insanın kendisine haksızlığıdır. Hangi psikolojik durum, böyle bir yükü kaldırabilir? Bunun adına her şeyi siyah görmek, kendini karanlığa mahkûm etmek, denebilir.

Hikaye bu. Yaptığı bütün güzel, başarılı işlere rağmen kendini bir türlü beğendiremeyen ve kendisi hakkında sürekli eleştiride bulunan medyaya ders vermek isteyen başbakan, gazetecilere gösteri düzenler. Denizi yürüyerek karşıdan karşıya geçer.  Bu maharetini nasıl eleştireceklerini merak eden başbakan, ertesi günü baktığında, gazetelerde “Başbakan yüzmeyi bilmiyor.” diye başlık atıldığını görür. Buna herhalde “Pes!” denir.

Bir gerçek de bizim ülkemizden paylaşalım: “Cumhurbaşkanı yine aldatıldı mı?” diye başlık gördüm sanal medyada. Dikkatimi çekti, okudum. Cumhurbaşkanı lise öğrencilerine yönelik yaptığı konuşmada: ‘Gençler sigara içmiyorsunuz değil mi? Varsa bu kötü alışkanlığınızı terk edin. Bana söz verenler, bakıyorum bir ay sonra karşılaştığımda leş gibi kokuyor. Bu, çok kötü bir alışkanlık.” Bu sözleri alan gazete Cumhurbaşkanının daha önce bir vesileyle söylediği “Aldatıldım.” lafına alaysamalı bir gönderme yapmış.  Böyle bir yaklaşıma ve anlayışa körlük denir, bel altına vurmak denir.

Söz söylemeden önce eksiksiz bilgi, doğru kanaat edinmek, kendini anlatmadan önce karşındaki anlamak; insani değerler açısından çok önemlidir. İlişkileri kolaylaştırır. Kişileri birbirinden nefret ettirmez, birbirine sevdirir.

“Ben gelmedim kavga için / Benim işim sevgi için / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim.” dörtlüğünde Yunus Emre, bu manada, nerede ne yapılması gerektiğini de çok yalın ifade etmiş. Tercihlerimiz, yönümüzü belirliyor, eylemlerimizi biçimlendiriyor. Tercihi sevgi olanlar, kör olsalar da gören göze, sağır olsalar da duyan kulağa sahipler. Tercihi kavga olanların, gözleri sağlam olsa da, görmüyor, kulakları duymuyor. Doğaldır ki, dilleri hakikati söylemiyor.

Unutmayalım, gelecek bizim geleceğimiz, hayat bizim hayatımız; tekrarı yok, hayatımızı zorlaştırmayalım. Peşin peşin muhaliflik veya taraftarlık, hayatı zorlaştırmak, kendi saygınlığını azaltmak, kendini bitirmek demektir. Halbuki sevmek öfkelenmekten, kucaklamak ötekileştirmekten daha kolaydır, sağlıklıdır. Biz farkında olmadan zor olana yöneliyor, kendimizi hasta ediyoruz. Ruhumuzu kirletiyor, aydınlığımızı karartıyoruz, geleceğimizi yaşanmayacak hale getiriyoruz.

Stephan Hawking gibi, dünyanın bir gün yaşanmaz hale geleceği için uzayda koloniler kurulması gerektiğine inanmaya, iddia etmeye gerek yok. O kolonin çekirdeği biziz. Doğru yerde, şahsiyetli duruşla koloninin mimarı biz olabiliriz.