Eğer denilse: Dalâlet / bâtıl ve boş inançta öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki, kâfir; değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz / sayısız eşyaya / şeylere müştak / çok istekli ve hayata âşık olduğu halde; küfür vasıtasıyla, mevtini / ölümünü bir idam-ı ebedî / sonsuz yokluk ve bir firak-ı lâyezalî / sonsuz bir ayrılık ve zevâl-i mevcudatı / varlığın sona ermesini ve ahbab ve sevdiklerinin vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam / yok olmuş ve müfarakat-i ebediye / ebediyyen ayrılık suretinde, gözü önünde, daima küfür / inançsızlık vasıtasıyla gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?
İmana karşı mübareze eden / çekişen ehl-i küfür / inançsız kişiler; gayet müşkülât / zorluklarla menfî itikatlarını kabul-ü adem / yokluğu kabul ve tasdik-i adem / yokluğu tasdik suretinde ispat ve kabul etmeye çalışsalar; o küfür / o inkâr bir cihette yanlış bir ilim ve hattâ bir hüküm sayılabilir. Yoksa, irtikâbı / işlemesi çok kolay olan, yalnız adem-i kabul / kabulsüzlük ve inkâr ve adem-i tasdik / tasdiksizlik ise, cehl-i mutlak / tam bir cehalet ve hükümsüzlüktür.
Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. Adem-i kabul / kabulsüzlük bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve cahilâne / cahilce bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal / imkânsız şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz.
Amma inkâr ise, o adem-i kabul / kabulsüzlük değil, belki o kabul-ü adem / yokluğu kabuldür, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O halde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur.
Hem, ey Şeytan! Bâtılı hak ve muhali / imkânsızı mümkün / olası gösteren gaflet, dalâlet, safsata, inat, mağlata / saçmalık, mükâbere / büyüklenmek, iğfal / aldatma ve görenek gibi şeytanî desîseler / hilelerle; çok muhalâtı / imkânsızlıkları intaç eden / doğuran küfür ve inkârı, o bedbaht, insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!
Elhasıl, itikad-ı küfriye / inançsızlık, iki kısımdır. Birisi: Hakaik-i İslâmiye / İslâm hakikatlerine bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve bâtıl / hurafe bir itikat ve hatâ bir kabuldür. Zâlim bir hükümdür.
İkincisi: Hakaik-i imaniyeye / iman gerçeklerine karşı çıkar, muaraza eder / sözlü mücadelede bulunur. Bu da iki kısımdır.
Birisi: Adem-i kabul / kabulsüzlüktür. Yalnız, ispatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir. Bir hükümsüzlüktür ve kolaydır.
İkincisi: Kabul-ü adem / yokluğu kabuldür. Kalben, ademini / yokluğunu tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikad / bir inançtır, bir iltizam / bir gerekli bulmadır. Hem iltizamı / gerekliliği için nefyini ispat etmeğe mecburdur.
Neden bir cüz-ü hakikat-i imaniyeyi / iman hakikatinin birini inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olamaz. Halbuki, Allah ve âhirete iman, bir güneş gibi o karanlığı izale etmek / gidermek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün / bir esas ve hakikat-i imaniyeyi / iman hakikatini inkâr eden mürted / dinden çıkmış olur, küfr-ü mutlaka / tam bir inançsızlığa düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sair / diğer erkân-ı imaniyeye / iman esaslarına imanı varsa, onu küfr-ü mutlak / inançsızlıktan kurtarmak lâzım geliyor.
İman, altı rüknünden / esasından çıkan öyle bir vahdanî / Allah’ın birliği ile alâkalı hakikattir ki, tefrik / birbirinden ayrılmayı kabul etmez. Ve öyle bir küllî / bütündür ki, tecezzî / bölünmeyi kaldırmaz. Ve öyle bir küll / bütündür ki, kabil-i inkısam olmazlar / kısımlara ayrışmayı kabul etmezler. Çünkü, herbir rükn-ü imanî / iman esası, kendini ispat eden hüccet ve delilleriyle, sair / diğer erkân-ı imaniyeyi / iman esaslarını ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam / en büyük delil olur. Öyleyse, bütün erkânı /rükünleri bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl / bâtıl bir fikir, hakikat nazarında birtek rüknü / esası, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul / kabulsüzlük perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî / inadî bir inançsızlık yapabilir. Git gide küfr-ü mutlaka / tam bir küfre düşer, insaniyeti mahvolur, hem maddî hem mânevî Cehenneme gider.