Zamanımızda özel günlerin sayısı o kadar arttı ki, şükürler olsun boşta kalan bir gün kalmadı. Geçtiğimiz 6 Aralık günü “Dünya Üşengeçler Günü”ydü mesela. Bu yazıyı aslında o gün yazıp yayınlamayı planlıyordum fakat malumunuz olduğu üzere bir işi zamanında yapmak üşengeçliğin ruhuna ters düşüyor.
Geçtiğimiz haftaya Paris’teki gösteriler damgasını vurdu. Gösterilerin, benzin fiyatlarının geri çekilmesi amacıyla “sarı yelekliler” tarafından başlatıldığı ileri sürülüyor. Ancak konuyu yakından takip eden kişiler olayın anlatılandan daha karmaşık olduğunu aktarıyorlar. Göstericiler asgari ücret zammı, akaryakıt bedel indiriminden başka bir düzine sosyal talepte bulunuyorlarmış. Sarı yeleklilerin asıl amacının ihtilal yapıp Macron’u indirmek olduğu iddiası öne sürülüyor.
Paris Olayları Türkiye’de farklı şekillerde yorumlanıyor. Yaşananlar için “Fransa’nın Gezi Olayları” yakıştırmasını yapan da var, bu olayların tüm dünyaya hatta Türkiye’ye bile sirayet edeceğini ileri süren de… Ben iki görüşe de katılmıyorum. “Sarı Yelekli” Hareketin Fransa dışına çıkacağına ihtimal vermiyorum.
Siyasi konuları komplo teorileriyle izah etmeyi sevmem. Her siyasi olayın akla ve mantığa uygun, daha bilimsel ve daha gerçekçi sebeplerinin olduğunu düşünürüm. Ancak bazı olaylar, perde arkasında başka faktörlerin başka hesaplarla hareket ettiği düşüncesini uyandırıyor.
Bu yazının hacmini aşacak sebeplerden ötürü, Türk siyasetinin 1960 yılından beri (belki de daha eski) tek bir merkezden dizayn edildiğini düşünüyorum. O tarihten bu güne iktidarıyla muhalefetiyle siyaset sahnesine çıkan her partinin ve her yönetici kadronun bu merkez tarafından sahneye çıkartıldığını düşünüyorum. Bu düşüncem sadece Türk siyasetiyle de sınırlı değil. “Gelişmekte olan ülkeler” olarak adlandırılan ülkelerin tamamının bu dizayndan nasiplerine düşeni aldıkları kanaatindeyim. Gelişmekte olan ülkelerin tarihsel süreç içerisinde aynı dönemlerde benzer ekonomik süreçleri ve benzer siyasal dönüşümleri yaşamaları bende bu kanaati uyandırıyor.
ABD Merkez Bankası FED’in bir süredir faiz artırımı yaparak, gelişmekte olan ülkelerdeki Amerikan Dolarını ABD’ye çekmesi, gelişmekte olan ülkelerin finansal sıkıntılar yaşamasına sebep oldu. FED 2019’da az da olsa faiz artırımına devam edecek. Buna ek olarak Avrupa Merkez Bankası da 2019’da faiz artırımı yapmaya başlayacak. Bu da Euro’nun gelişmekte olan ülkelerden evine yani Avrupa’ya geri dönmesi demek. Bu hareket, zaten likidite sorunu yaşayan gelişmekte olan ülkelere ikinci bir darbe anlamına geliyor.
Sarı Yelekliler Hareketi, işte bu ekonomik hamle öncesi Fransa’nın kendine çeki düzen vermesi için çekilen bir operasyon olabilir. Bu sadece bir tahmin. Yanılıyor olma ihtimalim çok yüksek, o nedenle ısrarcı olmayacağım.
Türkiye’de Sarı Yelekli Hareket benzeri bir olay yaşanmaz. Gezi’de hükümetin sert reaksiyonunu hep birlikte yaşadık. Benzeri bir olayın tekrarı halinde hükümetin çok daha sert müdahale edeceği aşikâr. Hatta bu sert müdahale işini hükümete bırakmayacak bir takım Vandalların varlığı da hepimizin malumu. Dolayısıyla günümüz Türkiye şartlarında böyle bir eylem iç savaş anlamı taşımaktadır. Allah, milletimizi birbirinin kanını dökecek kadar birbirine düşman olmaktan korusun.
Gezi benzeri bir hareket beklemiyorum ancak Türkiye’nin çok yakın gelecekte ciddi bir siyasal dönüşüme gebe olduğunu söyleyebilirim.
Atilla Yeşilada gibi piyasaları doğru okuyan kişilerin Türkiye’ye ilişkin yorumlarını daha önce yazmıştım, burada tekrar ifade edeyim. 31 Mart seçimlerine kadar Amerikan dolarının 7 TL seviyelerine çıktığını göreceğiz. Seçimden hemen sonra IMF ile bir stand by anlaşması yapılacak ve dolar 5 TL seviyelerine gerileyecek. 2019 sonunda ise Amerikan doları 6,00 – 6,25 TL bandında seyredecek.
2019 ve 2020’de Türkiye’yi ve diğer gelişmekte olan ülkeleri çok derin bir ekonomik bunalım bekliyor. Bu bunalım nedeniyle büyük firmalar bile batabilir, on binlerce insan işsiz kalabilir, enflasyon dizginlenemez seviyelere gelebilir ve nihai olarak sıkı bir kemer sıkma politikasına muhatap olabiliriz. Ekonomik bunalım sonrasında ise yeni “Kurtarıcıların” (!) piyasaya sürüldüğünü göreceğiz. Bu da demek oluyor ki 2021 yılında Türkiye’de siyasi bir dönüşüme, başka bir ifadeyle bir iktidar değişikliğine şahit olacağız. Bu piyasaya sürülecek olan “Kurtarıcıların” (!) kim veya kimler olabileceğine dair bazı tahminlerim var ama bu tahminleri ulu orta dile getirmek şu an konjonktürel olarak doğru değil.
Bu arada, istesem ülkeyi hatta dünyayı ben de kurtarabilirim ama üşeniyorum (!)