Cumhurbaşkanlığı Sistemine taraf olanlar “Cumhur İttifakı”, Parlamenter Sistem
isteyenler “Millet İttifakı” içerisinde buluşmuşlardı. “Andımızın”
okutulmasının yasaklanmasına karşı tepkiler ittifaklardan farklı yeni bir
gruplaşma ortaya çıkardı.
“Siyasal İslamcı” ideolojiden türeyen AKP,
SP, Deva Partisi ve Gelecek Partisi ile etnik ayrılıkçı HDP Andımızın
okutulmasını istemeyenler sınıfında buluştu. Milliyetçi damardan beslenen CHP,
İYİ Parti, MHP, BBP ise Andımızın okutulmasını savundular.
Bu olayın akabinde, gece çıkarılan bir “Cumhurbaşkanı
Kararı” ile Türkiye “İstanbul Sözleşmesi”nden çekildi.
Aynı gece Merkez Bankası Başkanı Naci
Ağbal görevden alındı.
Acaba bu iki önemli kararda “Andımız”
kapsamındaki gruplaşma üzerinden bir hesap olabilir mi?
İstanbul Sözleşmesi ile imzacı devletler kadına yönelik şiddet
ile aile içi şiddet, çocuklara karşı şiddet ve çocuk istismarını önlemek üzere
gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmektedir.
Bunlara ilaveten cinsel yönelimleri
sebebiyle şiddete muhatap olan eşcinsellerin korunması da taahhüt
edilmekte.
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacı
devletlerinden olup 24 Kasım 2011’de TBMM’de onaylanarak parlamentosundan
geçiren ilk devlet olmuştu. Ak Parti bu sözleşmeyi kabul edenlerin öncüsü
olmayı hep övünerek anlatıyordu.
Recep Tayyip Erdoğan tarafından TBMM‘ye yollanan tasarının gerekçesinde de Sözleşmenin
hazırlanması ve sonuçlandırılmasında Türkiye’nin “öncü rol”
oynadığına dikkat çekilmişti.
Erdoğan, Sözleşmeye “taraf olunmasının
ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası
saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı” iddia etmişti.
2015’te Turuncu adlı dergide Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir başmakale yazan Erdoğan,
Türkiye’nin sözleşmeye “çekincesiz” imza koyduğunu, birçok ülkede
çıkmayan uyum yasalarının Türkiye’de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını ifade etmişti.
Şimdi ne oldu da bir gece yarısı çıkan CB
Kararı ile sözleşmeden çekilme iradesi ortaya konuldu?
4,5 ay önce, döviz kurları artışı
durdurulamadığı için, Merkez Bankası Başkanlığına getirilen Naci Ağbal, bu
süre içinde faizleri yüzde 8,5 artırdı. Görevden alınma sebebi faiz artışı
olarak gösteriliyor.
Andımızın okutulması kararına karşı çıkan SP,
Deva Partisi ve Gelecek Partisi tabanının, “İstanbul Sözleşmesine” karşı
olduğu için AKP’yi destekleyeceği düşünülmüş olabilir.
Bu partilerin tabanının ideolojik olarak “faiz karşıtı” olduğu da gözetilerek
bu iki hamle yapılmış olabilir.
Tek sebep bu değilse bile, önemli etkenlerden
birinin bu hesap olduğunu düşünüyorum.
*************************
Toplumsal Talep Var mı?
AKP Genel Başkan Danışmanı Prof. Dr. Yasin
Aktay Habertürk’te, “İstanbul Sözleşmesinde böyle maddeler olmamasına
rağmen, aile yapımıza ve değerlerimize aykırı hususların olduğuna dair, toplumda
bir kanaat oluştu. Bir siyasi parti olarak bu toplumsal talebe kayıtsız
kalamayacağımız için bu karar alındı” diye açıkladı.
Oysaki, Metropoll Araştırma Şirketinin
2018’de yaptığı anket sonucuna göre, halkın %64’ünün sözleşmeden çekilmeyi onaylamadığı ortaya çıkmıştı. Ak Parti seçmeninde
sözleşmeden çekilmeyi onaylamayanlar ise %49,7 dü ve %24,6’lık kesimin ise
fikir beyan etmemişti.
Erdoğan’ın Saadet Partisi tabanını yanına
çekmeye çalıştığı, bu
kapsamda Oğuzhan Asiltürk ile bir görüşme yaptığı biliniyor. Asiltürk bu
görüşmede “Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesinden çekilme sözü verdiğini” açıklamıştı.
Bir de AKP’nin kemikleşmiş oy tabanında
etkili olan “cüppeli”, cüppesiz tarikat ve cemaat liderlerinin de bu
sözleşmeden çekilme talebi olduğu biliniyor.
AKP’nin “toplumsal talep” dediği işte
bu kesimlerin talebi.
Aktay’a göre, İstanbul Sözleşmesinin
yürürlükte olduğu 2011’den bu yana kadına karşı şiddet azalmadı, tam tersine
lineer (doğrusal) olarak her yıl giderek arttı. Yani “İstanbul Sözleşmesinin bu
konuda faydası olmadı. Bu yüzden sözleşmeden çekilmenin zararı yoktur.”
Bir sosyoloji profesörünün bu tuhaf
mantığını anlamakta güçlük çektim. Sözleşmenin üzerlerine yüklediği
tedbirleri almadıkları için kadına karşı şiddet olaylarının artması yüzünden, “daha
etkili tedbirler almak lazım” demesi gerekirdi.
Yasin Aktay’ın mantığı doğru olsaydı,
Türkiye’de cinayetler, hırsızlıklar, yolsuzluklar azalmadı, arttı diye Ceza
Kanunumuzdan bunları suç olarak düzenleyen maddeleri kaldırmak gerekir.
“Mademki kanunlardaki yasakların bir faydası
olmuyor, kaldıralım” mantığı ile aynı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilme gerekçesini
kabul etmek mümkün değildir.
Anlaşılan Türkiye’nin uluslararası saygınlığı
ve kadına karşı şiddetin önlenmesi, radikal İslamcı unsurların siyasi desteği
kadar önemli değil.
*************************
Bari Reform Paketi Açmayın
İktidarın açıkladığı “reform paketleri” ile
icraatları arasında hedef farkı var.
Batıya yanaşmak için “İnsan Hakları Reform Paketi”
açıklandıktan kısa bir süre sonra HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını
kaldıran fezlekeler ve HDP’nin kapatılması davası geldi.
HDP’nin kapatılması, çoğumuzu mutlu edecek
olsa da, Batı’da bunlar iktidarın tutarsız bir tavır içinde olduğu kanaati
oluşturuyor.
Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan bir Türkiye’nin demokratik hukuk devleti
olduğuna inandırmak mümkün olamıyor.
Ekonomik ve siyasi desteğine ihtiyaç
duyduğumuz Batı ülkeleri bunları “demokrasi ve insan hakları açısından
geriye dönüş” olarak değerlendiriyor.
İç ve dış finans çevreleri ve yatırımcılara
güven vermek için “Ekonomi
Reform Paketi” açıklandı. Bir hafta geçmeden, sadece 4,5 aydan beri
görevde olan, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevden alındı.
Güven vermek istenilen çevreler 20 ayda 4
Merkez Bankası Başkanı değiştiren, Merkez Bankası bağımsız olmayan bir
ekonomiyi asla güvenilir bulmazlar. Nitekim pazartesi sabahı
piyasaların tepkisi sert oldu.
Ekonomi çevrelerinin anlayamadığı bu tutarsız
davranışın makul bir açıklaması olabilir mi?
Bu tutarsız ve keskin tavırların saikinin, muhtemel bir seçimde iktidarın
kaybedeceğini gösteren anketlerin tetiklediği kaygı ve panik olduğunu
düşünüyorum.
Güven kaybını hızlandıran tutarsızlıklar
ekonomiyi iyice bozacak.
Sonuçta iktidar partilerinin oyları güneş görmüş kar gibi erimeye devam edecek.