Kapana Girdiğimizin Farkında mıyız?

105

Birlikte olmaktan sıkılmıştık, fazla geliyorduk birbirimize.
Zamanı ve mekânı paylaşma sebebi olan bayramlarımızda bile birbirimizden
kaçıyor, tatil beldelerinde akrabalarımızdan uzak kalmanın özgürlüğünü
yaşıyorduk. Birbirine bakarak hayat bulan gönüller küçüldüğü için geniş
evlerimizde misafirlerimizi ağırlamaz, hatıralarımızı yâd etmez olmuştuk.

 

Düğün, cenaze işleri bir şekilde geçiştirilmeliydi. Ya
geçerken uğranılır düğüne, ya musalla taşından uğurlanırdı cenaze. Öyle ya
güler yüzümüze hasret anne ve babamızla, bizde emeği olan dayı ve teyzemizle,
aynı hatıralarla büyüdüğümüz arkadaş ve dostumuzla geçirilecek vakit, bir zaman
kaybıydı.

 

Değerli yalnızlık diye bir söylem geliştirmiştik, saygılı
birliktelik yerine. “At binenin, kılıç kuşananın.” diyerek kendimize kontrolsüz
hız vermiş, gaspçılığı meşrulaştırmıştık. “Bal tutan parmağını yalar.” diyerek kazanma
iştahının esiri olmuş, hırsızlığı mübâhlaştırmıştık. “Devlet malı deniz,
yemeyen domuz.” diyerek yemeyenlere enayi gözüyle bakmıştık. “Kol kırılır; yen
içinde kalır” diyerek her türlü pisliği yapanları gizleyip onlara yataklık yapmıştık.
Baktık ki kurduğumuz sistem bizi biz olmaktan çıkardı, fıtratımızı kirletti;
huzuru başka yanlış vadilerde, insani olmayan formüllerde aradık.

 

Dünyevileştik, bencilleştik, değerbilmez olduk. “Kendine gel.”
uyarısı yerine “Bize gel.” daveti yaptık; gelenleri de iğdiş ettik. “Veren el,
alan elden değerlidir.” öğretisi yerine alma uyanıklığını tercih ettik. “Ne
verirsen elinle, o gelir seninle.” parolasına rağmen vermekten, paylaşmaktan
kaçındık. Egosantrik bir hayatın ilahı olduk.

 

Bize imtihan olarak verilen
hayatı, fani olduğu bildirilen dünyayı cehenneme çevirmiş, emanet olarak
verilen eşyanın kulu olmuştuk. Arkasından gelecek tehlikenin fare kadar
farkında olmamıştık. Ev sahibinin kapan kurduğun gören fare bunu gider tavuğa
haber verir. Gıdaklamaya ara veren tavuk “İyi ama senin için bir sorun olsa da
bunun beni ilgilendiren bir tarafı yok, sen düşün bunu.” der fareye. Tavuktan
yüz bulamayan fare bahçedeki koyunun kapısını çalar. Koyun da: “Üzgünüm fare
kardeş, yapabileceğim bir şey yok, senin için dua edeceğim.” der ve fareye yolu
gösterir. Bu defa ahırdaki öküze yönelir fare: “Evde kapan var, kapan var.” diye
bağırır. Öküz, “Vov, senin için üzüldüm, burnumu sokabileceğim bir şey değil.”
diye savuşturur fareyi. Derdini kimseye anlatamamış vaziyette yuvasına döner
biçare fare.

 

O akşam bir gürültü olur. Eve bir
yılan girmiş, kuyruğunu kapana kaptırmıştır. Gece karanlığında durumu anlamaya
çalışan kadını yılan can acısıyla ısırır ve zehirler. Evin erkeği karısını
hastaneye götürür, tedavi ettirir, ancak halsiz düşen kadına bir tavuk suyu
çorba yapmak aklına gelir ve tavuğu güzelce keser. Kadın bir süre iyileşmez,
ziyaretine eş dost gelir. Adam, gelenlere bir şey ikram etmelidir. Koyunu
keser, misafirlerini memnun eder. Günler geçer ki kadın zehrin etkisiyle ölür.
Cenaze kalabalıktır, uzaktan yakından gelenler aç gönderilmemelidir. Adam,
öküzü keser, konuklarını doyurur. Olan biteni deliğinden seyreden fare, şimdi
bilgeliğinden dolayı sevinsin mi yaşananlardan dolayı üzülsün mü?

 

Bu dünyada tek değiliz, tek
yaşayamayız. Yaşamamız, toplumsal; hesabımız, 
bireysel. İyilik de kötülük de yankılanıyor. Okyanustaki martının kanat
çırpışı, Marmara’da dalgaya dönüşebiliyor. Sorumsuzluk, bencillik, en büyük handikabımız.
Son dönemdeki yaşantımız da yanlıştı, bizim için egemenlerin kurmaya çalıştığı
yenidünya düzeni de yanlış. Dünya kötülerin elinde, iyiler hala gaflet içinde.

 

Dijital teknoloji, insanı
yalnızlaştırıyor. Yapılan her icat, bulunan her yenilik, hayatı kolaylaştırmayı
gerektirirken yeni bir kötülüğün kapısını aralıyor. Nükleer denemeler, genlerle
ilgili çalışmalar, uzaydaki yarışlar, hiç de insanlığın hayrına görünmüyor.
Kirletilen denizler, türü sona eren canlılar, zehirlenen topraklar, bunalıma
düşerek intiharı tercih eden insanlar bize çok şey anlatmalı; maalesef anlayan
yok.

 

Yanlış formül veya yöntem fizik ve
matematikte yanlış sonuca götürür. İnsanların birbirlerine düşmanlığı,
yalnızlık tercihi, birbirinden kaçışı, Kovid-19 adlı belanın insanlığı esir
etmesi bir sonuçsa yol ve yöntemin yanlış olduğunu düşünmek zorundayız. Kapan,
içimizde, evimizde, dünyanın her yerinde. Kapanın kuruluşuna şahit olan,
tehlikesini hisseden ve sonucunu gören fare kadar da mı basiretli değiliz?
Maalesef, kimse üzerine alınmasın, ama her birimiz öykücükteki koyun ve öküz
tavrındayız.

 

Yılanın zehri sebebiyle ölmek
istemiyorsak, fareyi anlamak zorundayız. Her koyun kendi bacağından asılır,
lakin kokusu mahalleyi sarar. Yaşanan sıkıntılar, duyma, görme yeteneğini
kaybetmeyenleri uyarıyor: Hiçbir yaratılmışa düşman gibi davranmayın, onun bir
emanet olduğunu bilin, varlığına şükredin.

 

Karanlığın koyuluğu, ışığın
zayıflığındandır. Birbirimizi sevmek, rehabilite etmek zorundayız. Kaçarak
değil, kucaklaşarak; ayrışarak değil, anlaşarak; alarak değil, vererek; gasp ederek
değil, paylaşarak; kötülüğe ve kötülere teslim olarak değil, direnerek hem
yaşayabilir hem yaşatabiliriz.

Ahiret otobüsüne hangi duraktan
bineceğimiz önemli.