Başbakan R.T. Erdoğan “çılgın projesini” açıkladı. İstanbul’un batısında Karadeniz ile Marmara’yı birleştirecek yaklaşık 50 kilometrelik bir kanal yapılmasının planlanmakta ve böylece İstanbul Boğazı’nda tanker ve gemi trafiğinin yarattığı tehlikelerden korunması hedeflenmekte. Ayrıca İstanbul’un gelişimi bu tarafa kaydırılacağından, şehircilik ve konut yönü ağırlıklı bir proje olarak dikkati çekmekte.
Proje, muhalefet tarafından “Türkiye’nin yatırım önceliği açısından yanlış bir proje olduğu,” “yeni rant alanları yaratma çabası olduğu” ve “içinde insan olmadığı” gibi tezlerle eleştirilmekte.
Buna karşılık mesela, ABD’de faaliyet yürüten mimarlık ve mühendislik sektörünün önde gelen firmaları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kanal İstanbul adlı projesinden övgü ile söz ediyor.
Ben bu konuyu 19 Ekim 2010 tarihinde yazdığım bir yazıdan alıntılarla yeniden değerlendirmelerinize sunuyorum:
Türkiye’miz için “heyecan verici projelerin” hazırlanması ve bu projelerin etap etap hizmete sokulmasını her Türk vatandaşının memnuniyetle karşılayacağı şüphesizdir. Ancak bazı hususların göz ardı edilmemesi çok önemlidir.
Türkiye’nin tasarrufları yatırımları yapmak için yetersizdir. Dış kaynak kullanmak suretiyle büyümek durumundayız.
Yabancı sermayenin gelmesi için iyi para kazanacağını görmesi lazım. Türkiye’nin en ucuz maliyetli, ödemesi en kolay krediyi kullanması ve projeden sağlanacak faydanın azamisini ülke ekonomisine kazandıracak tedbirleri almak ta hükümetin görevi.
Projelerin öncelik sıralamasını çok iyi yapmak zorundayız. Osmanlı Devletinin aldığı ilk dış borçlarla Dolmabahçe Sarayı gibi verimsiz, geri dönüşlü olmayan yatırımlar yaptığını ve bunun sonuçlarını hatırlarsak bu sözün önemi daha iyi anlaşılır.
Dar gelirli bir ailenin uzun vadeli kredilerle, evine öncelikli ihtiyacı olmayan eşyalar alması, bugünkü yaşantısını renklendirici harcamalar yapması ilk başta aile fertlerini mutlu eder. Fakat uzun vadede yaşacak sıkıntıların ve var olan varlıkların da kaybına yol açacak hesapsızlıkların bedeli ağır olabilir.
Ekonomi Tetikçilerine Dikkat!
Büyük devletler ve uluslar arası dev şirketlerin geri kalmış ve gelişmekte olan ülke kaynaklarını sömürmek ve siyasi, askeri taleplerini gerçekleştirmek için ekonomik projeleri kullandığına dair John Perkins‘in yazdığı “Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları” isimli kitabını okumuş veya hakkında yazılanları duymuş olabilirsiniz. Kendisi de bir ekonomi tetikçisi olan Perkins’in yazdıklarını kısaca hatırlatmak istiyorum.
“Zengin ülkeler (Türkiye gibi) fakir ülkelere ‘Ekonomi Tetikçisi‘ gönderiyor. Ekonomi tetikçileri ‘uzman olarak’ ülke sorunlarını inceliyor. Raporlar hazırlıyor, projeler geliştiriyor. Bu projelerin bir an önce yapılması gerektiğine kamuoyunu ve hükümetleri inandırıyor. Sonra da bu projeleri hangi firmaların yapabileceğini, hangi kuruluşların kredi verebileceğini söylüyor…
Ülkenin gündeminde olmayan, önceliği olmayan projeler, öncelikli işler haline geliyor. Ülkeler teklif edilen kredileri (bir fırsat, bir nimet imişçesine) kabul ediyor.”
“Sonuçta ülke, kendi önceliği olmayan projeler yüzünden büyük borçlar altına giriyor. Borçlanan ülke “Ekonomi Tetikçisi”ni yollayan zengin ülkeye ‘bağımlı’ duruma geliyor. İşte o çizgiden sonra devreye zengin ülkenin politikacıları giriyor. ‘Bağımlı ülkeyi’ istedikleri biçimde kullanıyor.”
Perkins anlatıyor: “Ekonomi tetikçisi olarak bizlerin amacı küresel imparatorluk kurmaktır. Bizler, diğer ülkeleri şirketlerimizin, hükümetimizin, bankalarımızın kölesi haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir grubuz. Mafyanın yaptığı iyilikler gibi Ekonomi Tetikçileri de görünüşte bazı iyilikler yapar. Örneğin elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, teknoparklar gibi altyapı hizmetleri için borç temin ederler. Bu borçların önkoşulu, bütün bu projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir. Aslında paranın çoğu Amerika’yı hiç terk etmez (..) transfer edilir.”
“Para hiç vakit geçirmeden şirketlere (kreditörlere) döndüğü halde borçlu ülkenin anapara artı faizin tamamını ödemesini isteriz. Eğer Ekonomi Tetikçisi çok başarılı ise borç tutarı o kadar büyük olur ki, birkaç yıl sonra borçlu ülke ödemeleri aksatır. Bu olduğunda biz de mafya gibi diyetini isteriz. Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın isteği doğrultusunda oy verme, askeri üs kurma veya petrol gibi değerli kaynaklara el koyma şeklinde olabilir bu diyet…”
“Bir ülkenin ekonomisi tamamen ele geçirildikten sonra, tüm temel organları yavaşça ele geçirilir. Devleti devlet yapan kurumlar paramparça edilir. Siyasetine, ordusuna, polisine, yargısına, eğitim sağlık sistemlerine sızılır. Ülke felç edilir.”
“Eşzamanlı olarak etnik ve dini gruplar kışkırtılır. Feodal ağalardan uyuşturucu baronları yaratılır. Milli dokular bozulur, millet içine ‘halkların özgürlüğü‘ tohumlanır, ‘kendi kaderini tayin hakkı‘ isteyen halklar, ne hikmetse hep petrol bölgelerinde ortalığı kasıp kavurur..”
Ekonomi Tetikçisi kullanmak sadece ABD’ye mahsus değil. Büyük ülkeler ve güçlü şirketlerin çoğunun benzeri usuller kullandığını söyleyebiliriz.
Önemli bütçe kullanan Belediyelerde de, yeterli teknik ve entelektüel kapasitede yönetici ve teknik elemanları olmadığı halde, yöneticilerin birden ufuklarının açılıp, büyük projelere soyunmaları, bu kurumlara da ekonomi tetikçilerinin yardımcı(!) olduğunun bir göstergesi olabilir.
Ulaştırma Bakanlığı bana bu hükümetin en başarılı bakanlıklarından biri gibi görünüyor. Teknik açıdan büyük projeleri gerçekleştirmenin heyecanını taşıyan bir kadro olduğunu seziyorum. Fakat işler sadece teknik bir konu değil.
Ülkemizin büyük kaynaklarına mal olacak ve gelecek nesillerin hayatını etkileyecek projelerin her yönüyle incelenmiş, öncelik sıralaması yapılmış, kredilerin ödenebilirliği, projelerin verimliliği, “bağımsızlık- karşılıklı bağımlılık” çizgisinin hesap edilmiş olduğunu ümit etmek istiyorum.