İlâhiyatçı-Yazar Ramazan Demir’in kendisine has bir üslûbu var: Samimi, dobra-dobra, biraz da kendisine ters gelen kişi ve mevzulara efelenen; ‘Siz kimsiniz ki beni içine koyacağınız kalıplar hazırlıyorsunuz?’ diyen bir tarz. Yerli ve millî… Birkaç satırlık örnek:
Şunlar insan haklarına uygundur; bunlar uygun değildir şeklindeki tasnifin maddelerini kim yazıp, içeriğini kim dolduracak? Batı kendi inancına göre, Anadolu ehli de tevhit inancına göre dolduracak. Batı kendini kâinatın kabadayısı olarak gördüğü için yeryüzüne adını ve içeriğini kendinin tayin ettiği sözde ‘hak ve değer’ (!) tanımları dayatıyor. Bu kavram söz konusu olunca, eline kalem alan veya kamuoyunun önünde konuşup da, batıyı çifte standart olmakla suçlamayan tek kişi yoktur. Eğer suçlamıyorsa o batı ile entegre olmuştur. Bu kavramı icat eden; bütün insanların haklarının beyanının kendi uhdesinde saklı olduğunu söyleyecek kadar yayılmacıdır. Çünkü kavramın mucidi kendisi ve içini de kendisi dolduruyor. Hakların, değerlerin, yeryüzüne çeki düzen vermenin acentesi – üreteni batı mı? Değerlerin-hakların tanımı ve ne olduğunun ihalesi batıya mı verildi? Rüştünü ispat edemeyen ama rezaletini ilân eden batı medeniyeti inşa kavramlarının doğumu iki asırlıktır. Tevhit ehli bir yanlış yapıp, bu kavramlara itibar ederek, mâzisini iki asırla sıfırlamasın! Tarih sahnesine dün mü çıktık ki; dün türetilen kavramları ‘aşıralım.’ Batı ile menfaatini gözeterek oturursun, kalkarsın, ticaret yaparsın vs. Ama müzâkere, mütalaa, değer ve hak tanımlaması söz konusu olunca, içini batının doldurduğu bir tanımla batıdan hak devşirmeye kalkarsan, hissene çifte standart düşer. Kendi tanım ve değerlerimize ne kadar sadık ve cenge ne kadar hazır isek avucumuzun içinde o kadar hak ve değer buluruz. Batıdan neşet eden bu hak ve değer tanımları, her şeyi nalıncı keseri gibi batıya yontuyor. Çünkü Türkiye’nin ve yedi düvelin dünyaya bakışı aynı değil ki değer ve hak tanımları aynı olsun. (s: 42-43)
Ramazan Demir Türkçe hassasiyeti olan bir münevver… Uygun olsa da olmasa da her kelimenin sonuna eklenen ‘…sel-…sal’ takısından rahatsız olsa gerek, ‘küresel‘ kelimesinin yerine ‘cihanşümul‘ kelimesini teklif ediyor. Tebrike şayan…
Kavramların genel özellikleri başlıklı bölümden seçmeler:
*Fırtınalar; isimler üzerinden kopmaz, kavramlar üzerinden kopar.
*Tevhidi tariflerde hüküm Allah’ındır.
*Farklı dünya görüşlerinin ortak kullandığı (ahlâk, edebiyat vs gibi) kavramların içi, kullananın dünya görüşüne göre doldurulur.
*Tevhidi aidiyet kavramlarının son kullanması yoktur ve içini Allah doldurur; Allah’tan gelen telâffuz şekli bakidir.
*Tevhidi kavramlara yama vurmak, (İslâm Rönesans’ı, İslâm reformu, müstemleke memurunun, Graham Fuller, Olivier Roy, Francies Fukuyama ve yandaşlarının işidir.
*Terazinin bir kefesinde tevhidi aidiyet kavramları, diğer kefesinde bilumum diğerleri vardır.
*Bir aidiyet kavramı; kimliğin (gömleğin) ilk düğmesidir. İlk düğme yanlış iliklenince, sonrası doğru olmaz.
*Kur’an’ın teyit etmediği bir aidiyet tarifi, tevhidi manada yok hükmündedir.
Müellifin ‘Siyasal İslâm Ne Demektir?’ başlıklı bölümdeki açıklamaları, derin bir tefekkürün mahsulüdür:
İslâm bulaştırılmış siyaset, İslâm dozlu siyaset, siyasetinde İslâm’a yer açmak, İslâm’ın siyasete dolgu malzemesi yapılması demektir. İslâm’ın nev-i şahsına münhasır olduğunu bilen, onu başka bir kavram ile terkip-tamlama yapmaz; yapanın karanlık bir hesabı/ajandası vardır. İslâm’ın siyaseti kendi içinde mahallen mahfuzdur; şayet olmasaydı on dört asırdır kendini ifade edemezdi. İslâm’ın (tevhidi kavramların) yama kabul etmemesi; kendini dışarıya karşı muhafaza etme vasfından kaynaklanır. İslâm, kendini muhafaza edecek dinamikleri içinde barındırmasaydı (bunu ayetlerle sabitlemiş), gelmesi ile gitmesi bir olurdu. İslâm’ın yama kabul etmediğini, İslâm’dan öğreniyoruz. Kim tevhidi kavramlara yama vuruyor veya yamalı kavramı kullanıyorsa, İslâm’ın yamalı bohçaya çevrilmesine çanak tutuyor demektir. Kur’ân birçok ayeti ile uyarıda bulunmuş, (Mâide: 13; Nisa: 46; Kehf: 27) kendisini/kelimelerini koruma altına almıştır.
Siyasal İslâm ifadesini ferdî tenkit veya benimser anlamda kullananlar; tamamen siyaset merkezli ve siyaseten kullanıyorlar. Kullanan tevhit ehli ise gafletinden, karşı taraf ise İslâm’a muhalefetinden kullanıyor.
Siyasal İslâm tarifini normal bir açıklama olarak kullandığınız zaman, her şey zıddı ile kaim olduğundan; bir de ‘siyasal olmayan İslâm‘ tarifi çıkar ki bu da birden fazla İslâm algısı/anlayışı oluşturmak içindir. Bu kavramı icat edenlerin veya tevhidi kavramlara vurulan bütün yamalamaların maksadı budur. Bunu birilerinin bilerek-bilmeyerek yapması durumu değiştirmez.
Siyasal İslâm ifadesi ile dine yeni bir tarif uydurmak istiyorlar. Tek olan bir şeyi tekrardan tarif ettiğimiz zaman, o şey ikiye çıkar: a. İslâm, b. Siyasal İslâm, gibi… Hâlbuki İslâm bir tanedir. Yeniden tarif etmek, beşerî aidiyet kavramları için geçerlidir. Mesela sol, demokratik sol, olmadı ortanın solu, radikal sol vs. dersin. Çünkü sol-sağ ve benzeri beşerî aidiyetleri insanlar kendileri projelendirdi; kendileri revize ederler. Ama İslâm yeniden şekillendirilemez. Bu ancak Allah’a muhalefet ederek yapılır. Din yeniden tarif edildiği için (siyasal İslâm, ılımlı İslâm, radikal Müslüman vs.); adının bir yerinde ‘İslâm veya cemaat veya tarikat/tasavvuf‘ olan yapılanmaların türemesi devam ediyor. Gördük ki bu yapılanmalardan dört başı mamur terör örgütleri bile çıkabiliyor. Birden fazla din algısı oluşturan tarif ve yapılanmalara kim itibar ediyorsa, tevhit ehlinin bölünmesine, kötü amaçlarla kullanılmasına yardımcı oluyor demektir. (s: 69-71)
Devam eden bölümde; ‘Siyasal İslâm‘ kavramı ile birlikte, *Yeşil demokrasi, *Ilımlı İslâm, *Radikal İslâm / Radikal Müslüman, *Otantik İslâm, *Tasavvufi İslâm, *Şia İlamı, *Müslüman aydın / Muhafazakâr Müslüman, *Modern İslâm / Kemalist İslâm, *Muhafazakâr İslâm, *Demokratik İslâm, *İslam Rönesans’ı, *İslam Reformu, *Geleneğe dayalı (Klasik) İslâm, *Fundamentalist İslam kavramlarının ortaya çıktığını belirtip, bu kavramları tahlil ediyor. (s: 73-91)
103. sayfadan 119. Sayfaya kadar ‘Kültür‘ kavramı inceleniyor.
Kültür, bol tarifli bir kavram. Bu satırların yazanın tespitine göre; değişik ülkelerden yüzlerce sosyolog tarafından yapılmış 233 adet kültür tarifi vardır. Bilginin bir saniyede dünyayı 5 defa dolaştığı söyleniyor. Bırakınız bu tespitten sonraki ilâveleri, denilebilir ki sizler bu cümleyi okurken bile kültür tariflerinin sayısı, kim bilir kaça ulaşmıştır.
Kültür kavramı, Muhterem Demir Hoca’nın belirttiği gibi ‘kaypak‘ değilse bile, ‘kaygan‘ bir zemindir. Kaygan zeminde elbette değişmeler olacaktır. Fakat yine de değişmezleri vardır.
Bilindiği gibi kültürler millî, medeniyetler beynelmileldir. Her milletin kendisine has kültürü vardır ve o milletin dinine göre şekillenir. Bizim kültürümüzün temelinde şüphesiz İslam vardır.
Kültür, yalnız insana mahsus mücerret bir olgudur. Hayvanlarda yalnızca içgüdü vardır. Onlar, doğuştan sâhip oldukları içgüdüleriyle yaşarlar. Sonradan öğrenmezler. İnsanlar ise kültürleriyle yaşarlar. O kültür, anne-babadan öğretmenlerden, kitaplardan öğrenilir ve geliştirilir. ‘Gelişme’ kavramının içinde ‘değişim’ de vardır. Gelişme, ‘dil’ sâyesinde olur. O halde dil de kültürün aslî unsurudur ve o da gelişir ve değişir. Dildeki değişimin nasıl olacağı, dilbilgisi ilminin konusudur.
Kültür kavramındaki değişimlerin paralelinde, İslâmiyet’te de değişimler vardır. Aksi takdirde muhkem ayetler ile müşabih ayetlerin varlığını başka türlü izah edemeyiz. Muhtemeldir ki bu ifadeler Ramazan Demir Hoca’nın düşüncelerine ters düşecektir. Belirtilmeli ki bu bilgi kırıntıları, dereden toplanmamıştır. Hocaların hocası ilâhiyat profesörleri ile yapılan sohbetlerden elde edilmiştir. Her şeye rağmen değişimlerin dinin özünde değil, din anlayışında ve yorumunda, Müslüman’ın yaşayışında olduğu bilinmeli.
Demir Hoca, eserinin büyük bir bölümü kültür bahsine tahsis etmiş. (s: 103-203) Kültür kavramı, İslâmiyet’e mesafeli olanların icadı olarak ele alınıyor ve muhalif bir tavır sergileniyor. Anahtar düşünce; metinde yer alan ‘Şarkın gafleti, garbın kuvveti: Kültür‘; ‘Kültür ile yatan, devrim ile kalkar.’; ‘Kültür, batının ne sütü ne şekeridir. Dine bakışı batıl dinin, dört tekeridir.’ cümleleriyle özetlenebilir.
‘Cumhuriyetimiz, kültür temeli üzerine inşa edilmiştir.’ Sözüne abanan devrimbazlar, bilinmektedir ki kültür kavramını joker olarak kullanıp kendilerini nesebi gayri sahih bir anlayışa hizmetle vazifelendirmişlerdir. Meseleye bu açıdan bakıldığında müellife hak vermemek mümkün değildir. Çıkış yolu, gücünü İslâmiyet’ten alan kültür anlayışını topluma mal etmekle bulunabilir.
Demir Hoca’nın, muhalif görüşle üzerinde önemle durduğu bir başka konu, ideolojidir. İdeolojiyi ‘bir seküler dünya tasarımı‘ olarak tarif ediyor.
Öyle midir?
Bir vakıa ile anlatayım:
Rahmetli Ahmet Kabaklı Hocamızın Türk Edebiyatı Vakfı tarafından tertip edilen konferansa gidelim. Yıl: 1970’ler. Yer. Cağaloğlu’nda Yeşilay Cemiyeti’nin 100 kişilik salonudur. Necip Fâzıl üstad, konuşmasını bitirdikten sonra, soru-cevap faslına geçilmiştir. Dinleyicilerden biri sorar: ‘İdeoloji hakkında ne düşünüyorsunuz?’ Üstad hafifçe diklenir dinleyicilerin her birine, sadece kendisine gör kırpıyormuş gibi keskin bir nazarla bakar. Tikinin birkaç defa tekrarlanmasına izin verdikten sonra; söylediklerinin mutlak doğru olduğundan zerrece şüphesi olmayan bir tavırla, slogan atar gibi yüksek sesle haykırır: ‘İdeolojisiz insan, hayvandır!’
Diğer üstat Cemil Meriç farklı düşünüyor: ‘İdeolojiler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir!’
Kim haklı?
Muhtemelen ikisi de…
Niçin?
İdeoloji kelimesine farklı mânialar yükledikleri için…
(Prof. Dr. İskender Öksüz ile yaptığım röportajdan iktibastır.)
***
Marksizm, Darvinizm, Şovenizm, Komünizm, Ateizm, Deizm ve anarşizm de; Türk milliyetçiliği ve İ’lâ-yi Kelime-t’ullah düşüncesi de birer ideolojidir.
(Elbette Türk milliyetçiliği kavmiyetçilik olarak yorumlanmıyorsa…)
Ki öyle yorumlamak fikir cinayetidir. Çünkü Türklerin düşüncelerinde ve genlerinde kavmiyetçilik ve ırkçılık yoktur. Şayet olsaydı 300-400 sene hâkimiyeti altında bulundurduğu Balkanlardan çekilmek mecburiyetinde kaldığında, orada Müslüman ve Türk olmayan bir tek insan bulunmazdı. İngiltere Hindistan’da ve Kıbrıs’ta yaklaşık 50 yıl kaldı. Trafik soldan gider. İngilizce ikinci dildir. Irkçılık da işte budur. Fransa’nın yönetiminde kalan Kuzey Afrika devletlerinde de hâlâ, Fransız kültürünün izleri vardır.
Ne var ki biz içeride bir birbirimize düşmüşüz. Tencere dibin kara, seninki benimkinden kara tartışmasıyla meşgulken, İngiliz insaniyetperver olmuş, bizim adımız ise zalim ve gaddar…
Hâriçten gazeli burada kesip, Ramazan Demir Hoca’mızın eserine dönersek efendim, eseri için özetle diyor ki: ‘Ne grup, ne hizip ne de yapılanma sesidir. Türkiye’nin beka reçetesidir.’
Türkiye’nin bekası davasına ‘ideoloji‘ denilebilir mi? Elbette ve bal gibi…
Seyit Ahmet Arvasi’yi hatırlayalım. İdeolojisi neydi?
Peki, ideoloji nedir? İdealistin aklında, gönlünde yatan, bütün benliğini saran düşüncesidir.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz de idealistti.
İdealisti olmayan bir dava, başarıya ulaşamaz.
Ve bu yazının son sözü: İdeoloji bıçak gibidir. Karpuz da kesersiniz, insan da…
Ecdadımız; ‘Sui misal, emsal olamaz!’ (Kötü misal, örnek olarak kabul edilemez)Buyurmuş…
***
13,5 X 21 santim ölçülerinde 317 sayfalık eser, 2017 yılında yayınlandı. Yazarın diğer eserleri: *Stadyumda zar, ayaklarla atılır. *Hakikatin Yasaları 1 ve 2
Ramazan Demir Hoca’nın ulaşmak istediği hedef, fesat çıkarmak gayretkeşliklerinin önünü kesmektir. Fesatçıları yolundan döndürmek mümkün olmasa bile onlara kanabilecek kimseleri ikaz etmekte ve sayılarını azaltmakta başarılı olacağı şüphesizdir. Yeter ki kitabı okusunlar.
Kitabın tedarik adresi: Ramazan Demir. ramazandemir03@gmail.com Telefon: 0.505-563 40 25
METROPOL YAYINLARI:
Merkezefendi Mahallesi, G-55. Sokak Nu: 6/A Zeytinburnu İstanbul. Telefon: 0.212-547 49 45
RAMAZAN DEMİR:
1956’da, Afyonkarahisar’in ilçesi Şuhut’a bağlı Karaadilli’de beldesi’nde doğdu. İlköğrenimini kendi kasabasında, Orta öğrenimini Afyon’da, Yüksek öğrenimini, 1982 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde tamamladı. 2006’da öğretmenlikten emekli oldu. Evli ve üç çocuk babasıdır…
Diyanet / Hakses, Özgün İrâde, Yeni Şafak, Kitap Dergisi, İktibas, Selam gazetesi gibi, çeşitli gazete ve dergilerde, şiir, deneme ve tenkit yazıları yayınlandı.
KUŞBAKIŞI
İSTANBUL’UN 100 CADDE VE SOKAĞI:
Asım Fahri, 16,5 X 24 santim ölçülerinde, 199 sayfalık kitabında, İstanbul’un geçmişten miras yollarıyla birlikte modern dönemde açılan cadde ve sokaklarının hikâyelerini anlatıyor.
İstanbul’u yakından ve derinden tanımak isteyenlere…
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜ