Gökalp’in Türkçülüğün Esasları’ında, yayımından 101 yıl sonra, bugünü ilgilendiren birçok tespit buluyoruz. Bu yazıda millet devleti yerine kozmopolit bir İslam Birliği, İttihad-ı İslam teklifi için yazdıklarını ele alacağım. İttihad-ı İslam’ın bir diğer adı ‘siyasi ümmetçilik’tir.
Türkiye’de siyasî ümmetçiler, mağduriyetle yaşar. Çünkü mağdur olmadıklarını kabul ettikleri an cevap veremeyecekleri sorularla karşılaşacaklardır. Çeyrek asra yaklaşan ve son yılları mutlak hâkimiyet olan iktidardan sonra bile fırsat buldukça mağdur pozu takınıyorlar. Tipik davranışları, yarım ve küçümseyen bir tebessümle: “Heh, heh, biz biliyoruz ama söyleyemiyoruz.“dur. Hâlbuki günümüz Türkiye’sinde onların değil, onların muhalifleri mağdurdur, söyleyemezler.
Sözü Ziya Gökalp’e vereyim:
“Bir zamanlar, İttihad-i İslam mefkûresi Müslüman kavimlerin istiklale nail olmasını evvelkilerinin müstemleke hâlinde kurtulmasını temin eder zannolunuyordu. Hâlbuki amelî tecrübeler gösterdi ki İslam ittihadı bir taraftan teokrasi ve klerikalizm gibi irticai cereyanları doğurduğundan, diğer cihetten de İslam âleminde millîyet mefkûrelerinin ve millî vicdanların uyanmasına aleyhtar bulunduğundan Müslüman kavimlerin terakkisine mani olduğu gibi, istiklaline de haildir. Çünkü, İslam âleminde millî vicdanın inkişafına hail olmak, Müslüman milletlerin istiklaline mani olmak demektir. Teokrasi klerikalizm cereyanları ise, cemiyetlerin geride kalmasına, hatta gittikçe gerilemesine en büyük bir sebeptir. O hâlde, ne yapmalı? Her şeyden evvel gerek memleketimizde, gerek sair İslam ülkelerinde daima millî vicdanı uyandırmaya ve kuvvetlendirmeye çalışmalı.”
Vekâleten teokrasi
Bu noktada cehalet şöyle konuşabilir: Müslümanlık mı terakkiye mani? Lütfen dikkatli okuyun. Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak kitabının da müellifidir. Hani Azerbaycan bayrağındaki üç rengin temsil ettiği ilkelerin… Gökalp, telifçiliğiyle de tanınır. Karşı çıktığı, Türkleşme ve muasırlaşmayı reddeden bir “İttihad-ı İslam”dır.
Gökalp’in istiklale hail (engel) dediği, millet devleti yerine kozmopolit bir İslam Birliği devleti teklifidir. Siyasi ümmetçilik, emperyalizme engel olmadığı gibi tam tersine, millî şuura direndiği için müstemlekeciliğin işini kolaylaştırmaktadır. Terakkiye, ilerlemeye mani dediği de siyasi ümmetçiliğin önünü açtığı teokrasi ve klerikalizmdir. Gökalp’in bu üçü hakkında bütün hükümleri doğru çıktı. Siyasi ümmetçiliği bu sütunda daha önce ele almıştım.
Teokrasi için en güzel söz, rahmetli Dündar Taşer’den duyduğumdur: “Teokrasi başım üstünde. Allah’ın yönetimine kim karşı çıkabilir. Benim muhalif olduğum, birilerinin Allah’ın vekiliyim deyip yönetimi ele geçirmeye çalışmasıdır.”
Ve Erol Güngör
Günümüzün teokrasi düşüncesine misal, “nastır” deyip Merkez Bankası özerkliğini çiğneyerek faizleri emirle düşürmektir. Nas hikâyesinin devamında, “Sana bana ne oluyor.” var ki bu, “Artık düşünmeyiniz, itiraz etmeyiniz, bu Allah’ın emridir, yönetimidir” demektir. Konu, bir köşeye, bir yazıya sığmaz ama maksat anlaşılmıştır. Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’de yazdıkları hatırlanmalı: “Bu gibi şeylerin din meselelerinden olduğunu sanan kimse dine zarar vermiş olur. Çünkü anlatılan hususların meydana geldiğini aritmetik ve geometri delilleri gösterir. Bunları bilen kimseye, ‘bu şeriata aykırıdır’ dense o kimse bildiğinden değil şeriattan şüphelenir. Akla uygun olmayan bir tarzda şeriata yardım etmek isteyen kişinin zararı, akla uygun bir şekilde şeriata hücum eden kişinin zararından çoktur. Nitekim ‘Akıllı düşman, cahil dosttan hayırlıdır’”. Bugün ekonomi bilimi de matematik ve geometri gibi delillere dayanır.
Klerikalizm, ruhbancılık demektir. İslam’da ruhban yoktur denir. Doğrudur. Ama Müslümanlarda bol bol ruhban var maalesef! Hem de Katoliklikten daha güçlüsü!
Sosyolog Ziya Gökalp’le başladım. Sosyal Psikolog Erol Güngör’le bitireyim:
“İslamcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler.” (İslâm’ın Bugünkü Meseleleri”, Ötüken Neşriyat 1981, sayfa 181.)