Yazının
başlığını her ne kadar, muhalefetin olanca gücüyle karşı çıktığı Kanal İstanbul olarak koydu isem de bu
yazımda kanalın faydalı mı, yoksa lüzumsuz bir yatırım mı olduğu meselesine
girmeyeceğim. Sadece şu kadarını ifade edeyim ki, bu memleket de hiçbir yatırım
lüzumsuz değildir. Hiçbir eser çalakalem yapılmamaktadır. Zira planlı döneme
girildikten sonra yapılacak olan bütün işlerin mutlaka, önceden planı programı yapılıp,
ödeneği de ayrıldıktan sonra o işe başlanmaktadır. Nitekim Kanal İstanbul da uzun
zamandan beri kamuoyununun gündemini işgal etmektedir.
Ak
Parti döneminde büyük yatırımlar için, KÖİ (Kamu Özel İşbirliği) veya eski
tabirle YİD (Yap- İşlet- Devret) finans modeli tercih edilmiştir. Devletimizin
kaynakları kısıtlı olduğu için tercih edilen bu finans modeli uygulanan
yatırımların milletimize maliyetlerini menfi bir şekilde etkilemiyorsa yani
yatırımların daha pahalıya mal olmasına sebep olmuyorsa faydalı bir sistem olarak
kabul edilebilir.
Ancak
geçmişte CHP’li bir belediyenin bu modelle yaptırdığı “Yuvacık Barajı”nın
maliyetinin devletin kendi imkânları ile yapması halinde olabilecek maliyetin
çok üstünde olduğu biliniyor ve hiçbir zamanda unutulmuyor. Ak Parti, uzun
zaman bu konuyu tenkit ederek iktidar oldu. Mutlaka bu konudan ders çıkarmış ve
milletimize maliyetlerinin en az olması için gereken hassasiyeti göstermiş
olmalıdır.
****************************
Büyük
Yatırımların Finansman Modeli
Ak
Parti dönemlerinde,“İstanbul- İzmir Oto
Yolu, Gazi Osman Paşa Köprüsü,
Üçüncü Boğaz Köprüsü, İstanbul 3. Hava Limanı, Marmaray, Avrasya Tüneli, Şehir
Hastaneleri” gibi büyük yatırımlar,
“geçiş/ yolcu/ hasta garantisi” verilerek, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ)
eski tabirle “Yap- İşlet- Devret” usulüne göre yapılmıştır.
Öyle
tahmin ediyorum ki, “Kanal İstanbul”
da daha önce yapılmış bulunan bu büyük yatırımlarda olduğu gibi aynı esaslar
dahilinde geçiş garantisi verilerek YİD modeliyle yapılacaktır.
Muhalefet
partileri ise, memleket hayrına olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe bulunmayan
adı geçen eserler ile buna benzer bütün eserlerin yapılmasına, evvelden beri
muhtelif bahaneler ile karşı çıkmışlardır. Şöyle ki:
1965
yılında yapımına başlanan Keban Barajı’nın yapılmasına da o günün Ana Muhalefet
Partisi şiddetle karşı çıkmıştı. Hatta öyle ki, üretilen enerjinin
kullanılmayıp toprağa verileceğini dahi iddia etmişlerdir. Bu iddialar, o günün
bütün günlük gazetelerinde haber olarak yayımlanmıştır. Hâlbuki Keban Barajının
kurulu gücü 1330 Megawatt olup, yılık enerji gücü 6 milyar KWh’dır. Türkiye’nin
geçen yılki elektrik tüketimi 290,4 milyar kilolvat saat.
Bilindiği
üzere daha sonraki yıllarda Atatürk
Barajı, Hirfanlı Barajı, Derinöz Barajı,
Artvin Yusufeli ve Deriner Barajları ve
son yıllarda yapılan, Prof. Dr. Veysel
Eroğlu Barajı ile burada ismini sayamadığım daha birçok baraj yapılmış
olmasına rağmen, halen üretilen elektrik miktarı memleketimizin ihtiyacına kâfi
gelmediği için yurt dışından ithal edilen doğalgaz ile elektrik üretilmektedir.
Diğer
taraftan muhalefet, daha evvel de 1. Köprüye karşı çıkmış, 2. Köprüye karşı
çıkmış, 3. Köprüye zaten karşı çıkmış, Avrasya Tüneline karşı çıkmış.
Zira bu tünel zaten çökecekmiş. Marmaray’a karşı çıkmış. Çünkü bu tünel
de tarihi yapıyı bozuyormuş. İstanbul Havalimanı’na da karşı çıkmışlar. Çünkü
bu havaalanı da Atatürk Hava Limanı’nın ismini silmek için yapılmış. İzmir
Otoyoluna karşı çıkılmış. Bu yol doğayı bozuyormuş. Kuzey Marmara Oto
Yoluna karşı çıkmışlar. Çünkü bu yola lüzum yokmuş. Çanakkale Köprüsüne
karşı çıkmışlar. Kim geçecekmiş bu köprüden demişler. Her ne hikmetse vakti
zamanın da Osman Gazi Köprüsüne de karşı çıkmışlar. Buradan da
anlaşılacağı üzere, memleket hayrına yapılmış ne kadar eser varsa hepsine muhalefet
etmişler, karşı çıkmışlar.
Bu arada biraz da 1. Boğaz Köprüsünün yapıldığı
yıllardan bahsetmek istiyorum. Zira o yılları yeni nesil pek hatırlayamayabilir.
1. Boğaz Köprüsü’nün temeli 15 Şubat 1970 tarihinde atılmış olup, 30.10.1973
tarihinde açılışı yapılmıştır. Ne garip tecellidir ki, temeli Adalet Partisi
Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman
Demirel tarafından atılan köprünün
açılışı, köprünün yapılmasına şiddetle karşı çıkan ve o tarihte Başbakan olan
Bülent Ecevit tarafından yapılmıştır. Bülent
Ecevit, Köprüye o kadar muhalefet etmiştir
ki, bu işi o tarihlerde partisinin en mühim bir meselesi haline getirmiştir.
Şöyle ki:
1970 yılında İstanbul’da yapılan ara seçimde boş
bulunan bir senatörlük için ara seçim yapılmıştır. Bu seçimde Adalet Partisinin
adayı, 1971 Mart muhtırasından sonra kurulan Askeri Sıkıyönetim Mahkemesinde
Sıkıyönetim Başsavcılığı görevini ifa eden Faik
Türün, Cumhuriyet Halk Partisi’nin
adayı da Besim Üstünel olmuştur. Seçimde CHP’nin yegâne propaganda malzemesi “Köprüye hayır”olmuştur.
Öyle ki, “Köprüye hayır” afişleri, İstanbul’un bütün sokaklarını işgal etmiş ve
bu arada bazı CHP’liler de yapılan köprüden geçmeyeceklerini ifade etmişlerdir.
Yapılan seçim neticesinde, Besim Üstünel o tarihte İstanbullulardan 750 bin oy
almak suretiyle senatör seçilmiştir. Şu hususu da ifade edeyim ki, muhalefet o
zamanlar 1. Boğaz Köprüsünden ziyade, Zap Suyunun üzerine köprü
yapılmasını istiyordu.
****************************
Muhalefetin
Kanal İstanbul’a Karşı Çıkış Sebepleri
Maalesef, Ülkücü kardeşlerimizin vermiş olduğu
oylar ile İBB Başkanı olarak seçilmiş bulunan Ekrem İmamoğlu da yapmış
olduğu bir konuşma da “Kanal İstanbul Projesinin içinde kim varsa, (imzalayan, yapan, ihaleyi alan ve saire)
basit şekilde bu süreçten sıyrılamazlar. Hukukun önünde hesap vereceklerdir”
demek suretiyle, yapılacak olan kanala bütün öfkesiyle karşı olduğunu çok açık
bir şekilde ifade etmektedir.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer muhalifler Kanal İstanbul yapıldığı takdirde şu mahzurların doğacağını iddia ediyorlar:
“Terkos Gölü’ne karışacak tuzlu su ile göl, ebediyen
su kaynağı sıfatını kaybedecek. Kanal beklenen deprem riskini tetikleyecek. Kanal
çevresindeki yapılaşma, kısa zamanda sıcaklık-nem-rüzgâr rejimini değiştirecek.
İstanbul’a 1,2 milyon yeni nüfus eklenecek. 8 milyonluk nüfusu bir adaya
hapsetmek durumuna yol açacak. Karadeniz balıklarını ve balıkçılığını yok
edecek. Çevre faciasına yol açacak. Marmara Denizi Karadeniz’den gelen su ile
kirlenecek, burada balıkçılık bitecek.”
İleri
sürülen bu iddiaların çoğunun hakikati ifade etmemesine rağmen, yinede devletin
bu iddiaları incelettirdiği, ÇED raporları hazırlatıldığı ve bu riskleri
ortadan kaldırıcı tedbirlerin alındığı kanaatindeyim.
Ayrıca muhalefet, İstanbul Boğazından geçişi
düzenleyen ve Türkiye için hayati ehemmiyete haiz olan Montrö Sözleşmesinin delineceği, Kanal’a
verilen geçiş garantisinin hiçbir zaman tutmayacağını ve bütçede bir kara delik meydana getireceğini de
ifade etmektedir.
Şayet doğru
ise, şu anda “garanti
edilen kanaldan geçecek gemi sayısının, İstanbul Boğazından geçen gemi
sayısının iki katı olduğu”
söylenmektedir. İstanbul Boğazının kapatılması uluslararası sözleşmeye göre
mümkün değildir. İstanbul Boğazının kapatılması ve bütün gemilerin Kanal’a
yönlendirmesi mümkün olsa bile verilen garantinin yüksek olduğu görülmektedir.
Ümit ediyorum ki, Bakanlık bu hesapları gözden geçirecek, gemilerin bedava olan
İstanbul Boğazı yerine ücretli Kanal’dan geçmesini teşvik edecek sebepleri
açıklayacaktır.
Yukarıda
yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Muhalefet Partisinin 1950’ li yıllarda
sahip olduğu muhalif olma ve her şeye karşı çıkma zihniyeti ne ise bugünde
aynen devam etmektedir. Allah’a şükürler olsun ki, karşı oldukları bütün
yatırımlar, iş başında bulunan hükümetlerin kararlı iradesi sayesinde vaktinde
tamamlanmak suretiyle, Milletin istifadesine sunulmuş bulunmaktadır. Bu
cümleden olarak da Kanal İstanbul da Allah’ın izniyle, planlanan süre zarfında
yapılacaktır. Kanalın yapılması halinde ise, bundan başta İstanbul halkı olmak
üzere, bütün vatandaşlarımız faydalanacaktır. Muhalefet ise, her zaman olduğu
gibi yine karşı çıktığı ile kalacaktır.
Bu
meyanda, şu hususu da ifade edeyim ki, böylesine büyük bir yatırım için toplum
mutabakatını sağlamak çok mühimdir. Bu itibarla, kanal projesini yürüten
devlet yetkilileri, tereddütleri bertaraf etme bakımından, sorulara cevap
vermeli, endişeleri gidermelidir.
****************************
Kanal
İstanbul İsmi Yanlıştır, Doğrusu İstanbul Kanalı Olmalı
Esas
yazımızın konusu olan “KANAL İSTANBUL”meselesine
gelince, ben şahsen kanala verilen bu ismin yanlış olduğu kanaatinde
bulunmaktayım. AK PARTİ Gençlik Kollarının 6. Kongresinde yapmış oldukları
konuşma da “Tarihte dinini, dilini, kültürünü ve değerlerini kaybedip de
varlığını devam ettiren bir topluluğun olmadığını” ifade eden Değerli Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan’a böyle bir ismi nasıl kabul ettirdiklerini anlamakta
zorlanıyorum.
Kanalın
isminin İSTANBUL KANALI olmasının daha
doğru olacağına inanıyorum. Çünkü Kanal
İstanbul Türk dilinin tamlama kurallarına uymamaktadır.“Türkiye
Türkçesinde son yıllarda iyelik ekinin atılarak kullanıldığını
görüyoruz. Bunun neticesinde meydana gelen tamlama şekilleri, Türkçe isim ve
sıfat tamlaması yapısını büyük ölçüde tahrip etmiştir.”
“Kanal
İstanbul” ismi de bu konuda kötü bir emsaldir. Doğrusu İstanbul Kanalıdır.
Kanal
İstanbul’un yanı başında ki boğaza İstanbul
Boğazı denildiğine göre, bu kanala niçin İstanbul Kanalı denilmesin ki. Nitekim Başkanımız Recep Tayyip
Erdoğan 14 Nisan 2021 tarihinde Millet Kütüphanesi’nde gençler ile bir araya
geldiği toplantı da yapmış oldukları konuşmada, İstanbul Kanalı İfadesini kullanmışlardır
Mühim
bir mesele olarak telakki ettiğim bu hususu, siz değerli okuyucularım ile
paylaşmak istedim. 15.04.2021