İslamsız Dünya, bir dönem CIA Ortadoğu Masası Şefi olarak görev yapan Graham E. Fuller’ın 2010 yılında yayınlanan ve aynı yıl Türkçeye de çevrilen kitabının adıdır. Kitabın orijinal adı “A World Without Islam” dır ve Türkçeye “İslamsız Dünya” olarak çevrilmiştir. Yazarın kimliği göz önüne alınınca kitabın ismi ilk etapta bizim coğrafyada en basit tabirle reaksiyon uyandıracak bir isimdir. Ancak kitabın daha ilk cümlelerini okuduğunuz zaman yazarın ve kitabın meramının aslında bambaşka olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Graham Fuller kitabın başında bir soru sorarak hemen cevabını vererek bir tez ortaya atıyor ve kitabın devamında Ortadoğu’nun ve esasında bütün bir Doğu’nun tarihsel süreci içerisinde tezini ispatlamaya çalışıyor. Fuller’ın kitabında son derece objektif bir yaklaşım sergilediğini peşinen belirtmek gerekir.
Özellikle 11 Eylül sonrasında değişen dünya düzeni ve oluşan Batılı dünya ve İslam dünyası savaşı algısının hüküm sürdüğü bir ortamda, Fuller şu soruyu soruyor; “İslam diye bir din olmasaydı, Arabistan’ın çöllerinden Muhammed adında bir peygamber çıkmış olmasaydı, İslam destanı Ortadoğu, Asya ve Afrika’nın büyük bölümünde yayılmamış olsaydı Batı ile
Ortadoğu arasındaki bugünkü ilişki tamamen farklı olmaz mıydı?[1]”
Sorduğu soruya daha kitabın başında “Bence olmazdı,” diye hemen cevabını veriyor Fuller ve “hatta bugünkü manzaradan pek farklı bir şeyle karşılaşacağımızı da sanmıyorum.” diyerek tezini ortaya koyuyor[2].
Ortaya koyduğu tezin tepkilere yol açacağını ön görerek ilk açıklamalarını şu şekilde yapıyor; “Bu görüş ilk bakışta mantığa aykırı gibi görünse de Ortadoğu ile Batı dünyası arasında İslam’ın, hatta Hıristiyanlığın da öncesine uzanan jeopolitik kaynaklı anlaşmazlıkların varlığını başka bir açıdan açıklamak da mümkündür. Çok eskilere dayanan Doğu-Batı ilişkilerinin evrimini sıkı biçimde etkilemiş olan çok sayıda farklı etken vardır: Ekonomik çıkarlar, jeopolitik çıkarlar, bölgedeki imparatorluklar arasında yaşanan güç savaşları, etnik
çekişmeler, milliyetçi dalgalar, hatta Hıristiyanlığın içerisinde yaşanan ciddi çatışmalar – tüm bunlar, aslında İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan Doğu-Batı rekabetlerine ve çatışmalarına bol miktarda zemin hazırlamaktadır.[3]”
Fuller kitabın ilerleyen sayfalarında “Ya da İslam kültürünün yokluğunda Batı dünyasının neler kaybetmiş olacağını. Bu kitapta Doğu-Batı ilişkilerinin izlediği yolu inceleyeceğiz. Bu ilişkilerin ciddi biçimde kötüleşmesinde ise İslam’ın başrolü, hatta yardımcı rol bile oynadığı görüşüne katılmıyorum bu sorunun kaynağı için başka bir noktaya bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Başka bir noktaya baktığımız anda Doğu-Batı ilişkilerinin doğasını etkileyen çok sayıda farklı gücün olduğunu göreceğiz.[4]” diyerek aslında İslam Dünyası ve Batı dünyası şeklinde bir çatışma olmadığını, Doğu batı arasındaki çatışmanın kaynağının özelde İslam, genelde din olmadığını ve çatışmanın kaynağının çok daha farklı dinamiklere dayandığını vurgulamaktadır.
“Eğer İslam, Hıristiyanlığın Ortadoğu’nun büyük kısmındaki hakimiyetini kırmamış olsaydı, bölgenin tamamı bugün çok büyük ihtimalle Doğu Ortodoks Hıristiyanlığının egemenliği altında olacaktı. Pek çok ortak klasik geleneğe rağmen Ortodokslukla Katoliklik arasındaki ilişkilerin yaklaşık iki bin yıldır karşılıklı şüphe ve öfke sınırlarını pek geçmediğini de
altını çizerek belirtmek gerekir. Tüm bunlardan yola çıkarak, Ortadoğu’nun Batı dünyasına karşı teşkil ettiği sorunların belirgin hale getirilmesinde günümüzdeki Ortodoks Hıristiyanlığının dini ve ideolojik bir sıçrama tahtası olarak işlev görebileceğini rahatlıkla
hayal edebiliriz.[5]” diyerek, İslam dini yeryüzünde hiç zuhur etmeseydi ve/veya bölge üzerinde hakimiyet kurmasaydı bölgede bir Ortodoks Hristiyan hakimiyetinin olacağını ve Ortodoks vs. Katolik çatışması üzerinden bugünkü Doğu-Batı mücadelesinin yine aynı şiddetle var olacağını ifade etmektedir.
Fuller’ın Tezi Neden Önemli?
Fuller’ın İslamsız Dünya adlı kitabı ve kitapta ortaya koyduğu “İslam hiç var olmasaydı Doğu ile Batı arasında bugün var olan şiddetli –ve hatta kanlı- mücadele yine var olacaktı” tezi bugün Ortadoğu’da yaşananları doğru analiz etme ve problemlerin çözümü için doğru sonuçlar ortaya koyma bakımından çok önemlidir.
Bugün Ortadoğu’da yaşananları ister Müslüman – Hristiyan ister Müslüman – Yahudi mücadelesi gibi dini sebeplerden kaynaklandığını düşünürsek ve problemlerin çözümünü burada ararsak hata ederiz. Fuller’ında ifade ettiği gibi bugün yaşananlar Hilal ve Haç’ın mücadelesi değildir.
Ne Filistin vs. İsrail mücadelesi ne İran vs. İsrail – ABD mücadelesi dini temelli mücadeleler değildir.
Son dönemde yaşananları Büyük Ortadoğu Projesi’nden, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ekonomik, stratejik, konjonktürel vb. menfaat odaklı hususlarından ayrı düşünmemek gerekmektedir. Yine son dönemde yaşananları “Turuncu Devrimlerden”, “Arap Baharlarından” da ayrı düşünmemek gerekmektedir.
Kanaatimce gerek Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesi ve sonrasında karşı darbeyle Mursi’nin ve İhvan’ın devrilip Sisi’nin iktidara gelmesi, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi, “Arap Baharı” operasyonları kapsamında Kuzey Afrika liderlerinin iktidardan düşmeleri, Suudi Arabistan’da Salman’ın darbeyle iktidar olması, Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve nihayetinde bugün İran’la İsrail – ABD bloğu arasında yaşananlar bir doğu batı mücadelesinden ziyade Anglo-Saxon güçlerin kendi aralarındaki menfaat çatışmasıdır. Daha açık ifade edecek olursak ABD ve İngiltere arasında birbirlerinin kontrollerindeki ülkeleri diğerinin elinden alıp kontrolü ele geçirme mücadelesidir.
Trump’ın “Kanada’yı ve Grönland’ı istiyorum” açıklamalarını da bence bu minvalde değerlendirmekte fayda var.
Burada antparantez bir konuya değinmekte fayda vardır. Bir görüşe göre 15 Temmuz sürecinde Türkiye’de ABD yanlısı ekibin tasfiye edilip, İngiltere ile işbirliği içerisinde olan bir ekibin kontrolü ele geçirdiği ve Türkiye’nin ABD ekseninden İngiltere eksenine kaydığı iddiası da bu yaşananların bir parçası olarak kabul edilmektedir. Nitekim 15 Temmuz’dan sonra, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore’un MI6’in başına atanması, Mooore’un bu eksen kaymasındaki başarısının ödüllendirilmesi olarak yorumlanmaktadır. Yine burada İngiltere istihbaratı ile ilişkili oldukları iddia edilen ve Türkiye’de etkin olan birkaç isimden bahsedilmekte ve bu isimlerin bürokrasi ve siyasetteki etkinliklerinin artması da yukarıda ifade edilen iddiaya dayandırılmaktadır.
Asıl konuya dönecek olursak, bugün bölgede yaşanan olaylar her ne kadar doğrudan doğruya bizim hayatımızı etkiliyor olsalar da olayların ve mücadelenin esasında bizimle ne dini ne de milli olarak pek de ilgisi olmadığını söyleyebiliriz.
Probleme uygun çözüm üretebilmek için öncelikle problemin ne olduğunu doğru teşhis etmeliyiz. Veya ne olmadığını… Yaşananlar, Müslüman vs. Haçlı veya Müslüman vs. Yahudi mücadelesi değildir. Dünyada artık mağlup etmedik bir grup bırakmayan Anglo – Saxon bloğu 20 yıldır birbirinin bahçesine girme mücadelesi içinde. Bunu ister ABD vs. İngiltere mücadelesi olarak, ister konuya biraz daha komplo teorisiyle yaklaşıp Rockefeller vs. Rotschild mücadelesi olarak kabul edelim durum bu. Mücadelenin Ortadoğu’da geçiyor olması da sizi yanıltmasın. Sonuçta futbol maçı yapmak isteyen gençlerin mücadele edecek zemin olarak kendi evlerini değil, kiralık bir halı saha kullanmaları gibi Ortadoğu coğrafyası büyük devletlere mücadele için halı saha hizmeti sunuyor. Üstelik kanlı bir biçimde…
[1] Fuller, Graham E., İslamsız Dünya, Profil Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, Kasım 2010, s. 9-10.
[2] A.g.e., s. 10.
[3] A.g.e., s.10.
[4] A.g.e., s. 17.
[5] A.g.e., s. 18-19.