Kahramanmaraş merkezli, 10 ilimizi
etkileyen ve aynı gün içinde yaşanan iki büyük deprem felaketinin acısı her
geçen gün artıyor. Görünen o ki 1999 Gölcük/ Kocaeli merkezli depremi de aşan
ağır bir hasar ortaya çıkacak.
Fakat toplumuzun millet olma vasfının
böyle bir zamanda adeta şahlanışa geçtiğini görüyoruz. Türkiye’nin her yerinde
kendiliğinden harekete geçen bireysel ve toplumsal inisiyatiflerin kan verme,
nakdi ve ayni yardımlar yapma ve bizzat arama kurtarma çalışmalarına gönüllü
katılmaları göz yaşartıcı boyutta.
Arama kurtarma çalışmalarına katılan,
soğuk ve olumsuz şartlarda çalışmanın yorgunluğunu enkaz altından bir canlı
çıkarmanın mutluluğuyla unutan kahramanlar görüyoruz. Fedakârca çalışan
sağlık mensupları, güvenlik görevlileri, AFAD üye ve gönüllüleri kahramanlık
hikayeleri yazmaktalar.
Bütün bu kahramanlıklara ve halkımızın
fedakarlıklarına rağmen manzara çok kötü.
Deprem çok geniş bir alanda etkili oldu ve
gerçekten büyük yıkım yaptı. Tamamen yıkılan bina sayısı resmi rakamlara
göre 6444. (10 bin olduğunu iddia edenler de var.) Tespit edilen can
kaybı 12.873’ e ulaştı. Kurtarma çalışması yapılan enkaz sayısının oranı
hala çok düşük. Zaten içinde insan bulunan bir enkazın tamamen taranması bir
hafta alabiliyor.
Bu durumda Prof. Övgün Ahmet Ercan
şöyle bir hesap yaptı: Yıkılan binaların ortalama kat sayısı 4, daire sayısı 8
olsa ve her dairede 4 kişi enkazda kaldığı varsayılırsa yaptığı 48 bin dairede
192 bin kişi olabilir. Sağ çıkarılan sayısı 8 bin (bu arada 10 bine ulaşmış
olabilir) düşüldüğünde bile kabaca 180 bin kişinin enkaz altında olduğu
gibi bir dehşet gerçekle karşılaşıyoruz. İyimser olmaya çalışarak 80 bin
kişinin ilk depremde yıkılmayan binalardan çıktığını ve ikincisinde yıkılan
binaların boş olduğunu farz etsek bile 100 bin kişinin enkaz altında
olması çok büyük rakam.
Ölen ve yaralananların yarattığı acının
bir ölçüsü yok. Ama bu hasarın bir de ekonomik boyutu var. Yine Prof.
Dr. Övgün Ahmet Ercan kabaca bu hasarın 50 Milyar dolar mertebesinde
olacağını hesaplamış. Türkiye zaten ağır bir ekonomik kriz içerisinde. Merkez
Bankası’nın rezervlerinde böyle dönemler için bulunması gereken ihtiyat
akçesi hiç yok ve rezerv eksi 50 Milyar dolar mertebesinde. Böyle
iken bu hasar ekonomi için çok yıkıcı olacak.
Aynı büyüklükte depremlerde başta Japonya
olmak üzere ABD, Meksika gibi ülkelerde böyle bir yıkım olmuyor. Hatta hiç
yıkım olmuyor. Ölüm sayısı da 5-10 kişiyi geçmiyor. Bu ülkelerde böyle büyük
depremlerde kahramanlara ihtiyaç duyulmuyor.
Çünkü asıl kahramanlık doğal
olayların felaket haline gelmesine yol açan kötü şehirleşme, bilime aykırı imar
ve inşaat uygulamalarına mâni olabilmekte.
Bu yüzden deprem dirençli şehirler
yapmayı başaran ve deprem bilinçli toplumlarda durum böyleyken bizim
yaşadığımız acılar kader değil.
****
Terörle mücadelede bir takım askeri
operasyonlar eskiden güvenlik güçlerimizin kahramanca savaşmaları ve hatta
şehit olmalarıyla başarılabiliyordu. Şimdi aynı operasyonlar gelişmiş
teknolojilerin kullanıldığı istihbarat ve İHA/ SİHA gibi insansız hava
araçlarıyla can kaybı olmadan sağlanabiliyor.
ABD, İsrail ve Rusya gibi yüksek savaş
teknolojileri kullanan ve güçlü istihbarat örgütlerine sahip ülkeler sıradan
görevlilerle, son derece özel bireysel kahramanlık hikâyeleri ile
anılan silahlı güçleri yenebiliyor.
Bu yüzden eski bir yazımda söylediğim sözü tekrar
edeyim: Eğer çok kahramana ve kahramanlıklara
ihtiyacınız varsa karargâhınızın eksiklerini gözden geçirmeniz gerekir.
Deprem ve diğer doğal felaketler
bakımından karargâhın eksiksiz olması demek, bu doğal olaylar hakkında
bilginizin çok olması, bu olayların yaratacağı tahribatın önceden
öngörülebilmesi ve hasarı en aza indirecek önlemleri almanızdır.
*******************************
Ders Çıkarmak
Televizyonlardan canlı bağlantılarla
izlediğimiz ve enkaz başlarından yapılan yayınlar ürpertici. Fakat bunlar bile
hep şehir merkezlerinden aktarılan haberler. Elbistan gibi büyük ilçeler
dahil, ilçelerin ve hele köylerin çoğuna ekipler ya ulaşmadı veya yeni
ulaşmaya başladı.
Enkazdan canlı kurtarma için ilk 72 saat
çok önemli. Hele de bu soğuk havada enkaz altında
hayat üçgeni denilen boşluklarda kalan canlıların bile soğuktan ölme riski
büyük.
Bu acı içerisinde afet öncesi, afet
sırasında ve afet sonrasın için tespit edilen eksiklikleri anlatmak
bazılarımızı tedirgin ediyor.
1999 depreminden sonra elbette bazı
dersler çıkardık ve iyileşen şeyler var. Yeni deprem yönetmeliğine göre
yapılan binalar daha sağlam. Ama
görüyoruz ki henüz 2-3 yaşındaki, “süper lüks, depreme dayanıklı” diye
satılan binalardan yıkılanlar var.
Mersin Şehir Hastanesi yepyeni ve iktidarın övünç kaynağı bir bina idi, ağır
hasarlı. Devletin yaptırdığı hastane, okul, hava limanı, yollar, tüneller ve
diğer kamu binalarının hiç hasar almaması gerekirdi. Çoğu kullanılamaz halde.
Demek ki “Yapı Denetim Sistemi” sağlıklı
çalışmıyor.
İlk defa bu depremde felaket bölgelerine
ilk günlerde ekmek dahi ulaştırılamadı. Bazı yerlerde hırsızlıklar
önlenemedi. Vatandaşlar kendilerine uzatılan mikrofonlara “Nerede bu devlet”
çığlıklarıyla sesleniyor. Bazı kanallar bunlara bile sansür uyguluyor.
Elbette bu çapta bir felakette müdahalede
eksiklikler olacaktır. Ama acaba asker ilk andan itibaren devreye girseydi bu
aksaklıklar daha az olmaz mıydı? EMASYA Protokolü iptal edilmemiş olsaydı
ilk andan itibaren askerin girmediği bir köy kalmaz, vatandaş kendini daha
güvende hissetmez miydi?
Kızılay’ın çok tecrübeli ekipleri,
eğittiği yüzbinden fazla gönüllüleri
vardı. Bu bilgi birikimi, tecrübe ve kadro yok edildi. Bütün yetkiler AFAD’da
toplandı.
Bu ülkenin yetiştirdiği değerlerden Nasuh
Mahruki’yi küstürdüler, AKUT gibi sivil kurtarma ekiplerini de
bölgede göremedik.
Kızılay’ın Van depreminde kullandığı, atık
plastiklerden ürettiği “Mevlâna Evi” denilen geçici barınma barakaları
nerede? 150 kişiyi barındıran sıcak hava ile ısıtılan ve gündüzleri kullanılan
Kızılay’ın şişme çadırlarını da göremedik bu depremde.
Bu yapılanların faydası veya zararı
herhalde gözden geçirilmelidir.