İstişare Ve Danışma

191

     “Güneybatı
Arabistan’da bugünkü Yemen’de, en parlak dönemlerini M.Ö. ilk bin yılda yaşayan
ve kurucu kraliçesi Belkıs adında bir kadın olan bir devlet vardı. Toprakları
sadece Yemen’i değil Hadramevt’in geniş bir bölümünü Mahrah topraklarını ve
bugünkü Habeşistan’ın büyük bir bölümünü içine almaktaydı. Yani Arabistan
yarımadasının güneydeki aşağı kısmına bütünüyle yayılmıştı.

     “Sebeliler,
kalıntıları günümüze kadar gelen olağanüstü barajlar, bentler ve suyolu
şebekeleri inşa etmişlerdi.

     “Ülkenin
zenginleşmesi ve halkının ticarî faaliyetlere yoğun ilgisi başkent Marib’den
kuzeyde Mekke, Medine ve Suriye’ye, doğuda Arap denizi kıyılarına doğru
ilerleyen ve böylece Hindistan ve Çin’e bağlanan deniz yolları ile birleşen
‘baharat yolunu’ kontrol etmelerinden ileri geliyordu. Sebe kraliçesi Belkıs
Hz. Süleyman’ın davetine karşılık vererek Müslüman olmuş ve Süleyman devletinin
bugünkü tabirle milletler topluluğuna katılmıştır.” (R. İhsan Eliaçık)

 

     İşte böyle bir
ülkenin başı, lideri ve kraliçesi olan Sebe 
melikesi Belkıs’a  Hz.
Süleyman’dan bir mektup gelmişti. Belkıs, mektubu alır almaz etrafındaki
vezirlerine dedi ki:

     “Ey İleri
Gelenler, Beyler, Ulular, Efendiler ve Ey Yardımcılarım ve Ey Müsteşarlarım!
Doğrusu bana pek şerefli, çok önemli bir mektup bırakıldı, gönderildi. Şüphesiz
ki o Hz.Süleyman’dan gelmektedir. Gerçekten o gelen mektup:
‘Bismillahirrahmanirrahim’ / ‘Rahman ve Rahîm / Rahmeti sonsuz, merhameti
sınırsız Allah’ın adıyla!’ diye başlamaktadır! O mektupta: ‘Sakın bana meydan
okumaya kalkışmayın! Bana karşı başkaldırmayın! Bana karşı gelerek büyüklük
taslamayın ve bana Müslüman kimseler olarak, teslimiyet göstererek, teslim
olarak gelin, bana itaat ve teslimiyetinizi bildirin.’ diye yazıyor. “

     Netice olarak
kadın melike mektubu alınca, memleketin tüm işlerine bakan ve karar veren ve
uygulayan meclisine, konsey üyelerine bu konuyu sundu. Bir kadın hükümdar olan Melike
Belkıs; mektubu okuduktan sonra danışmanlarına, ileri gelen adamlarına şöyle
dedi:

     “Ey Efendiler! Ey
mele’! Ey ileri gelenler! Ey Beyler! Ey Ulular! Ey Heyet! Bu mesele hakkındaki
görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Bu işimde bana fetva verin. Bir fikir
söyleyin. Bir rey ve görüşte bulunun. Ne yapmamı tavsiye edersiniz? Ben, sizler
yanımda şâhit olmadıkça, size danışmadıkça hiçbir iş hakkında kararımı
kat’ileştirici, kesin karar verici değilim. Şimdi, ne yapmam gerektiği
hususunda, bana görüşlerinizi bildirin. Mâlûm olduğu üzere, bildiğiniz gibi,
siz benim yanımda hazır bulunmadıkça, ben size danışmadan, ben, siz olmadıkça,
sizin görüşünüzü almadan, sizden habersiz bir iş yapmam. Hiçbir konu hakkında,
sizler onaylamadıkça; hiçbir işe kesin bir karar vermem.”

     Nitekim “Şimdiye
kadar devlet işlerinden hiçbirinde keyfî idare yapmadım, sizin oyunuzu almadan
hiçbirini kendiliğimden yürürlüğe koymadım. Her ne emir verdimse sizin
huzurunuzda ve sizin görüşlerinizi alarak verdim. Onun için bu mektup işinde de
sizin fikir ve fetvanızla kuvvet almak istiyorum.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

     “ ‘Siz yanımda
olmadıkça.’ denilmesinden, bunların önemli işleri danışma için, huzurunda
toplanması alışılmış olan bir topluluk olduğu anlaşılıyor. Bunların, herbiri onbin
kişiyi temsil etmek üzere üç yüz on iki kişi olduğu da rivayet edilmiştir.”
(Katade)

     “Bu heyete
söylenen bu noktada, şimdiye kadar hükümet işlerinde keyfî idare yapılmamış
olması övülmüş ve görüşlerinin esas tutulmuş olduğu açıklanmak suretiyle, hoş
bir tavır gösterilerek DANIŞMANIN önemi belirlenmiştir ki, bunun açık bir
meşrutiyet geleneği olduğu anlatılmaktadır. Fakat…bu meşrutiyet emir ve
kumandaya karışma derecesine varmayan uygun bir danışma ve fikir verme
özelliğinden ileri gitmediği için tefsirciler burada yalnız istişare ve
danışmanın öneminden söz etmişlerdir.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

     İstişare ve
danışmanın; insan ve devlet hayatındaki vazgeçilmez önemine; günümüzden
asırlaca öncesinden verdiğimiz bu tarihî misal ve örnekle dikkat çekmek
istedik.   

Önceki İçerikTürk Dünyâsı Türkçesi’ Meselesini Halistin Kukul İle Konuştuk.
Sonraki İçerikDevrim Şehidi Kubilay Ve Arkadaşları
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.