Kardeşlik Hukuku ve Kur’an (8)

48

Hasta bir insan; ilacı kullanmadığı hâlde ‘ilaç, ilaç’
diyerek iyileşebilir mi? Demek ki insan hastalığın öldürücü olabileceğine
inandığı kadar, mübarek “Bismillah” kelimesinin etkili olduğuna da inanması
lâzımdır ki, bu tılsımlı söz tesir ve etkisini göstersin. Kendisinden bekleneni
verebilsin.

     “Bismillah”
tılsımının açılması ise ancak tam bir teslimiyetten geçer. Başka bir deyişle
“Bismillah” tılsımı, ancak kalbi selim / temiz kalple açılır.

     Hz. Mevlânâ bir
gün talebeleriyle bir çayırlığa gider. Otururlar. Hepsi Hz. Mevlânâ’yı çepe
çevre sarar. Sohbetini dinlemeye başlar. Fakat hiçbir şey anlamazlar! Çünkü
çayırdaki yüzlerce kurbağanın vırak vırakları Hz. Mevlânâ’nın sözlerini
bastırır ve anlaşılmasını engeller. Bu durum karşısında Hz. Mevlana yerinden
yavaşça doğrulur. Kurbağalara doğru döner. Yanındakilerin duyabileceği bir
sesle şöyle seslenir:

     -Ya siz konuşun
ben dinleyeyim. Ya ben konuşayım siz dinleyin.

     Bir anda
vıraklamalar kesilir. Çayırdan çıt çıkmaz olur.

     Nasıl oldu da,
çayırlık sessizliğe büründü derseniz, derim ki:

     Mevlana
Hazretleri, insan olarak yeryüzünün halifesi olduğunu, “Bismillah” / “Allah
adına” hareket ettiğini kurbağalara gösterebilmiş. Allah adına konuştuğu için,
kendisine uymaları gerektiğini onlara manen iletebilmiştir.

     Çünkü tüm canlı
cansız varlıklara; insanın; karşılarına “Halifeyi rûy-i zemin. / Yeryüzünün
Halifesi.” olduğunu gösterir manevî resmiyetiyle çıkması hâlinde; insana boyun
eğmeleri gerektiği. Çünkü İnsanın onların varlık sebebi olarak yaratıldığı.
İşte sırf bu yüzden, insana itaatle yükümlü oldukları ilham edilmiş,
benliklerine yerleştirilmiştir.

     Daha doğrusu
“Bismillah” kimliğiyle, “Bismillah” parolasıyla, “Bismillah” hüviyetiyle
onların karşısına çıkacak insanın; emrine râm olmaları mâhiyetlerine / içlerine
konmuştur.

     Evet bu
“Bismillah” tılsımını bizim dudaklarımız da söylüyor. Söylüyor ama dudaktan
dudağa fark var. “Bismillah” lâfını Papağan da söyleyebilir. Ne olur derseniz?
Ne olacak? Sözü insan sözü olur, ama özü insan olmadığı için bir şey ifade
etmez.

     İşte bizler de
“Bismillah” lâfzını ağzımızdan eksik etmiyoruz ama papağancasına! Asıl olan ise
insancasına söyleyebilmek. Şüphesiz, herkes “Bismillah”ın hakkını tam olarak
yerine getiremez. Bu bizi ümitsizliğe yöneltmesin. Çünkü ameller, niyetlere
göre değer ve anlam kazanır. Biz her yerde, her zaman bu “Ne büyük tükenmez bir
kuvvet” olan “Bismillah” kelâmını söylemeli. “Ne çok bitmez bir bereket” olan
“Bismillah” sözünü zikretmeliyiz.

     Çünkü niyetimiz
hâlis, muhlis, samimi ve içtendir. İnşâllah bu parolamız, Allah katında makbul
sayılacak, O’nun rahmet kapılarının açılmasına da vesile olacak. Bizler bu “Ne
büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket.” olan parola hükmündeki
“Bismillah” sözünü her fırsatta söylemekle, İlâhî mecra ve yolda olduğumuzu da
kanıtlarız. Zaten mecra / rota ve yolda olana ise, netice / sonuç müyesser ve
nasîb olur. Öyleyse bu söze devam edene olsun netîce mukadder.

     Kaldı ki, “Yeis,
mâni-i her kemâldir.” / “Ümitsizlik, her gelişmenin engelidir.” Yüce Allah’ın
en sevmediği kul, kendisinden umudu kesendir. “Ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne
çok bitmez bir bereket.” olan “Bismillah” 
sözüne devam vesselâm.

     Bizler hep yolda
olmakla yükümlüyüz. Vardırmak O’nun işi. Biz bize düşeni yapmaktan sorumluyuz.
Tabii O’nun işine karışmamak da baş görevimiz. Hani Karıncaya sormuşlar:
“Nereye?”  Demiş: “Kâbeye.” “Bu ayaklarla
mı?” Demiş: “Hiç olmazsa yolunda olurum ya.” Evet bizler, yolunca ve yordamınca
yolda olmakla mükellefiz. Varırız varmayız, sonuç alırız almayız, o bizim
işimiz değil. Öyleyse bizler “Bismillah, her hayrın başı.” olduğu için, bu
mübarek kelimeyi ömrümüzün parolası yapmakla yükümlüyüz.

     “Bismillah” aynı
zamanda İslâm nişanıdır. Nitekim her doğan çocuğa bir kimlik çıkarılır. Çocuğun
resmen edindiği ilk şey kimlik kartıdır. Böylece çocuğun vatandaşlığı
gerçekleşmiş olur. Çünkü vatandaşlık bir intisap, bir mensubiyet ve bir
bağlanıştır. Doğan her çocuk, bu şekilde devletle irtibatlandırılmış / devletle
ilk bağı kurulmuş olur. Artık o, devletin bir ferdi ve bireyidir. Sırasında
kimliğini göstermesi ondan istenir. Bundan dolayıdır ki, ancak bu şekilde hür
ve rahat dolaşım imkânına kavuşur.

     Rahat hayat ve
yaşama hakkını, ancak bu şekilde elde eder. İstendiğinde, kimliğini
göstermediği takdir de tutuklanır. Vatandaşlık haklarından mahrum edilir.
Hürriyetinden yoksun kılınır. Tutsak işlemi görür. Çünkü kimliksizdir.
Kimliğini, yani vatandaş olduğunu belirten resmî belgesini ibraz edememiş /
gösterememiştir.

     Demek ki yurt
içinde bile, kişinin kimliksiz dolaşması, başına çok işler açar. Onu zor
durumda bırakır. Çünkü kimliksiz olmakla ortada kalmış. Devletle irtibatını
sağlayan belgenin bulunmayışı, başını derde sokmuştur.

     Kimlik kartı, yurt
içinde ne kadar önemliyse, pasaport da yurt dışında, kimlik kartı yerinde
olarak, o nispette mühimdir. Çünkü yurt dışına pasaportsuz çıkamadığımız gibi,
yurt dışında pasaportsuz dolaşamayız. Çünkü pasaport almamakla o dış ülkeyle
bağ kurmamış, o ülkenin iznini almamış, bilgisi dairesine girmemiş oluruz. Bu
da bizim ilk fırsatta tutuklanmamız veya sınır dışı edilmemizle sonuçlanır.

     Kimlik / pasaport
/ parola sayılan “Şu mübarek kelime (Bismillah sözü aynı zamanda) İslâm
nişanıdır.” O’nsuz / Bismillahsız olarak, yeryüzünde istediğimiz gibi hareket
edemez. Kendimizi cansızlar, bitkiler ve hayvanlar karşısında yalnız hisseder.
Hatta onların düşmanlığını üzerimize çekeriz.

     İşte “Bismillah”
söylemi, varlıklara karşı sözlü bir pasaport ibrazı / gösterimidir.  

Önceki İçerikKardeşlik Hukuku ve Kur’an (7)
Sonraki İçerikBoğaziçi Oldu Nahoş
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.